Sayfalar

Bert van Manen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bert van Manen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Eylül 2023 Salı

Bilardocu tek beden giyer mi? - Bert van Manen (9)

Sevgili Bert van Manen’in bu yazısının çevirisi birkaç gün önce yitirdiğimiz çok sevgili Naci Güçhan’ın ruhuna gitsin. Aslında beni yaklaşık bir sene evvel aradığında Manen’in “Blomdahl Çağı” kitabının dilimize çevrilmesi için bazı girişimlerde bulunduğunu anlattı. Ben de tevafuk, o yazıları bir süredir çok çevirmek istediğimden söz ettim Hoca’ya. Sonra hemen sevgili Mehmet Varlık’ı aradı, o da Manen’le iletişime geçti… Derken o günden beri, Manen’in özellikle gençlerin ve tüm bilardocuların mental sportif gelişimine çok faydası olan bu yazılarının dilimizde okunabilmesi için çalışıyorum. Bu yazı, bilardoda duruş, tutuş, vuruş gibi teknik konular üzerine yine zihinleri kışkırtıcı bir biçimde kafa yoruyor ve tekstildeki “tek beden” teriminden yola çıkarak hiçbir bilardocunun tek bedene sığamayacağının altını çiziyor. Umarım Hadise tınılı başlık ve bu başka sporlara da dokunan yazı ilginizi çeker. Çeviriye, sağ olsun, Semih Saygıner duruş tutuşuyla ilgili özel bir not da ekledi. 75. Dünya Şampiyonası’nda her biri çok sevgili Tayfun Taşdemir, Tolgahan Kiraz, Ömer Karakurt ve Berkay Karakurt’a canıgönülden başarılar dilerim. 

Semih Saygıner, 1982.
1964 doğumlu Saygıner bir keresinde, ilk duruş-tutuşunu geliştirdiği zamanlarda, 1976'da ülkemize gelen Belçikalı Ludo Dielis'in (1945-) gazetelerden birinde gördüğü fotoğrafını hatırlayan fotoğrafik belleğinin kendisine yön verdiğini söylemişti.—R.Ö

Belçika'nın iki büyük bilardo efsanesi Ludo Dielis ve Raymond Ceulemans

Bilardocu tek beden giyer mi?

Birkaç yıl evvel Belçika Ligi’nde ikisi de Freddy adında iki bilardocunun maçını izliyordum. Evet, adları aynıydı ama tıpkı Laurel & Hardy’nin ikizleri gibiydiler. Büyük Freddy 1,93’tü ve hayli kiloluydu: Dağ gibi adam yani. Küçük Freddy ise topuklar dahil 1,60’tı. Yemekle arası nasıl mı? “Az yiyen olur veli” cinsinden bir âdem işte. Her ikisi de iyi, deneyimli oyuncular: 0,750-0,900 arasında bir yerlerdeler. Merak bu ya, maç bitince gidip ikisinin de ıstakasına bir bakayım dedim. Ne desem beğenirsiniz? İkisi de aynı boy, aynı ağırlıkta. 

Bir bakıma tuhaf bir şey değil mi bu? Yüzden fazla kot bedeni üretilir, fakat ıstakaya gelince “herkese tek beden”! O ıstakaya uyum sağlamak, onunla topları nasıl zaptedeceğini öğrenmek oyuncuların marifetine kalıyor. Şayet ortalama bir boyun cismin varsa ne âlâ. Fakat örneğin, bizim Freddylerden bunu istemek haksızlık. Rahat (ve düzgün) bir vuruş yapıp hassas bir isabet sağlayabilmeleri için ıstaka tutuş ve duruşlarına ince ayar çekmeleri şart. Diz ve dirseklerin bükülme derecesi, sırtın kavisi ve hatta kafanın duruşu. Nitekim iki bilardocu bile aynı atış karşısında aynı pozisyonda durmaz. Ama mesele atışı sayıya çevirmekse çoğu oyuncu bunun üstesinden gelir. Bazıları az yürünse de Roma’ya çıkan yollar çoktur.   

Bir bilardo atışının icrasında çok az hatadan ucuza kurtulabilirsiniz. Başınızı oynatıyor, köprü elinizi kaldırıyor, ıstakayı sağa sola sallıyor musunuz? Bunlar oyununuzu berbat eder, ilerlemenize ket vurur. Ya kurallara boyun eğersiniz ya da bedelini ödersiniz! Ancak açıkça söyleyeyim, bir atışa hazırlanırken farklı vücutlar farklı şeyler yapmaya mecburdur. Evet, kurallar var, tamam. Fakat sıklıkla ve itinayla çiğnenirler kendileri.

Bir Belçikalı oyuncu var, duruşu o kadar dik ki atış esnasında kafası, ortalamanın 10-15 santim üzerine çıkar. Garip, yapay ve rahatsız gözükür. Acaba bilardoya başlarken düzgün bir hoca bulma şansına nail olamamış mı dersiniz? Kurt Ceulemans’tan bahsediyorum, kimin oğlu olduğunu elbette biliyorsunuz, Raymond Ceulemans’ın. 1,3 genel ortalamaya sahip korkulu bir rakiptir kendileri. (Efsane’nin oğlu Kurt Ceulemans’ın kendisine özgü duruşu için: https://www.youtube.com/watch?v=OLBHa2czCYI&t=262s)

Bir de göğe merdiven dayamış Hollandalımıza bakalım. (Onun ıstakası da normal ebatlarda bu arada!) Atışlarda yeterince eğilme sorunu var bu adamın. Dizlerini bükmekten hoşlanmadığı aşikâr, bu yüzden bacaklarını açıyor. Öyle böyle değil. Leylek gibi! İnanın bana, biraz daha açılsalar aralarında saat farkı oluşacak! Hadi canım, böyle atış mı yapılır yav, demeyin. Yapıyor, onun adı Dave van Geel, hem de 1,2 genel ortalamasıyla tertemiz bir 3 bantçı. (Daha birkaç gün önce özel bir turnuvada kürsüde gördüğümüz Sevgili Furkan Şenel’in kulakları çınlamış mıdır?—R.Ö)

Bir de Amerikan bir oyuncu var, onun için de şimdiye dek gördüğüm “ıstakayı en tasarruflu kullanan” oyuncu diyebilirim. İster avanta (ticky) atsın ister beş bant, sağ eli ıstaka gövdesinin ortasındadır. “Ziyan bir teknik, bu tutuşla kaliteli vuruşu rüyasında görür!” mü dediniz? Kendisi 2005 ABD Şampiyonu Sonny Cho, 1 ortalamanın epey üstündedir ve oyunu hem kudretli hem de hoştur. (Sonny Cho’nun tutuşuna göz atmak için: https://www.youtube.com/watch?v=C8_wsHUy1Nk)

Temkinli olmak adına şu anekdotu da aktarayım. Yetenekli fakat eksantrik John van der Stappen bir lig maçındaydı, o gün uzatma parçasına başvurmak durumunda kaldı, o parçayla üst üste üç atış sayı yaptı. “Bu iyi geldi,” dedi maçtan sonra. Birkaç hafta sonra kendisine özel, 160 santimlik özel bir ıstakayla çıkageldi. Tüm sezon o özel ıstakayla oynadı. 140 santimlik ıstakasıyla genel ortalaması 1,1’di, 160’lıkla kaç oldu dersiniz? Yine 1,1! Güney Amerika’daki Surinam’ın başkenti Paramaribo’nun en iyi oyuncusu şu an.

Esrarengiz yetenek Filipos “Nefis Titreşimler” Kasidokostas’tan söz etmedim bile. 2009 Dünya ve 2012 Avrupa Şampiyonu. O yaptığı şeyleri nasıl yapıyor, hiçbir zaman almayacak zavallı aklım.

