|
Sevmek Zamanı, Metin Erksan, 1965 |
Var olmanın küre hali… Sevme ve sevilmenin potansiyel
ihtimalleri…
Sevmek Zamanı… “Sevdim,
Sevdim, Sevilmedim…” "Ya sev ya öldür beni..." Marazi sevgi halleri… Uzmanlık ve itinayla sevilir… Bir şeye gönül
bağlamak, varlığın geri kalan sonsuz sayıdaki yüzlerinin her birinin önünde
soyut da olsa eğilmeyi getiriyor beraberinde. Çünkü bu reverans, varlığın o
yüzü yerine herhangi bir diğeriyle aşk ilişkisi içine girme olasılığı önündeki
boyun eğiş. Dolayısıyla, varlığın bütün yüzleri kendisine âşık olunabilme
ihtimali ve liyakatine potansiyel olarak sahip. Bu yüzden, zahiren dimdik bir ‘postür’,
derinlerde içselleştirilmiş ve tevazuya eğik bir mekanizma barındırıyor
olabilir. Bu, zihinsel bir algılayış ve kavrayışla da ilgili.
Diğerleriyle aşk ilişkisi içine girmenin potansiyel
ihtimali, “bir gönle iki sevda sığmaz” evrensel kuralına aykırı değil. Sevginin
boyutlarının geliştirildikçe keşfedilmesinin yolu, varlığın bir ve daha çok
yüzüne sevgi yöneltmekle mümkün. Evet demek istediğim, sevgi öğrenilebilen ve
üzerinde mütehassıslaşılabilen bir kurum.
“Bu keşfin
boyutlarının haddi hududu ne kadar?” diye sorulursa cevap sonsuz. Ama zamana
tâbi olan insan tarafından bu potansiyel birine doğru ‘daha önce’ kinetize
edilebilir. Ama unutulmamalı ki, varlığın diğer yüzleri olan diğer insanlar,
hayvanlar veya bitkilere bu güçlü kemendin ‘daha önce’ fırlatılabilmesi teorik
olarak hep olasıydı. Ama bu enerji bir hedefe doğru odaklanıp
yoğunlaştırıldıktan sonra aslında aynı anda başkalarına da güçlü bir sevgi
hissedildiği açıklıkla fark edilir. Buna, iki şeyi sevmek değil; sadece bir
küre gibi farz edilebilecek varlığı, döndükçe ortaya çıkan sonsuz diğer
yüzleriyle birlikte bütüncül olarak sevmek denebilir. İşte insanın bir bakıma
sonluluktan azade olması diye bir şey varsa kaynağı bu sularda belki.
Bu nitelikte bir sevgi durumunda, karşılık, olmazsa olmaz
şart diye aranmaz. Sadece enerji gönderilir ve yayılır. Karşılık alınsa da alınmasa
da sevgi devam eder. Bu o kişiyi gurursuz da yapmaz, tam tersi, mutlu eder.
Varoluşsal öz buradan devşirilir an be an.
Devasa bir kanyonun kenarına tek başına oturmuş ve
ayaklarını uçuruma doğru sarkıtmış bir tanburi hayal edilsin. O nağmeler, ah ü
eninler, karşıdan sürekli akis bulur. Kanon gibi… Klasik anlatılardaki
Defoe’nun Crusoe’su, İbn-i Tufeyl’in Hayy bin Yekzan’ı gibi. Böyle beslenen
birinin sazının telleri, daha pek mızrap darbelerine muhatap olur. O kanyondan
akıtılır boşluğa ve uzaya… Peşinen söylemeli, bu aşktan nasibi fazlasıyla tabii
ki eşleri ve yakınındakiler alır bu kişilerin. Bununla birlikte, doğuştan gelen
sevgi yeteneğinin sanata dönüştürülmüş halleri olan bu sözler, tınılar ve
rüzgâr, şarkının anadilini anlamayanlara dahi erişir. Burada sanattan kasıt
müzik değil sadece. Sevmenin sanatsallığı. Tüm sanat dallarında olduğu gibi
yetenek kâfi değil. Bolca disiplin ve egzersiz gerek. Tekrarlıyorum, onu kimse
dinleyemeyecek olsa da, yani o kanyona bir ömür boyu ondan başka hiçbir kişi
uğramayacak olsa dahi o şarkısını söylemeye devam edecektir. Çünkü o sevgisini
sunmak için illa bir muhatap beklemez. Sevgiyi hiçliğe veriş...
