![]() |
Florian "Venom" Kohler |
Gezegenler yaşamak içindir, sadece kupa almak için değil.
İçinde su bulunan Mars’ınız var, daha ne istiyorsunuz, yaşayın gitsin?😊
![]() |
Florian "Venom" Kohler |
Gezegenler yaşamak içindir, sadece kupa almak için değil.
İçinde su bulunan Mars’ınız var, daha ne istiyorsunuz, yaşayın gitsin?😊
![]() |
19'luk Seymen Özbaş 22 Yaş Altı Dünya Gençler Şampiyonu! |
Geçen Pazar Fransa’da bir Dünya Şampiyonumuz daha oldu: 2005’li Seymen Özbaş! 15'incisi düzenlenen 22 Yaş Altı Dünya Gençler Şampiyonası’nda Burak Haşhaş’tan sonra 2. şampiyonumuz. Semih Saygıner ve Tayfun Taşdemir’den sonra “3 Bant Ferdi Dünya Şampiyonu” unvanına sahip 4. bilardocumuz. Milli takımları dahil ettiğimizde şanlı liste büyüyor elbette. G. Koreli gençler bu şampiyonayı 8 kez kazandı. Bir G. Koreli’nin final oynamadığı sadece 3 final var. G. Kore hakimiyeti Burak’la çatlamıştı, Seymen çatlağı gediğe dönüştürdü! Seymen’in yarı finalde ikiye katladığı isim geçen senenin finalisti Alman Amir İbraimov’du. Finalde ise G. Koreli Jo Yeong Yun’u yendi. Aşağıda 15 şampiyonanın finallerini listeledim. Soldakiler galipler. Parantez içindeki sayılar, oyuncuların turnuva genel ortalamaları. Bu finalistlere ilaveten Sameh Sidhom, Berkay Karakurt, Gwendal Marechal, Denizcan Akkoca, David Martinez, David Zapata gibi 3’üncüler de var. 2012’nin gümüşü Ömer Karakurt ise geçen hafta antrenör koltuğundaydı. Yani isimler ve bu çocukların senyörlere terfi ettikten sonraki kürsüleri, koltukları ortada. Bu "junior"lar şampiyonası, eninde sonunda ışıldayacak cevherler barındırdı hep. Seymen’in şampiyonluk kürsüsünün ve şampiyonluk sayısı sonundaki çığlığının psikolojisine bakalım biraz:
Bir oyuncu spor kariyerinde büyük kürsüler istiyorsa onun, gençliğinden itibaren yapacağı iş, küçük büyük demeden kürsü kovalamak olmalı. Çünkü büyük kürsüyü getirecek olan daha küçük kürsülerin belleğidir. Bu, bütün sporlarda büyük yüzdeyle böyledir. Bu gençler sırf yetenekleri sayesinde mi kürsü görmüşlerdir? Yoksa gençliklerinde büyük arzuyla kovaladıkları kürsüler onlara özgüven temeli mi inşa etmiştir? Nice yetenekli oyuncular kürsü arzusunu içlerinde büyütemedikleri, o hedefi hayatlarında diğer hedefleri arasında –türlü sebeplerle– birinci sıraya koyamadıkları için ha 5-8. ha 9-16. ya da 17-32. sıralarda ama kürsünün “kenarlarında” dolanmakta. Demiş ya Saygıner, unvanını hak eden “spor gazetecisi” Banu Yelkovan’a, “Bilardo hayat gibi. İyiysen masadasın, değilsen kenarda” diye. İşte bu “iyi olma” arzudaki hakikilik ve hedefe sadakatle alakalı. Elbette Seymen’in bir diğer büyük şansı anne babası Elif-Ferhat Özbaş’ın ve Türkiye'deki bilardo ekosisteminin onun yanında olması. Geçenlerde sevgili Gülşen Degener’den Seymen’i bir cümleyle tarif etmesini rica ettiğimde “olağanüstü konsantre hali” demişti. Ben de şunları ekleyeyim: “Hayat gibi olan bilardoya” hörmette 😊 kusur etmeme hali. Onu ihmal etmeme hali. Kimseyle ve hiçbir şeyle aldatmama 😊 hali. Evet, bilardo kıskançtır, üstüne başka yâr koklayana kürsü vermez. En azından ikinci plana atma beni, der. Dolayısıyla, final sayısının akabinde yükselen çığlığını bir öfkenin tezahürü olarak değil de yıllardır süren çileli, cilveli bir yolun sonunda vecde kapılan sevinç sarhoşu, “zeki ve çevik” bir gencin çığlığı olarak duyabilirsiniz. Tebrikler Seymen! Tebrikler Türkiye bilardosu!