(Kasidokostas’un başka bir akıl almazlığı için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/search?q=kasidokostas)

Yine de şeytan dürtüyor, şu soruyu sor, diyor: “Eyvallah, bu oyuncular kendilerine has stilleriyle oyunlarını olabilecek en iyi yere götürdüler, ancak daha düzgün bir duruş ve daha geleneksel ıstaka tutuşuyla daha da güçlü olabilirler miydi?” Bakın, bu doğru bir önerme midir, emin değilim. Şuna ikna değilim ki kitabi bir duruş olsun, kopyalanıp çoğaltılsın da öğretilsin. Sanırım, duruş ve vuruş tekniği meselesi şahsi bir hadise, nihayetinde literatürün dediği değil vücudun ve beynin dediği oluyor.

Belki Kurt, Dave ve Sonny’den daha az derecededir, fakat çoğu oyuncu bir şekilde normlardan sapar, ya böyle icap etmektedir, bu oyunu bedenlerinin şekil ve işlevlerine uydurmaları lazımdır, ya da bireysel yeteneklerini sonuna kadar kullanmaları gerektiğinden. Hatta güçlerinin bir kısmı bu kural ihlallerine “rağmen” değil, tam da bu sapmaları “sayesindedir.”

Elbette kimseye ıstakasını Sonny Cho gibi tutmasını veya Kurt Ceulemans gibi durmasını tavsiye etmem. Ve, bana sorarlarsa şayet, asla bu iki oyuncuya da “Farklılıklarınızı düzleyin,” demem. Öğrencilerime gelince; onlara iyi gelen duruş neyse onu bulmalarını söylerim, benimkini kopyalamalarını değil. Çocuklara öğretmek… O farklı bir olay: Onlara yerleşik temelleri verirsiniz. Ayaklar buraya, eller şuraya, baş düzgün! Yarın müzik yapmaları için onlara en iyi şansı verecek temel: DO-RE-Mi. Sonra kendi tarzlarını kendileri geliştirirlerse (nitekim çoğu beceriyor) problem yok. Yok, bir yetişkinsiniz ve bu oyunu senelerce oynadınız ve bir sebepten bazı ayarlamalar yapmak zorunda hissediyorsunuz: Bunları ufak ufak ve zamana yayarak yapın. Aman katı olmayın: yoksa içinizdeki (sezgisel) hesap makinesi buna ayak uyduramaz. Aksi takdirde şüphe zehri damarlarınıza ve beyninize yıllarca musallat olur. Ne yazık ki buna şahit oldum, bedbaht bir şeydir bu.

Teknik noksanlar ne kadar zararlıdır? Veya şöyle soralım: Kusursuzdan aşağı bir teknikle oyununuzu ne kadar yukarı çekebilirsiniz? Belli mi olur, belki Semih Saygıner olursunuz (ki ıstaka tutuşu bariz bir şekilde “çarpık”tı) yahut da Marco Zanetti (onun da sağ eli hiçbir antrenörün zinhar önermeyeceği biçimde yatıktır). Bu oyunun en efsanevi vuruşu Saygıner de, bilardoya damgasını vurmuş Zanetti de bireyci, türünün tek örneği ve normlardan sapan sporculardır. İşin gerçeği, tıpkı bizim gibi. Aslında bunun bize söylediği şey şu: Oyununuzda bir kusur olsa bile sınırınız ancak gök kubbedir. Steffi Graf hayat kurtaracak bir teknikten yoksundu: raketinin tersiyle üst falso veremezdi, ama ne gam, parlak bir kariyeri oldu Alman tenisçinin. Büyük İspanyol golfçü Seve Ballesteros bütün başlangıç atışlarında rakiplerine yaklaşık 30 metre verirdi fakat neticede hepsini sollayan o olurdu.

Bu fotoğrafta görüldüğü gibi tutuşu "kitabi" değil, kendisine özgü. Istaka, vücudundan açık. Manen'in de vurgulayarak belirttiği gibi bilardo literatürüne armağan ettiği mucit sayılarını hep bu "çarpık" tutuşla yapmıştır. 7 yıllık aranın ardından bilardo müsabakalarına döndükten sonra ıstakasını gövdesine gitgide yaklaştırmıştır.—R.Ö  

Hâlâ bir oyuncuya öykünmekte ısrar ediyorsunuz, ve Semih veya Marco bile dört dörtlük, kitabi bir örnek teşkil etmiyorlar, e ne olacak, rol model kim alınacak? Benim önerim (şimdilerde PBA’ya transfer olan) Sung Won Choi olur. Zanetti bu sporun bütün departmanlarında onun önünde ve Choi, hiçbir zaman Saygıner gibi ağızları bir karış açıkta bırakacak atışlar yapmayacak. Tamam, ama duruş, tutuş, vuruş diyorsanız mükemmelliğe bela şekilde yakın olan o.

Güney Koreli Usta Sung Won Choi
Bir Choi değil misiniz? Steffi’yi, Semih’i ve Seve’yi unutmayın. Kusurlu iyidir. Kusurlu iş yapar!

Bert van Manen 

Çeviri: Rifat Özçöllü 

Yazının İngilizce orijinali için: https://www.carom.gr/reblog/one-size-fits-all/

20 Nisan 2023 Perşembe

Berkay Karakurt’tan 1,200 Eşiğine Takılan Bütün Bilardoculara İri Lokma Bir Mesaj!

2023 Avrupa Şampiyonası:
1. Marco Zanetti 2. Berkay Karakurt 3. Torbjörn Blomdahl-Daniel Sánchez  

Berkay Karakurt sadece Avrupa kürsüsüne çıkmadı, Türkiye’deki ve dünyadaki bütün bilardoculara bir mesaj gönderdi. Hayırdır, ne mesajı? Hadi, “her şey toz ve gaz bulutuydu” evresine gidelim. Evet, bilardoya başlarsın, duruş, tutuş, vuruşlar belli bir kıvama gelir. Amerikanda topları deliklere bir bir yuvarlıyorsundur. Karambolde 20-25’lik seriler mi? Ne olacak canım, hepsi çorap söküğü gibidir. E sonra üç bant… Oooo, salonun müdavim amcalarına, ablalarına kafa tutmaya başladın. Sana bilardoyu öğreten abinle, babanla çekişiyorsun. Bir bakmışsın 0,600’lerdesin. Haydi, turnuvalarda deneyeyim şansımı dedin. Öyle böyle derken, geçti mi birkaç sene? Peki, “Abi şu ortalama muhabbeti nedir be, bi anlatsana ya” dediğin anı hatırladın mı? Ne diyordu söylemesi kolay ama becermesi zor formül? “İşte, her elde 1 sayı çekebiliyorsan 1 ortalamayla oynuyorsun demektir.” İçinden o naifçe bilenip hırslanarak mırıldanışın kulağına geldi mi? “Yapılır bu ya! Yaparım ben bunu ya! Niçin olmasın? Tabelada virgülün soluna 1’i yazdıracağım bir gün, herkes görecek?”

Sonra usta olduğun günler erişir. Mahallende, şehrinde, bölgende sayılı oyunculardansındır. Bırak bir maçta 1,000 üzeri oynamayı, yıllık genel ortalaman 1,200’lere varmıştır. Ancak bu başarı günbegün dirençli bir eşiğe dönüşmeye başlar. Yıllar geçer, o eşik engebeli patika, hendek, duvar olur. Uğruna verdiğin onca yıl bu 1,200 (haydi biraz daha zorladın 1,300, belki 1,400) dağına takılmak için miydi? Hoop! Küçümsemeyin bu eşiği! Bu genel ortalama eşiğinden nice kürsülere zıplanmıştır. Hatta Türkiye Şampiyonası’nda yürüdüğün dal kıyaktır, çeyreği, yarıyı bile görürsün. Ama final, şampiyonluk, Milli Takım, Avrupa, Dünya kürsüleri? İşte oraya sıçramaya yetişmez o eşik. Bu oyunun 2000’ler sonrası çağındasın çünkü.

