Sayfalar

12 Haziran 2014 Perşembe

E doğurdum seni, daha ne yapayım, sev beni işte…

Sevmek Zamanı, Metin Erksan, 1965

Var olmanın küre hali… Sevme ve sevilmenin potansiyel ihtimalleri… Sevmek Zamanı… “Sevdim, Sevdim, Sevilmedim…” "Ya sev ya öldür beni..." Marazi sevgi halleri…  Uzmanlık ve itinayla sevilir… Bir şeye gönül bağlamak, varlığın geri kalan sonsuz sayıdaki yüzlerinin her birinin önünde soyut da olsa eğilmeyi getiriyor beraberinde. Çünkü bu reverans, varlığın o yüzü yerine herhangi bir diğeriyle aşk ilişkisi içine girme olasılığı önündeki boyun eğiş. Dolayısıyla, varlığın bütün yüzleri kendisine âşık olunabilme ihtimali ve liyakatine potansiyel olarak sahip. Bu yüzden, zahiren dimdik bir ‘postür’, derinlerde içselleştirilmiş ve tevazuya eğik bir mekanizma barındırıyor olabilir. Bu, zihinsel bir algılayış ve kavrayışla da ilgili.
Diğerleriyle aşk ilişkisi içine girmenin potansiyel ihtimali, “bir gönle iki sevda sığmaz” evrensel kuralına aykırı değil. Sevginin boyutlarının geliştirildikçe keşfedilmesinin yolu, varlığın bir ve daha çok yüzüne sevgi yöneltmekle mümkün. Evet demek istediğim, sevgi öğrenilebilen ve üzerinde mütehassıslaşılabilen bir kurum.
 “Bu keşfin boyutlarının haddi hududu ne kadar?” diye sorulursa cevap sonsuz. Ama zamana tâbi olan insan tarafından bu potansiyel birine doğru ‘daha önce’ kinetize edilebilir. Ama unutulmamalı ki, varlığın diğer yüzleri olan diğer insanlar, hayvanlar veya bitkilere bu güçlü kemendin ‘daha önce’ fırlatılabilmesi teorik olarak hep olasıydı. Ama bu enerji bir hedefe doğru odaklanıp yoğunlaştırıldıktan sonra aslında aynı anda başkalarına da güçlü bir sevgi hissedildiği açıklıkla fark edilir. Buna, iki şeyi sevmek değil; sadece bir küre gibi farz edilebilecek varlığı, döndükçe ortaya çıkan sonsuz diğer yüzleriyle birlikte bütüncül olarak sevmek denebilir. İşte insanın bir bakıma sonluluktan azade olması diye bir şey varsa kaynağı bu sularda belki.
Bu nitelikte bir sevgi durumunda, karşılık, olmazsa olmaz şart diye aranmaz. Sadece enerji gönderilir ve yayılır. Karşılık alınsa da alınmasa da sevgi devam eder. Bu o kişiyi gurursuz da yapmaz, tam tersi, mutlu eder. Varoluşsal öz buradan devşirilir an be an.  
Devasa bir kanyonun kenarına tek başına oturmuş ve ayaklarını uçuruma doğru sarkıtmış bir tanburi hayal edilsin. O nağmeler, ah ü eninler, karşıdan sürekli akis bulur. Kanon gibi… Klasik anlatılardaki Defoe’nun Crusoe’su, İbn-i Tufeyl’in Hayy bin Yekzan’ı gibi. Böyle beslenen birinin sazının telleri, daha pek mızrap darbelerine muhatap olur. O kanyondan akıtılır boşluğa ve uzaya… Peşinen söylemeli, bu aşktan nasibi fazlasıyla tabii ki eşleri ve yakınındakiler alır bu kişilerin. Bununla birlikte, doğuştan gelen sevgi yeteneğinin sanata dönüştürülmüş halleri olan bu sözler, tınılar ve rüzgâr, şarkının anadilini anlamayanlara dahi erişir. Burada sanattan kasıt müzik değil sadece. Sevmenin sanatsallığı. Tüm sanat dallarında olduğu gibi yetenek kâfi değil. Bolca disiplin ve egzersiz gerek. Tekrarlıyorum, onu kimse dinleyemeyecek olsa da, yani o kanyona bir ömür boyu ondan başka hiçbir kişi uğramayacak olsa dahi o şarkısını söylemeye devam edecektir. Çünkü o sevgisini sunmak için illa bir muhatap beklemez. Sevgiyi hiçliğe veriş... 
(Bazı) anne baba veya yârânı tenzih ederek söylüyorum; birçok kişi onların sevgisinden gıdalan(a)maz. Çünkü sevgi zannedilen, başka başka şeyler. Genç sevgililerin sevgiyi bilmemesine dair duyulur bir şeyler de, iddiam bağışlana, birçok anne baba, evlat sevme bilgisinden yoksun. Sevip de göster(e)memekten bahsetmiyorum; evet, çok basit, sevmenin sonsuz bilgisinden az da olsa ders alıp ezber edilmemişlik. Sevgi kelimesinin yerine ikame edilebileceğini düşündüğüm bir hayli kavram, olgu kullanılabilir burada. Birçok ‘sever’in sevgi diye iddia ettiği nevrotik ve marazi sanı...