Dünya 22 Yaş Altı Gençler Bilardo Şampiyonası Finalistleri ve Genel Ortalamaları
2008: Javier Palazon (ES,
1,268) – Glenn Hofman (NL, 1,088)
2009: Javier Palazon
(ES, 1,252) – Glenn Hofman (NL, 1,159)
2010: Kim Haeng Jik (KR,
1,231) – Kenny Miatton (BE, 0,840)
2011: Kim Haeng Jik (KR,
1,211) – Kim Jun Tae (KR, 1,071)
2012: Kim Haeng Jik (KR,
1,638) – Ömer Karakurt (TR, 1,343)
2013: Jose Garcia
(COL, 1,287) – Jung Hae Chang (KR, 1,099)
2014: Adrien Tachoire
(FR, 1,096) – Cho Myung Woo (KR, 1,205)
2015: Kim Tae Kwan
(KR, 1,250) – Kim Jun Tae (KR, 1,286)
2016: Cho Myung Woo (KR,
1,276) – Shin Jung Ju (KR, 1,270)
2017: Anguita Carlos
(ES, 1,029) – Lee Beom Yeol (KR, 1,070)
2018: Cho Myung Woo (KR,
2,022) – Jang Dae Hyeon (KR, 1,300)
2019: Cho Myung Woo (KR,
1,792) – Ko Jun Seo (KR, 0,927)
2020-2021: Pandemi!
2022: Burak Haşhaş
(TR, 1,241) – Dimitrios Seleventas (GR, 1,100)
2023: Oh Myeong Gyu
(KR, 1,250) – Amir Ibraimov (GER, 1,021)
2024: Seymen Özbaş
(TR, 1,507) – Jo Yeong Yun (KR, 1,157)
![]() |
Dünya Kupası 30. Kez Dick Jaspers'ın Ellerinde |
Aslında 1990’lardaki bilardo devrimi de masadaki
cenderelerden çıkma arayışlarından doğmuştu. Modern bilardonun kurucusu olarak
görülen Blomdahl, 1990’lar ve 2000’lerde, karambol tekniğine sıkışmış bilardoya
yeni bulvarlar açmıştı. İlk defa karambolden gelmeyen, Amerikan (pool) temelli
bir oyuncu öne çıkmıştı. Havuzlardaki, triplelerdeki kalınlık yordamı Ceulemans’tan
farklıydı. Ters bant kullanımları ilham verici olmanın ötesinde bilardo
repertuarının önemli parçalarından biri haline gelmişti. Ekstra çözümler
denemekte pervasızdı. Tuşlardan farklı kaçabiliyordu. Kritik anlardan tek bant
brikollerle (düz veya ters avantalar), şemsiyelerle yüksek yüzdeyle
çıkılabiliyordu artık. Masada klasik düz turnike resmi dururken darbeli
kısa-uzun-uzun paternlerini görmeye başlayınca mal bulmuş Mağribî gibi
olmuştuk. Maksimum falso dışında yeni falso noktalarını keşfetmeye başlamıştı oyuncular.
Üst falsonun bazen açı daraltmada bazen uzatmada işlevsel olduğu daha çok anlaşılmaya
başladı. Falsosuz vuruş ve tempo karışımları çok farklı geometrik şekiller sundu
gözümüze. Karambol, oyuncunun daha az eğildiği, topun bantlara, köşelere yakın
tutmaya çalışıldığı daha yavaş tempolu bir oyundu. Caudron da karambol
temelliydi fakat daha çok eğilip oyunu köşe ve kenarlardan ortaya doğru kaydırıyordu.