Dikkat, bir oyuncunun bütün sene boyunca katıldığı turnuvaların genel ortalamasından bahsediyorum. Dünyada bu istatistik kaleminde 1,500’ün üzerinde kaç kişi var? Siz bakmayın canlı yayındaki yorumcu hocamızın, biraz bol keseden, “bu oyuncuların genel ortalamaları 2,000’in üzerinde” dediğine. Bütün evrende yıllık ortalaması 2,000 üzeri ya 1 ya da 3 oyuncu ya var ya yok. Hatta aşağı yukarı aynı cümleyi “1,900 üzeri” için de kurabiliriz. Bert van Manen bu istatistikleri sürekli paylaşıyor, bakabilirsiniz. Ya, söz konusu ettiğim 1,200 eşiğinin üstü? Orası güçlü bir arzu, kararlılık, odaklanma ve gayret ister. Daha derin bilgi, sürekli revizyon, istikrar, disiplin, bolca seyahat, tutku, ego terbiyesi, bilgelik... Hayatını, eşinle, çoluğunla, çocuğunla ilişkini o uğurda dizayn etmeni ister. Sponsorların gözüne çarpıp profesyonelce diyaloglar kurmanı ister. Aman efendim, bilardo demişler ona, kıskançtır kendileri, çokça sevilmek ister…

Sevgili Berkay son birkaç senede arzuyla çabalayarak, bu oyuna sevgi vererek bu eşiği kırdı. Avrupa Şampiyonası’nda 1,605 turnuva genel ortalamasıyla 2. oldu. Peki, “Bilardo Âlicenapları” altta kalır mı, kalmaz elbet. Âşığına ikramlar sunacak mutlak. Öyle ya, bu eşiği geçenin ikramı ne ola ki? Onu aşana sormak lazım ama… İşte bu saydığım zor ama tatlı engellerin=lezzetlerin hepsinden bir miktar keyfetmek var. Evet, o “ister de ister” dediklerimi vermenin kendisi de bir keyiftir zaten. Yani yolun kendisi ödüldür. “Kısmet oldu,” demek yetmez. Berkay kısmeti için çalışıp hem yolu gördü hem de yolun sonundaki meyveyi. Bu lezzetleri on yıllardır duyumsayanların yanında yamacında kürsüye çıktı. Dilerim bu lezzetlerden daha çok tadar. Daha çok yol aşar. Ve eşiği atlamak için gayret edenlere daha çok ilham olur. Tebrikler.

Not: Hem sonuçlar hem de organizasyon anlamında başarıyla tamamlanan Avrupa Şampiyonası’yla ilgili bu üçüncü yazım oldu. Devamı gelecek. UMB-PBA ikiliği ve bilardonun geleceğiyle ilgili kafamı kurcalayan konular var. Bugüne kadar yazdığım veya çevirisini yaptığım bütün yazılar hunkarbegenmedi.blogspot.com sitesinde.
Bir rica: Yazılarım için, sözlü olarak dile getirdiğim her yorum için ciddi EMEK sarf ediyorum. Kaynak gösterilmeden kullanıldıklarına şahit oluyorum, lütfen telif hakları konusunda hassas davranalım.

Rifat Özçöllü 

 

 

4 Şubat 2023 Cumartesi

Ey Bilardocu! Rakibinin Zaaflarını Bil! - Bert van Manen (8)



Rakibe değil kendinize odaklanın, derler. Elbette doğru ama bazı rakipler, sizi KENDİ ayarlarınızdan çıkarabilir. O yüzden ısınma süresinde masayı çözerken rakip analizi yapmayı da unutmayın.😊 Dünya Kupası öncesinde Bert van Manen'in bu keyifli yazısına kulak vermek hoşunuza gidecek.
Bu arada Bilardocu Kadın filminin afişinde gördüğünüz Famke Janssen'in canlandırdığı karakter, yazıdaki 3 tipe de girmez (Natürel, Profesör ve Takoz). O bir antikahraman, anne ve iyi bilardocu! 

***  

Bir bilardocunun bayıldığı şeylerden biri iyi skor üretmektir. Her 0,500’lük oyuncuya arada sırada o 0,750’lik maçlardan denk düşer. O oyunlar beyne kokain gibidir adeta. Bir akşamlık da olsa oyuncuya 0,750’lik oyuncu hissettirir kendisini. 

İyi oynamak kadar bağımlılık yaratan bir şey daha vardır, hatta ona daha çok tavızdır: maç kazanmak. “Kaybetmem çok mühim değil, sonuçta iyi oynadım.” Peh, bunu süt çocukları söyler ancak. “Kardeşim 123 ıstakada bitmiş beni ırgalamaz. Kazandım mı, sen ona bak!” Vay be, taş fırın erkeği konuşuyor! (Evet, yalan söylüyor ama kulağa da hoş gelmiyor değil hani.)

Kazanmak istiyorsan gücünü topla. Olabileceğinin en iyisi ol, ödüller peşinden gelecektir. Ancak aynı zamanda akıllı da ol. Korkma, rakibinin zaaflarını anlamaktan zarar gelmez. Bugünün tüyosu: Kimle oynadığını bil. Isınma süresi beş değil ON dakikadır. Senin beş dakikan + onun beş dakikası. Gözlerini dört açarsan o sırada bir şeyler kapabilirsin. 

Eninde sonunda karşılaşacağın birkaç rakip tipiyle seni tanıştırayım mı? 

Natürel 

Göz korkutucu bir rakip gibi görünüyor. Isınmaya başladı, izliyorsun, o da ne, hiçbir şey kaçmıyor elinden. Atışlarının yarısı temel sayılar. Her şey pürüzsüz, çabuk, akıcı. Pür sezgi, hesap mesap yok. Oooo, yedilik seri geldi! Koltuğundasın, daha bant atışı yapılmamış ama sen kendini saf dışı görmeye başladın bile. 

Ancak bir dakika! Karşındaki tüm sezondur seninle aynı ortalamada. Nasıl oluyor bu? Demek ki maç atmosferindeyken o rahat ısınma hallerinden eser yok. Bak, çözdün onu! Bilardoyu seviyor ama baskıya hiç gelemiyor.

Artık ne yapacağını biliyorsun. Maçı yokuşa sür ve onu rahatsız et. Seri düellosuna girişirseniz muhtemelen seni yiyecektir. O yüzden burada taktik devreye giriyor. Evet, müdafaadan bahsediyorum. İllet oluyor karotlara. Boz onun ritmini. Sezgilerine yaslanıyor o. Aksine, onu hesaplara, problem çözmelere zorlarsan, kaybolup gider oralarda. 

Evet, daha maçın başında rakibi olarak 3 bandın asap bozucu ve müşkülatlı bir oyun olduğunu ona hatırlatmalısın. Asfaltta kapışırsanız onunla baş edemezsin. Onu yokuşlu patikalara çekersen, unutma, kozlar senin elinde olacak. 

Profesör 

Bir Profesör mevzubahisse bunun en belirgin alameti, ısınma süresinde tek bir topla geçirdiği vaktin miktarıdır. Sağ dipten sol uzundaki üçüncü beneğe dikkatlice vurur, topun nereye düştüğünü iyice kontrol etmektedir Hoca. Ahanda sol dibe düştü!😊 Yetmez, bakmak istediği daha pek çok hat vardır.  

Aslında Profesör'ünki maça ısınmak değildir. Masa hakkında tüketici raporu hazırlamaktadır kendileri. O beş dakika boyunca aklının köşesine notlar alacaktır. Bilmem bu hatta ne kadar, bilmem şu pozisyonda ne kadar telafi payı gerekeceğini bilmek istemektedir.  

Profesörler bilardo evreninin en latif üyeleridir. Neredeyse her seferinde en zarif kaybedenlerdir onlar. Onlarla maç sonrası şu sayı öyleydi, diğeri böyleydi diye barda falan konuşmak büyük eğlencedir. Bilgileri çoktur. Çoğu öğretmendir zaten. 3 bandın ince ruhlu büyükelçileridir onlar. 

Ancak turnuva kazandıklarına hiç rastlanmaz. Hatta çoğu maçı kazandıkları da görülmez. Bilardonun şaşmaz bir bilim olduğunu sanırlar (halbuki değildir). Doğru atışı, doğru tempoyla aynen Ceulemans’ın kutsal kitabında tarif edildiği üzere vururlar ama kıl farkıyla kaçırırlar. Maç 39-37 iken veya belirli bir pozisyonda masa, seri oyuna müsait değilken taktik değişikliğine gitmek akıllarına gelmez. Çok zekidirler ama çok akıllı değil. 