(Bazı) anne baba veya yârânı tenzih ederek söylüyorum;
birçok kişi onların sevgisinden gıdalan(a)maz. Çünkü sevgi zannedilen, başka
başka şeyler. Genç sevgililerin sevgiyi bilmemesine dair duyulur bir şeyler de,
iddiam bağışlana, birçok anne baba, evlat sevme bilgisinden yoksun. Sevip de
göster(e)memekten bahsetmiyorum; evet, çok basit, sevmenin sonsuz bilgisinden
az da olsa ders alıp ezber edilmemişlik. Sevgi kelimesinin yerine ikame edilebileceğini
düşündüğüm bir hayli kavram, olgu kullanılabilir burada. Birçok ‘sever’in sevgi
diye iddia ettiği nevrotik ve marazi sanı...
Azımsanmayacak sayıda ebeveynin daha işin başından dünyaya
çocuk getirme motivasyonu problematik. Bazı çocuklar, ebeveynini tekrar
ettirmekten başka bir işe yarayamaz. Bazı çocuklarsa, ebeveynlerinin
yaşayamadıklarının bizzat tatbik edilme alanları. Kimi, ânı ve kendini
ıskalayan ebeveyn de anne babasıyla yaşadığı şeyleri çocuğuyla yineleyerek anne
babasını yaşatmaya devam eder. Bazısı hormonların esiri. Oysa anne babalık
bekleyen (ama sahiplenilmeyi değil dostluk uman diye vurgulamalı), bir dolu
biyolojik olmayan ama aile olunabilecek çocuk var– bu bahs-i diger… Bazı
çocuklarsa –sevme değil– sevilme ihtiyacının giderildiği araçlardan öte değil.
E doğurdum seni daha ne yapayım, sev beni işte… Yarım yamalak sevilip yarım
yamalak var olmak… Sevilmekten (varoluştan) şüpheye düşülen her ânın akabinde
daha çok titremek üzerine çocuğun (çocuğun saçlarına ak düşse bile); alacak bir
şeyler icat etmek ona; var olunduğu zannıyla yaşanacak bir miktar daha
müteselli zaman…
Kimisi kaderine müdahale edebileceği bir varlık sevdasında,
tanrılık etmeye yeltenmiş. Bu yüzden birçok baba veya ana, otoriteyi tesis
ettiğiyle avunurken yaptığı, bir insanın kendi olmasını engellemekten başkası
değil. Veya alt benliğini yeniden çocuğunda klonlamaktan başka bir fonksiyon
icra etmez o kurumlana, kasıla ifa edilen riyaset.
Sağlıksız, parçalı, yaralı bir kişiliğin çocuğuna bakarken
ne gördüğü veya bilincine, bilinçdışına veya ikisinin karışımına yansıyanın ne
olduğu merak edilesi. Örneğin bazı hayvanların insanlara bakarken görme
proseslerinin nihayetinde ‘kafalarında’ nasıl bir imaj oluştuğunu çok merak
ederim. Yani onlar bize bakarken ne görüyorlar? Not: Bu konuda bazı bilimsel
araştırmaların da olduğunu söyleyeyim ki zırvaladığım düşünülmeye. (İnanana! J) Velhâsıl, geçmiş,
şimdi ve gelecek arasında kopuk veya kelepçeli bir bilincin izdüşümleri mi
görülen?
Belki de eşini elinde tutabilmenin yegâne yolu çocuk veya
ailesine, çevresine yaranabilmesinin. Toplumsal kabul veya statü kaynağı. İşte
çocuğumla beraber büyür, olur gider, pişip kavruluruz diye uçuk ütopyalar
peşinde olma hali. Kendini, çocuğuyla gerçekleştirme beklentisi içinde olanlar…
Ezelî-ebedî yalnızlıkla başa çıkamayış… Anlam üretemeyiş… Ölüm olgusuyla
yüzleşmeyiş… Diğer varlıklardan belki en ayırt edici yan, özgür iradenin, karar
yetisinin ağırlığını taşıyamayış; çevre itkisiyle, baskısıyla yeni bir varlığa
hami/le oluş.
Bazı çocuklar daha rahme düşmeden istenmezler içten içe. Bu
belki çocuktan zahiren gizlenebilir ama bilinçdışı bunu basbayağı bilir. Çocuğu
anneye bağlayan kordon; sadece kanı değil, bilinci ve bilinçdışını da transfer
etmeye yarayan... Bilincin altı veya dışı, zaman zaman çığlıklarıyla kusar bunu
bilince doğru; rüyada veya bir öfke nöbetinin hemen öncesinde veya durup
dururken…
Ana gibi yâr olmaz ya; sevgili/nişanlı/evli psikolojisine
fazla bulanmadım…
Öyleyse hangi hakiki sevgiden gıdalanıyoruz? Kendi sevgimizi,
doğal yeteneklerimizi kullanarak kendimiz üretiyor ve geliştiriyoruz. Bir de
işte o kanyonun kenarından sevgi soluyup verenlerin esintilerinden nemalanıyoruz
belki… Her daim süren oluş ve varoluşun esintileri… Havanın en ağır olduğu,
yaprağın kımıldamadığı anlar bile biraz sonra gelecek esintiye hazırlanış...