Azımsanmayacak sayıda ebeveynin daha işin başından dünyaya çocuk getirme motivasyonu problematik. Bazı çocuklar, ebeveynini tekrar ettirmekten başka bir işe yarayamaz. Bazı çocuklarsa, ebeveynlerinin yaşayamadıklarının bizzat tatbik edilme alanları. Kimi, ânı ve kendini ıskalayan ebeveyn de anne babasıyla yaşadığı şeyleri çocuğuyla yineleyerek anne babasını yaşatmaya devam eder. Bazısı hormonların esiri. Oysa anne babalık bekleyen (ama sahiplenilmeyi değil dostluk uman diye vurgulamalı), bir dolu biyolojik olmayan ama aile olunabilecek çocuk var– bu bahs-i diger… Bazı çocuklarsa ­–sevme değil– sevilme ihtiyacının giderildiği araçlardan öte değil. E doğurdum seni daha ne yapayım, sev beni işte… Yarım yamalak sevilip yarım yamalak var olmak… Sevilmekten (varoluştan) şüpheye düşülen her ânın akabinde daha çok titremek üzerine çocuğun (çocuğun saçlarına ak düşse bile); alacak bir şeyler icat etmek ona; var olunduğu zannıyla yaşanacak bir miktar daha müteselli zaman…
Kimisi kaderine müdahale edebileceği bir varlık sevdasında, tanrılık etmeye yeltenmiş. Bu yüzden birçok baba veya ana, otoriteyi tesis ettiğiyle avunurken yaptığı, bir insanın kendi olmasını engellemekten başkası değil. Veya alt benliğini yeniden çocuğunda klonlamaktan başka bir fonksiyon icra etmez o kurumlana, kasıla ifa edilen riyaset.
Sağlıksız, parçalı, yaralı bir kişiliğin çocuğuna bakarken ne gördüğü veya bilincine, bilinçdışına veya ikisinin karışımına yansıyanın ne olduğu merak edilesi. Örneğin bazı hayvanların insanlara bakarken görme proseslerinin nihayetinde ‘kafalarında’ nasıl bir imaj oluştuğunu çok merak ederim. Yani onlar bize bakarken ne görüyorlar? Not: Bu konuda bazı bilimsel araştırmaların da olduğunu söyleyeyim ki zırvaladığım düşünülmeye. (İnanana! J) Velhâsıl, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında kopuk veya kelepçeli bir bilincin izdüşümleri mi görülen? 
Belki de eşini elinde tutabilmenin yegâne yolu çocuk veya ailesine, çevresine yaranabilmesinin. Toplumsal kabul veya statü kaynağı. İşte çocuğumla beraber büyür, olur gider, pişip kavruluruz diye uçuk ütopyalar peşinde olma hali. Kendini, çocuğuyla gerçekleştirme beklentisi içinde olanlar… Ezelî-ebedî yalnızlıkla başa çıkamayış… Anlam üretemeyiş… Ölüm olgusuyla yüzleşmeyiş… Diğer varlıklardan belki en ayırt edici yan, özgür iradenin, karar yetisinin ağırlığını taşıyamayış; çevre itkisiyle, baskısıyla yeni bir varlığa hami/le oluş.
Bazı çocuklar daha rahme düşmeden istenmezler içten içe. Bu belki çocuktan zahiren gizlenebilir ama bilinçdışı bunu basbayağı bilir. Çocuğu anneye bağlayan kordon; sadece kanı değil, bilinci ve bilinçdışını da transfer etmeye yarayan... Bilincin altı veya dışı, zaman zaman çığlıklarıyla kusar bunu bilince doğru; rüyada veya bir öfke nöbetinin hemen öncesinde veya durup dururken…
Ana gibi yâr olmaz ya; sevgili/nişanlı/evli psikolojisine fazla bulanmadım…
Öyleyse hangi hakiki sevgiden gıdalanıyoruz? Kendi sevgimizi, doğal yeteneklerimizi kullanarak kendimiz üretiyor ve geliştiriyoruz. Bir de işte o kanyonun kenarından sevgi soluyup verenlerin esintilerinden nemalanıyoruz belki… Her daim süren oluş ve varoluşun esintileri… Havanın en ağır olduğu, yaprağın kımıldamadığı anlar bile biraz sonra gelecek esintiye hazırlanış...