Biraz aklıselimin varsa, doğaçlama yapabiliyorsan, ayakların yere basıyorsa on maçın sekizinde Profesör’ü dize getirirsin.

Takoz

Bu tip, ısınmalarda pek parlak görünmez, asıl tehlike de burada yatar zaten. Her zaman Takoz’u küçümsersin çünkü oyunu estetikten bayağı uzaktır. Beş atışını izleyip hemen yargını koyarsın: Ondan daha iyiyim. 

Doğru, öylesin. Ancak farkında olmadığın bir şey var: bu onun umurunda değil ki. İtibarınmış, statünmüş, Takoz bunlara hiç prim vermez. Sadece bu mu, sistemler, teknik disiplin, doğru atış tercihleri, bunlar da Hak getire. Tek hocası kendisidir ve umurunda olan tek bir şey vardır: tabela. O gün SANA harbiden berbat bir maç oynattı mı, senden daha iyi olduğunu düşünmesine yeter bu. Bunu söylemekten nefret ediyorum ama haklı.

Takoz her şeyi yanlış yapsa da sayısı olur. Istakası yukarı aşağı, sağa sola yalpalar; vücudu vuruş öncesi, sonrası hatta ESNASINDA oynar. Öyle sarsar ki uçaktan beterdir, kusasın gelir, “Hostes poşet lütfen!” diye feryat edersin. Hakem sayıyı saydı mı gerisi onu asla ırgalamaz. Onun silahı engin kazanma arzusudur.  

Birçok kez iyi oyuncuları yenmiştir, onların seviyesine çıkabildiğinden mi? Hayır, tersine, onları kendi seviyesine çektiği için. Ve unutma: Bay Natürel ve Profesör zaman zaman maç ortasında havluyu atıverirler, fakat müsabaka cetvelini imzalayana dek Takoz’dan kurtulamazsın. 

Bilardonun bu kötü çocuklarıyla nasıl baş edilir? Onlardan nefret etme! Nefret edersen ONLARIN ölümünü umarken zehri içen sen olursun. Bunun yerine yapacağın oyunu çok sevmektir. Yalnızca nefes al, anda kal ve sıranın sana geldiğini duyana kadar kulağın hakemde, bekle. Sıra sana geldi mi, keyif al, eğlen ve bilardoyu KENDİ BİLDİĞİN yordamla oyna. Koltuklarında beklerken Takozlar bile çaresizdir.

Bert van Manen
Çeviri: Rifat Özçöllü

16 Ekim 2022 Pazar

Asla aynı atışı iki kez oynayamayacaksın! - Bert van Manen (7)


Bert van Manen

Bert van Manen, yazının finalinde şöyle söylüyor: "3 bant HAYAT gibidir." Bu söz, Simon Kuper'in Futbol Asla Sadece Futbol Değildir adlı kült kitabını veya Serdar Akar'ın Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filmindeki merhum Savaş Dinçel'in meşhur "Hayat Futbola Fena Halde Benzer" repliğini çağrıştırıyor. Yazıyı okurken "bilardonun maviliklerine sürdüğünüz" hayatınızdaki galibiyetleriniz ve mağlubiyetlerinize tekrar uğrayacaksınız.

***

İnsanlar şu 3 bant bilardodan niye bu kadar büyülendiğimi bazen sorarlar bana. “Altı üstü bir oyun işte!” deyip eklerler: “40 senedir, bir bilardo masasında görülebilecek her pozisyonu hem de binlerce kez görmüşsündür. Sıkmıyor mu hiç?”

Hayır, sıkmıyor. İşin içinde olmayanlar için şu söyleyeceğime inanması zor olabilir ama hakikat şöyle: Ben hayatımda hiçbir pozisyonu asla iki kez görmedim! Müsaadenizle bu meseleyi ele alayım ve herhangi bir bilardo sayısının “tekerrür etme” olasılığına dair birkaç noktaya değineyim. Cevap %0’a çok yakındır.

• Bir üç top pozisyonu, bir masada 10 üzerinden 6 zorluk derecesindeyken başka bir masada 8 ya da 4 zorluk derecesinde olabilir. Masa karakterleri arasındaki farklılıklar öylesine önemlidir ki iyi oyuncular atış tercihlerinde bu faktörü göz önünde bulundurmayı ihmal etmezler. Masanın yol verdiği sayılardan ekmek yiyip, yokuş yaptığı sayılardan kaçmak zirve oyuncuların alametlerindendir. Atışın gerçekleşme yüzdesi onun her zaman ilk kriteridir: Neticede, bir sayının nasıl oynanacağına dair bir “anayasa” kaleme alınmamıştır. Yani ne demekmiş: Başka masa demek başka pozisyon demek.

• Masada herhangi bir şekilde yerlerini almış 3 top düşünün, bu yerleşimin naturasını bozmak için bırakın bir santimi bir milimetre hatta çeyrek milim bile yeterlidir. Hele iki top birbirine çok yakınsa. Kuvvetle muhtemel, o çeyrek milim, oynamanız gereken çözümü çok kez değiştirmiştir. O atış artık başka bir atıştır, “rahatça yapılabilir” bir sayıdan “deli işine” dönmüş olabilir veya tam tersi.

• “Bir profesyonel bilardo masasında üç top kaç şekilde dizilir?” sorusunun cevabı rahatlıkla milyarları bulabilir. Bu sayı, mantık sınırları dahilindeki artırmalı briç (auction bridge) veya satranç müsabakalarıyla kıyaslandığında olasılıksal anlamda daha düşüktür ama gene onlarla aynı astronomik evrendedir. Yine de şöyle bir fark vardır aralarında: Teorik olarak olası olan çoğu satranç veya briç deklare sekansı, pratikte herhangi bir anlam taşımaz. Hiçbir işlevleri yoktur ve asla gerçekleşmezler. Ancak bilardo topları hiçbir mantık tanımazlar, hayal edilebilecek bütün pozisyonlar olanca gariplikleri ve müşküllükleriyle masada GERÇEKLEŞİRLER.

• Bir de atışların bağlamları vardır. Diyelim ki sayı orta zorlukta, siz açılış ıstakanızdasınız ve 7. sayıyı vuruyorsunuz, burada hissiyatınızın yüksek olma şansı çoktur. Atışın kontrolü sizdedir ve güvenle vuracaksınızdır. Ya 40 çekilen maçta 35-18 öndeyken 17 farkı tükettiyseniz ve skor şimdi 38-37 ise? Evet, pozisyon aynı olabilir ama masadaki, aynı oyuncu değildir artık.

• Söyleyin bakalım, kırmızının yeri nerde, sarı nerde? Beyazla oynadığınızı varsayıyorum. Ekseriyetle önünüzde savunmaya yönelik pozisyonlar var ve bunları oynamaya bayılıyorsunuz. Ancak aynı pozisyon yine geldi, fakat sarıyla kırmızının yerleri tam tersine dönmüş, yani atışın hiçbir savunma değeri kalmamış. O pozisyonu aynı şekilde vurmaya kalkarsanız o sayı artık ya battın ya çıktın sayısıdır. Evet, toplar milimi milimine aynı noktadadır ama oyuncunun üzerindeki baskı çok daha ağırlaşmıştır.

• İşte size 3 bant pozisyonları hakkındaki en dudak uçuklatıcı hakikat: Hepsi ama hepsi tek kere zuhur eder. Aso hariç hepsi tek seferlik hadiselerdir. Masaya her geldiğinizde hayatınızda hiç görmediğiniz bir suretle karşılaşırsınız. Problemi tanır, çözümü hemencecik bilirsiniz. Ancak bu, o pozisyonu önceden gördüğünüz anlamına gelmez. Hatırladığınız yalnızca benzerleridir.

Bu konuyu yaratıcı ve berrak bir ifadeye kavuşturan New York’tan arkadaşım Ira Lee* oldu: “Az önce aldığın sayının SONUCU OLARAK topların asodaki (başlangıç atışındaki) koordinatlarına döndüğüne ne sıklıkla şahit oluyorsun?” Yanıt elbette: asla! Öyleyse geri kalan bütün diğer pozisyonların daha önceden orada OLDUKLARINI size düşündüren ne? Hayır orada değillerdi.

Bunu göz önünde bulundurarak, işin içinde olmayanlara 3 bandın neden her zaman taze ve yeni olduğunu, neden iki maçın aynı olmadığını bir şekilde anlatabiliriz. Zaten nasıl aynı olabilirler ki, iki atış bile aynı olamazken? Masaya geldiğinizde karşılaşacağınız şey bir meydan okumadır. Bir problem ama aynı zamanda bir fırsat. Çözmek için bir şansınız, faydalanmak için tek bir şansınız var, çünkü o fırsat hiçbir zaman geri dönmeyecek. Sayıyı yaparsanız mutlusunuz. Eğer kaçırırsanız, ümit edilir ki, muhtemelen daha bilge birisiniz.

Evet, buradan nereye varacağımı tahmin ettiniz değil mi? 3 bant HAYAT gibidir.

Oyun bize acımasızca gelebilir, fakat aynı zamanda esirgeyicidir de. Alkışları toplayıp yüreklerimizi ısıtan o muhteşem sayımız var ya, işte o, kaybettiğimiz maçtan bize “baki kalan hoş sadadır”. Her zaman başka bir şans vardır; öbür sefere daha iyisini yapabiliriz. [Size gelecekten bir sahne tasviri:] Yıllar yıllar geçmiş, bin maç kazanmış, binini de kaybetmişiz ama nihayetinde yalnızca tek bir rakibimiz olmuş. O rakibin kim olduğunu biliyorsunuz…

[*Çevirmen notu: New York’ta yaşayan Ira Lee, 2004’te hayatını kaybeden dostu ve efsane bilardocu Sang Lee’nin hatırasına Sang Lee Uluslararası Açık Turnuvası’nı başlatan kişidir. New York’taki Carom Café’de düzenlenen turnuva 2012’den beri Verhoeven Open adıyla devam etmektedir.]

Bert van Manen

Çeviri: Rifat Özçöllü

Yazının İngilizce orijinali: https://www.kozoom.com/en/billiard-carom/news/you-ll-never-play-the-same-shot-twice.html

4 Ekim 2022 Salı

“İlk binde bile değildir ama dünya üzerinde herkesi yenebilir.” - Bert van Manen (6)

Frans van Kuijk
Fotoğraf: Kozoom

Belçika Ligi: Frans van Kuijk Peter Ceulemans’ı 13 ıstakada 40-21 yendi!

Harika oyuncu Frans van Kuijk’in arkaplanına dair bir fikir vermesi için başka bir yazımdan bir cümle paylaşayım sizinle: “İlk binde bile değildir ama dünya üzerinde herkesi yenebilir.”

Aşağıdaki tabloda göreceksiniz, uzun kariyeri boyunca 18 kez 3,000 ortalamanın üzerinde oynadı, hatta bunlardan birisi kaybettiği maçın ortalaması (!).

Başka kahramanlıklarından da bahsedeyim mi? Bir 27’si (dünya rekorundan bir tahta eksik!), bir de 25 çekip bitirdiği bir Hollanda Ligi maçı var. Onun vuruşu yaygın bir mutabakatla, dünyadaki en akıcı vuruşlardan biri olarak kabul ediliyor. Öyle ki bilardonun basit bir oyun olduğunu düşündürerek sizi yanıltabilecek oyunculardan biri.

Bert van Manen 

Çevirmen: Rifat Özçöllü 

***

[Bir cümle de çevirmenden gelsin: 25 çektiği videoyu buldum, aşağıda, göreceksiniz: Frans van Kuijk’in oyunu kolayca söylenivermiş hissini veren, fakat aslında söylenmesi, taklit edilmesi çok güç olan bir şiir gibi.] 

https://www.youtube.com/watch?v=S1BtUgPDg98]

Frans van Kuijk'in 3,000 ortalama üzeri maçları
 
Yazı, "Bert's Billiard Page" Facebook grubundan alınmıştır:

Belgian League: van Kuijk beats Ceulemans 40 - 21 in 13.

For more background information about the wonderful player that Frans van Kuijk is, I refer to my column "Not in the top-1000, but he can beat anybody".

In the graph you'll see that he was over 3.000 average 18 times already in his long career, one of those was a losing (!) average.

Other heroics by FvK: a run of 27 (1 shy of the world record), and a closing run of 25. His stroke is widely considered to be among the most fluent in the world. He's one of those players who can trick you into thinking the game is simple.

17 Eylül 2022 Cumartesi

Bilardoda İlginç Bir Egzersiz Rutini: "DurKarSeyTek" - Bert van Manen (5)

Taşdemir - Caudron, Guri Dünya Kupası yarı final maçı, 2015

Yokuş çıkmanın iyi tarafı her virajdan sonra manzaranın giderek güzelleşmesidir. İyi 3 bant oyuncusu olmak da buna benzer. Tırmanışınıza başlayın, birazcık çabalayın, büyük resim hemen belirmeye başlayacak. İşte kendinizi eğitip oyununuzu geliştirmek için ihtiyacınız olanlar: Bir kâğıt parçası, bir kalem, iyi fare kullanan bir parmak ve Kozoom veya Five&Six aboneliği. Zaten hepsi mevcut, değil mi?

Bu “tüyo”yu yıllar evvel Facebook’ta paylaştığımdan bazılarına ikinci baskı olacak. Baştan özür. Ama bu egzersiz daha geniş bir kitleye ulaşmayı hak ediyor doğrusu. “DurKarSeyTek” (duraklat – karar ver – seyret – tekrarla) adını verdiğim bu rutin şöyle işliyor:

1) Kozoom veya Five&Six arşivine gidip hiç seyretmediğiniz bir 3 bant maçı bulun. Bu arşivler binlerce saatlik video içeriyor ve herkesin favori oyuncusu da orada bulunuyor. Kendinizi Caudron, Blomdahl, Jaspers videolarıyla sınırlamayın, yeter ki ortalaması sizden iyice yüksek bir oyuncu olsun. Taşdemir, Horn, Jae Ho Cho: Size harika bir rol model olabilecek oyunculardan ilk aklıma gelenler.

2) Bir dik çizgi çekip kâğıdınızı ikiye bölün, sol sütuna “Yanıldım”, sağ sütuna da “Bildim” yazın.

3) Videoyu başlatın. Toplar durduğunda videoyu duraklatın. Pozisyona bakın (acele etmeyin) ve bu atışı SİZ nasıl atardınız, kararınızı verin. 

4) Sonra oynata basıp oyuncunun tercihini gördükten sonra puanınızı sol ya da sağ sütuna işleyin. Yalnız egzersizimiz biraz katı: Örneğin, sayı 3 ya da 4 banttan olabilir dediniz; bu, ancak topun dolaşacak başka yolu yoksa kabuldür. Çifte şanslı durumlarda, mesela 3-5 atışlarında bile, tek olasılık seçebilirsiniz. 

5) Duraklatın. Maçın sonuna kadar bu döngüyü tekrarlayın. 

Diyelim ki 22 ıstakada 40-31 bitmiş bir Dünya Kupası maçı seçtiniz. Bu, (asoyu saymazsak) 113 adet karar vereceğiniz anlamına gelir. Çentiklerinizin yarısı veya fazlası sol sütuna (Yanıldım) gittiyse atış tercihleriniz biraz daha çalışma istiyor demektir. Eğer 75 veya daha fazla (*2/3 veya fazlası) çentik, sağ sütundaysa (Bildim) atış tercihleri anlamında zaten bayağı iyi bir oyuncusunuz. Ancak gördünüz mü, bu halde bile inanmayacağınız kadar sayıda yanıldınız. Yine de öğretici bir deneyim oldu değil mi? Seçtiğiniz üst kalibre oyuncunun niye “sizin” sayınıza yanaşmadığını kendinize sormayı da ihmal etmeyin. Evet, muhtemelen çevrenizdeki akranlarınız o atışı çoğu zaman öyle oynuyordur. Ancak sayıyı çoğu zaman YAPABİLİYORLAR mı?  

Sağ sütunda 100’ün üstünde bir skorunuz mu var? Yalan. Hile yapmayın.  

Tabii Jung Han Heo, Jeremy Bury ve Eddy Leppens’in bizden daha akıllıca tercihler yaptığını varsayıyoruz. Öyleler de zaten. Bütün bu kalburüstü oyuncular “yüzdeli” atışlara tecrübeleriyle vâkıftır. Üstelik kaçınılmaz tuşlardan, tribüne oynamaktan ve hakkınca efor sarf etmeden atış yapmaktan uzak durma disiplinindedirler. 

Makul başarı şansı olan bir şey bulamadılar mı, o zaman başka maharetleri devreye girer: düşük başarı yüzdeli bir atışı kaliteli bir müdafaayla birleştirmenin yolunu aramak.

Farklı oyuncuların farklı atışlarda ekstra beceri sahibi olduklarını da unutmayın. Yani Blomdahl’ın yüzdeli atışı, Jaspers’ın yüzdeli atışı olmak zorunda değil. Şayet SİZ belli çözümlerde iyiyseniz o becerinizi her halükârda kullanın. Ancak o sayı gerçekten oradaysa… Nafile yere değil. 

Hepimizin bildiği gibi, daha iyi atış tercihi, daha yüksek ortalamaya götüren en kestirme yoldur. Duruşunuz ve vuruşunuz üzerinde çalışabilir (ki bunu yapmalısınız zaten), farklı şaftlar, uçlar deneyip sistemler üzerine kafa yorabilirsiniz. Ancak daha iyi kararlar kadar oyununuzu şaha kaldıracak hiçbir şey yoktur. DurKarSeyTek alışkanlığı bana çok şey kattı, yeni sayılar öğrenmek anlamında değil ama en çok, yıllarca boş yere tutunduğum kalıplardan uzaklaşmak anlamında. 

Kozoom’un Kasa Dairesi’nde biraz gezinip kıymetli parçalar buldum size (tabii hâlâ görmediyseniz):

Jaspers - Haeng Jik Kim, Porto, Nisan 2015

Dick’in 2015’te çıkardığı en iyi maçlardan biri. Evet, Haeng Jik çenesine birkaç yumruk almak zorunda kaldı, ancak üzülmeyin, gelecek yıllarda çok kişiyi tokatlayacağından şüphem yok. 

Leppens - Caudron, Hooglede, Mayıs 2015 

Dördü Olimpik standartlarda beş heyecanlı set. 

Merckx - Blomdahl, New York, Temmuz 2013

Bu parçanın fiyatı dudak uçuklatır! TB’den fantastik bir 11’lik seri. EM’den daha da iyi bir 8’lik cevap. Öyle parçalar ki bunlar, ağzınız açık kalır!

Blomdahl - Jae Ho Cho, Bordeaux, Aralık 2015 

Birbirlerinin kabiliyetlerine şapka çıkartan iki oyuncu. 

Her iki şekilde de sonuçlanabilirdi. Gerçekten. Söz konusu olan dünya şampiyonluğu ve ölüm kalım atışları vuruyorsunuz, hangi atışı seçerdiniz? Maçın finalinde bunlardan birkaç tane var. Evet, TB zirveye çıkıyor ancak aman Allah’ım, o Jae Ho Cho nasıl kreatif bir dâhidir? 

Dong Koong Kang - Sanchez, Guri, Eylül 2015

Muazzam bir vuruşa sahip, gergin Koreli, 2008’den beri büyük bir vaatti ama kararsız bir seyir izledi. Şimdi parçalar yerine oturuyor ve büyükleri devirmeye başladı.

Taşdemir - Caudron, Guri, Eylül 2015  

Ferrari ve Lamborghini karşı karşıya! Olabilecek en iyisi! Galip gelenin “mental kudretine” ilişkin sonuçlara varmadan evvel, penaltılarda tuşlara öpülmekten sadece 1 mm’yle kurtulduğunu hesaba katmayı unutmayın (*Manen, “Sensey”in 7-6 kazandığı penaltılardaki 4. sayısını kastediyor).

Umarım “DurKarSeyTek egzersizi” hoşunuza gitmiştir. “Bir içki koy, uzat ayakları ve otur maçın başına”dan daha iyi geliyor kulağa, değil mi?

Bert van Manen

Çeviri: Rifat Özçöllü

Yazının orijinali: https://www.kozoom.com/en/billiard-carom/news/the-padeware-practice-routine.html

3 Ağustos 2022 Çarşamba

Kim Bilardo Milyoneri Olmak İster? - Bert van Manen (4)

Telefon Jokeri, Yarı Yarıya Jokeri, Seyirciye Sorma Jokeri... Bunların bilardoyla alakası ne ola ki? Maç anında, hele bir de gerideyken konsantrasyon, odaklanma ve tutumumuzu nasıl geliştiririz? Bert van Manen "Kim Milyoner Olmak İster" yazısında bu noktaları esprili bir üslupla ele alıyor.

Kim Milyoner Olmak İster'de Sosyal Medyaya Damga Vuran Olay! - İhlas Haber  Ajansı 6

Halen yüzden fazla ülkede yayınlanan, küresel çapta tüm zamanların en başarılı TV programı. Aslında bahsettiğimiz, eninde sonunda bir bilgi yarışması: Sandalyedeki yarışmacı gitgide zorlaşan sorular karşısında teste tabi tutulur. Aynı misal, biz 3 bantçılar da doğru yanıtları bulamadığımızdan kendimizi sandalyede otururken buluyoruz çok zaman. Neyi yanlış yapıyoruz acaba? Kim Milyoner Olmak İster’e (KMOİ) daha yakından bakınca bazı ipuçları belirdi kafamda.

Bilgilerinin yetmediği yerlerde yarışmacıların imdatlarına yetişecek üç “jokerleri” oluyor. 1) Yarı yarıya jokeri (50:50) 2) Seyirciye sorma jokeri 3) Telefon jokeri. Bilardoculara vereceğim püf noktası şu: KMOİ’yi hatırla ve tüm bu cankurtaranlardan UZAK DUR! Niye mi? Sıcak ve yağlı bir bardak buz gibi biranıza ne edecekse bu jokerler de oyununuza onu edecek ondan.

Bu yarı yarıya jokerini daha önce tartışmıştık. Masada yaşadığınız o kararsızlık anı vardır ya, işte bu joker tam da odur. Neticede bir “ara” atış vurmuş olacaksınız. Triple atacaksınız diyelim, çok rahat olmadığından 3 bantlık yörüngeden (uzun-kısa-uzun) hoşlanmazsınız (genelde çok uzun düşer), fakat atış 5 banttan (uzun-kısa-uzun-kısa-uzun) da pek rahat gözükmemektedir (bu sefer de kısa kalacaktır). 4 banttan da oynayabilirsiniz ancak o da çok hassas bir hattır, böyle atışları güvenle dolup taştığınız zamanlarda vurabilirsiniz ancak. Yoksa büsbütün farklı bir çözüm mü denemeli? Yok be! Hepsi de göze korkutucu ve zor geliyor. Sağ omzunuzdaki melek size olgunca davranıp kısa-uzun-kısa-uzun oynamanızı söyler (sanırım pozisyon kleps düz turnikeye de müsait –R.Ö.). Lakin solunuzdaki şeytan klasik fısıldamasıyla galip gelir: “Ne malum, belki hatalısın, sandığından biraz kısa veya uzun kalacak. En azından böyle daha yakın kaçacak hem aptalca da gözükmeyecek.” Ladees! Sayı gitti! Kaçacağını bile bile yanlış oynadın ve işte takıldın engele koşucu!  

Seyirciye sorma jokerinize giderken etrafınıza “Haydi bir destek!” diye bakınmaya başlarsınız. Salondaki zevat da kâinatın bugün size kurduğu komplonun farkına varmış mıdır acaba? Size kalan pozisyonları onlar da GÖRÜYORLAR mıdır? Sevgili takım arkadaşım, lütfen rakibimin balıklarını tek tek saydığını söyle, lütfeeen! Ben şimdilik 6 saydım ve bunların üstüne aldığı 13 basit sayı da cabası! Tabelaya bakıyorsunuz: 19 sayı geridesiniz. Sonra kalkıyorsunuz, karşınızda demir leblebi bir sayı, uğraşıyorsunuz didiniyorsunuz ama sonuç, kıl payı bir kaçış. İşte şimdi tiyatro başlıyor: Masada uzun uzun kalmalar, seyirciye bakmalar. Alnınızın ortasında kalın harflerle şu cümle yazıyordur adeta: “Hadi söyleyin, bundan daha iyisi vurulabilir miydi?” Sonra “elektrikli sandalye” cezasına çarptırılmış mâhkum gibi oturursunuz koltuğunuza. Takım arkadaşlarınızdan fayda yok. Hakemden, seyirciden medet yok. Hayat hiç de adil değil.

Telefon jokeriyse tam da maçın ortasında geri düşmüşken çağırdığınız cankurtaranlardandır (!). Arkadaşınıza yarın anlatacağınız hikâyenin provasını yapıyorsunuzdur. “Kanka bu maçı kazanmam imkânsızdı. Hiçbir şekilde toplar benden yana değildi. Aldığım bi brikoller vardı, onlarda da 2. top Hanya’da 3. Konya’da! Güya savunma yapayım diyorum, rakibe avanta kalıyor. Geliyor, abanıyor topa, sayı yok, ama bi bakıyorsun, üç top da banda yapışmış. O maçı çevirse çevirse Caudron çevirirdi, fakat beni aştı abi!” Köfteci bebekler gibi ağlamıyor ve daha sportmen bir oyuncuysanız konuşmanın şu versiyonu da var: “O gün rakip bana fazla iyiydi! Güzel bir dokuz patlattı, ardından da yedi çekti. Ne yapayım? O kadar da kötü değildim ama kazanmayı kesinlikle hak etti.” Maç esnasında kafanda dolaşan bu telefon konuşmalarını hatırladın mı? Ve oyuncu koltuğunuzdan arkadaşınıza, antrenman partnerinize veya hayat arkadaşınıza söylemeyi oldum olası unuttuğunuz bir şey var. Ben size hatırlatayım:

Maç daha bitmedi!!!

Zorlu 3 bant kapışmalarından galip çıkmanız için hep şimdiki zamanda, anda olmanız gerekir. Hâlâ devam eden bir maçın analizlerine başladıysan geçmiştesin demektir (ve kazanacağın yer orası değildir). Son sahneye atlayıverip kendine neden kaybettiğini açıklamaya başladınsa gelecektesin demektir (ve kazanacağın yer orası da değildir). Her iki durumda da kaybetme ihtimaliniz üç katına çıkar. Maçın başlarında yaptığınız hatalardan dolayı kendinizi dövmeyin. Bunun için yer ve zaman olacak, merak etmeyin: Eve giderken arabada veyahut antrenman masasında, ama YARIN! Şu an için önünüzdeki sayıyı yapmaya çalışın ve ardından geleni: Bu sizin tek JOKERİNİZ, tek CANKURTARANINIZDIR! Tabelayı, takım arkadaşınızı, o şapur şupur patates kızartması yiyen “sinir bozucu” çocuğu, hatta rakibinizi bile unutun. Evet, olsa olsa ikinci derece öneme sahiptir rakip. Hayatınızı alakadar eden tek şey, işte şimdi, işte burada, masada çözüm bekleyen sayıdır. Ve yapabilirsiniz, o donanım sizde var. Kim durduracakmış sizi? Rakip koltuğunda oturuyor. Oyun sırası sende!

Bert van Manen

Çeviri: Rifat Özçöllü 

Yazının İngilizce orijinali için: https://carompedia.com/blog/2016-3-who-wants-to-be-a-millionaire/

11 Temmuz 2022 Pazartesi

Kuyudan Çıkmanın Asil Sanatı - Bert van Manen (3)

Güney Koreli yetenek Jae-Ho Cho Fotoğraf: Kozoom

Bazen düşüşler yaşarız, bazen küseriz ama bu spora duyduğumuz o gönül bağı düştüğümüz kuyunun dibinden eninde sonunda çıkarır bizi. Tabii ki aşkımız en büyük motivasyonumuz ama elle tutulur metotlara da ihtiyacımız var. Bunun için üstat Bert van Manen'e kulak verelim.

Kuyudan Çıkmanın Asil Sanatı

Hepimiz aynı yoldan geçtik: “Ani düşüş”. Haftalar aylar geçer, hiçbir şeyi doğru dürüst yapamazsınız, ortalamalarınız standartlarınızın epey altında seyreder. Bayağı uğraşırsınız ancak topların dediği dedik gibidir. Bantlara yapışırlar, olur olmaz noktaları bulurlar veya birbirlerini perdeleyerek pek bir şey bırakmazlar size. Sizi en çok ifrit eden işte bu korkunç bahtsızlığınızdır. 61,7 milimlik bir delik görsünler, o 61,5’lik toplar o deliğe girerler çıkarlar, hem de kaç kez ardı ardına. “O kadar da iyi vurdum, nasıl kaçıyor ya! Hem de üç kere üst üste! Beni buluyor ya! Bin defa vur böyle kaçmaz! Kâinat bana komplo kurmuş!”

Kuyunun dibinden çıkma safhasına geçmeden evvel bu kaçan talihsiz sayılara dair bir çift söz edeyim: Olmaz ya, kırmızı ışıkta yaya bekliyorsunuz ve önünüzden ilk geçen araba 1963 Jaguar E-type modeli oluyor. O da ne, ikinci geçen de 1963 Jaguar E-type modeli, hatta üçüncüsü de.* İyisi mi şöyle anlatayım: a) Ya az önce manyak bir tesadüfe şahit oldunuz, ya da b) bu üç Jaguar’ın oradaki varlığına dair mantıklı bir açıklama olmalı.

Hadi gelin o üç “inanılmaz” kaçışınızın ardındaki mantığı arayalım.

* Burada Manen, 24 saat süren Le Mans (Fransa) spor otomobil yarışlarına atıf yapıyor. Jaguar E-type’ın üzerine bina edildiği Jaguar D-type modeli, gerçekten de 1955, 1956 ve 1957’de üst üste üç kez bu yarışı kazanmıştı. Yani başarısızlık da tesadüf değil başarı da. Bu ünlü yarış üzerine birkaç film var, sonuncusu Christian Bale ve Matt Damon’ın başrolünü paylaştığı 2019 yapım Ford v Ferrari (Le Mans ‘66). 😊

Düşüşteyken yaptıklarınızı sayayım mı? 
  • Basit sayıları öyle bir oynarsınız ki ardından kalan pozisyon berbat mı berbattır.
  • Topları ya banda yapıştırır ya da fecaat bölgelere gönderirsiniz (en barizlerinden birini, iki topu karşı kısa bandın ortasına gönderdiğinizde yaşarsınız!). Ve en mühimi:
  • Sayıyı 3 banttan mı 4 banttan mı alacağınıza karar veremezsiniz ve “arada” bir atış yaparsınız ki bu sizi doğruca deliklere, gediklere yollar. Hem de defalarca… Halbuki topların kabahati yok, siz nereye yolladıysanız oraya gidiyorlar.

Velhâsıl, tezgâhı kuran kâinat falan değil. Ne geliyorsa başınıza, sebebi sizsiniz. Kendiniz ediyor kendiniz buluyorsunuz. Bu arada: top her seferinde gidip o deliği bulmaz. Kafaya vurduklarınız saniyeler içinde unutuluverir ancak ah o kaçanlar var ya işte onlar bir türlü zihinden çıkmaz.

Düşüşten çıkmanın bir yolu var mı? Elbette, hem de her zaman işe yarayan bir yol: ZAMAN. Öyle ama doğal olarak bizler süreci hızlandırmanın yollarını arar dururuz. Ve bu yollar mevcuttur da.

Haftalarca ya da aylarca zayıf oynamak teknik bir problemden de kaynaklanabilir psikolojik bir meseleden de. Veya ikisi birden. Bu durumda birincisini tetikleyen genelde ikinci etkendir. En kötü senaryodaysa bir aşağı sarmal oluşturmak için ikisi de birbirini besler.

Teknik konuları halletmenin pek çok yolu var ve her zaman problemi tespit etmek ve tanımlamakla işe başlamalısınız. Temellerinizin (duruş, sağ ve sol el) yerinde olduğunu varsayacağız. Şayet değilse: Tez bunu kabullenin! Ve yardım alın.
  • Kendinizi aynada veya videoda izleyin.
  • İyi bir oyuncudan sizi izlemesini ve yorumda bulunmasını rica edin.
  • Istakanızı geliştirmek için hayran olduğunuz bir oyuncunun videolarından ilham alın.
  • Antrenmanda basit sayıları daha iyi yapmaya odaklanın. Zor sayılar peşi sıra gelecektir ve inanın, onlar basitlerin yarısı kadar bile önem teşkil etmiyor zaten.
  • Antrenmanda ortalamayı falan unutun. Toplara kaliteli bir şekilde vurun. Şimdilik tek ödeviniz bu.
  • Kendinizi test etmek mi istiyorsunuz? Falso ve kleps gerektiren orta zorlukta bir atış koyun masaya, birkaç denemeden sonra köprü elinizin yerini iyice belleyin. Şimdi iki sigara alın (tabii ki başkasının paketinden, çünkü biz sigara içmiyoruz) ve ıstakanızın ucunun 15 cm önüne, şaftınızın da 2 mm sağına ve soluna gelecek şekilde bu sigaraları çuhaya dikin. Ve atışı gerçekleştirin. Sayıyı yapıyorsanız ve sigaralar hâlâ dik duruyorsa teknik problemleriniz neredeyse halloldu sayılır.
Zihin sabit disk gibidir, bazen iyi bir temizliğe ihtiyaç duyar. Düşünceleriniz toksikleştiyse ve masadayken duygularınız çoğunlukla negatifse birçok lüzumsuz bit ve baytı atıp sisteminizi yeniden başlatmanız gerekir. Zihninizi doğru rotaya oturtmak ise fiziksel bir zindelik hissiyle başlar. Jaspers’ın sevdiği gibi parka koşuya gidin veya yüzün. Saunada biraz vakit geçirin. Stresinizi azaltan, enerjinizi yükselten her neyse artık...

Temizlikler henüz bitmedi. Bu oyunu sevme nedenlerinizle tekrar irtibata geçmelisiniz. Hem göze hem kulağa hitap eden 3 bandın saf güzelliğinin verdiği o keyif, bütün bilardocuları buluşturan bir nedendir.
  • Masayı elektrikli süpürgeyle temizleyin ve acele etmeyin.
  • Bir dolunay gecesinde baykuşun gözleri gibi parlayana dek topları cilalayın.
  • Şaftınızı, ıstaka lastiğinizi temizleyin, eldiveninizi yıkayın. Çok ciddiyim, bunlar asla vakit kaybı değildir. Yatırımdır ve karşılığını alırsınız.
  • Yalnız olduğunuza emin olun. Düşüşten kurtulmaya çalışırken ihtiyacınız olan son şey seyircidir çünkü.
  • Ve ŞİMDİ antrenmana başlıyorsunuz. Bir görevi yerine getirmeye, bir şeyler elde etmeye çalışmıyorsunuz. Keyif almaya çalışıyorsunuz. İyi bir karar ve sağlam bir vuruşun yüzünüzde gülümsemeyle sonlanacak bir sayıyı getirmesi çok zaman almayacak, emin olun. Kuyuya ışık vurmaya başladı bile! 

Bert van Manen

Çeviri: Rifat Özçöllü

Yazının İngilizce orijinaline şuradan ulaşabilirsiniz:

https://carompedia.com/blog/2015-11-the-noble-art-of-climbing-out-of-a-ditch/

1 Haziran 2022 Çarşamba

0,600 Ortalamadan 1,600 Ortalamaya Uzun Bir Yol Gider - Bert van Manen (2)


Bert van Manen

The Blomdahl Era (Blomdahl Çağı) kitabı, kurucusu olduğu https://carompedia.com/ sitesi ve “Bert's Billiard Page” adlı Facebook grubuyla bilardonun sevilmesinde ve bu sporun kendisine has derinlikleriyle kavranmasında çok payı olan ve tüm dünyada büyük saygı gören Bert van Manen'in yazıları bundan böyle Türkçe çevirileriyle bu blogda yer alacak. Dünyanın önemli bilardo coğrafyalarından biri olan ülkemizde, geliştirdiği sistemleri dünya çapında tatbik edilen Murat Tüzül Hocamız gibi teknik kaynaklarımız var. Teknik bir temelle beraber bu sporun psikolojik dinamiklerinin kavranması da önem taşıyor. Bu oyunun psikolojik dinamiklerini de zarafetle okuyan Manen’in yazılarının sporcularımıza çok katkılar sunacağına inanıyorum. Öte yandan “ince bir görüşle” yakalanan noktaların aynı hassasiyetle dile döküldüğü bu yazıların daha verimli bilardo tartışmalarına ilham vereceğini de düşünüyorum. En başta Bert van Manen'e, bu konuda beni yüreklendiren Naci Güçhan Hocamıza ve Manen’le iletişim kurmamda yardımcı olan sevgili Mehmet Varlik'a teşekkür ederim. Manen bu yazısında ortalama bir salon oyuncusunun üst seviyeye tırmanış yolculuğundaki dört köşe taşı olan “O.T.T.T. Dörtlüsü Gerçeği”ni çok keyifli bir üslupla anlatıyor. İyi yolculuklar!

29 Ocak 2018 Pazartesi

Kasidokostas'ın Kahramanca Dirayeti! - Bert van Manen (1)

Komşumuz Filipos'a selam ve canıgönülden alkış!


Dün (28 Ocak) eski dünya şampiyonu Filipos Kasidokostas Yunanistan Şampiyonası’nı kazandı. Finalde, ezelî rakibi Nikos Polychronopoulos’u, 27 ıstakada 40-40 berabere biten kapışmanın ardından penaltılarda 4-3 yendi. Maçın en hayranlık uyandırıcı tarafı Filipos’un baştan sona ters elle mücadele etmesiydi. Biliyorsunuz Filipos, sağ elindeki titremeden dolayı yıllardır muzdarip ve dün tamamen sol eliyle oynadı!!! İlkin: Filipos’u kahramanca dirayetinden dolayı alkışlamak istiyorum. Bu, irade gücünün neleri alt edebileceğinin göstergesi değil yalnızca, onun ilahi derecede bilardo aşkının de delili. İkinci olarak da: Bu grubun üyelerine sormak istiyorum, “ters” elleriyle oynarken ne kadar iyiler? “Normal” elinizin %70’i kadar oynayabiliyor musunuz? Hadi yüzde ellisi?
Ben kıvırmadan itiraf edeyim: Ben görüp görebileceğiniz en kötü “ters el” bilardocularındanım. Benim genel ortalamam 1.000 sularında geziyor, sol elimle bir gün 0,350 vurabilsem ağzım açık kalırdı herhalde…
Ya siz?

Bert van Manen
Çevirmen: Rifat Özçöllü  
Yazı, "Bert's Billiard Page" Facebook grubundan alınmıştır: 
Yesterday, former world champion Filipos Kasidokostas won a Greek Grand Prix. He beat his long-time rival Nikos Polychronopoulos in the final, after a shootout: 40 - 40 (in 27) and 4-3. The most amazing fact about that match was, that Filipos has changed hands. He had been suffering from a tremor in his right arm for years, and now played with his left!
First of all: I want to applaud Filipos for that remarkable feat of resilience. Not only does it show you what willpower can achieve, it is also a testament to the depth of his love for the game.
Secondly, I want to ask the members of this group how good (or bad) they are when playing with the "wrong" hand. Can you play to 70 % of your normal average? Or maybe to 50 %?
I'll confess right away: I am one of the worst "wrong hand" players you'll ever come across. My regular average is around 1.000, and I'd be surprised if I could play 0.350 "lefty".
How about you?