Murat Tüzül gibilerden gelen yeni sistem önerileri Avrupa’da hesaba katılıyordu.
Semih Saygıner artistik branşından üç banda figür devşirip duruyordu. Ama bunu
maçın en belalı anında yapabiliyordu. Beş bantların hem çift turnike hem düz
hem de kesmeli varyasyonlarında 7-8 bantlık rotalara çıkıyor, çok farklı açılar
armağan ediyordu bize. Ayrıca Saygıner bu oyundan para kazanılabildiğini de
göstererek sporun profesyonelleşmesinde de rol oynamıştı. Yeri gelmişken, o
yıllarda 3 banttaki yeniliklerin Türkiye’de anlaşılmasında, İstanbul’daki dünya
kupası organizasyonlarıyla rahmetli Bora Karatay’ın, yayınları ve çevirileriyle
rahmetli Avni Köksal ve sevgili Suat Boztepe’nin, bu kitaplara aynı zamanda
teknik ressam olarak çizim katkıları veren Yılmaz Özcan’ın ve Bilardo Magazin
dergisiyle merhum Ali Yılmaz’ın önemli payı olduğunu analım. Velhasıl, karottan,
savunmadan hiçbir zaman vazgeçilmedi, vazgeçilmeyecek ancak bu icat-çözümler
süreci öylesine dizginlenemiyordu ki bilardo değişti, oyunun hücum karakteri ve
seri oyunu (position play) kavramı iyice ciddiye bindi. Ceulemans, Dielis, Bitalis,
Kobayashi, Komori Ustalar bayrağı yeni kuşağa devrediyordu…
![]() |
Genç Blomdahl |
![]() |
Tayfun Taşdemir yine en iyiler arasında |
Ya Porto’nun şampiyonuna ve bilardonun ana sütunlarından
Jaspers’a gelirsek: Yıllardır, ancak teoride mümkün dediğimiz, kimsenin atmayı akıl
kârı bulmadığı, kılı kırk yaran düz veya kesme tek bantlarda inanılmaz yüzdeler
yakaladı. Maçlarında ek süre haklarını yerinde ve stratejik kullanarak çok
“tuhaf ve gıcık” pozisyonlardan çok leziz ekmekler çıkarıp fark yaratmayı bildi.
Antrenman günlükleri tuttu, profesyonel tavır, disiplin ve istikrarın sembolü
oldu. Bilardoda “normal” insanlar gibi “zoru zor göstermenin”, masa başında taş
işçisi gibi çalışmanın işe yaradığını bize yaklaşık 30 yılda 30 Dünya Kupası kazanıp bir spora damga
vurarak, modern bilardonun en dişli oyuncusu olarak kanıtladı.
Ben toplarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan Caudron ve Cho’dan da, avını yakalayabilmek için bütün ormanı katetmekten erinmeyen Jaspers ve Çenet gibi “yırtıcılardan” de zevk alıyorum. Podyuma tırmanma serüvenlerini hayat yolculuğu haline getirmiş Yılmaz Özcan, Turgay Orak, Tolgahan Kiraz, Gülşen Degener, Müjde Karakaşlı gibi hikâyelerden de etkileniyorum. (Bu liste uzar gider.) Bilardo izlerken tüylerinizin diken diken olması için sadece Caudron ve Cho’nun “zoru kolay gösteren” karambolvari yüksek serilerini bekliyorsanız çok şey kaçırıyorsunuz. Veya hazzınızı Taşdemir, Sanchez veya Tran’ın ultra-teknik yüksek serilerine endekslediyseniz yine kendinize haksızlık ediyorsunuz. Size Blomdahl’ın maç içerisindeki “o” ritmini ve Saygıner’in “o” sayısını veya Merckx’in istatistikleri altüst edeceği günleri beklemeyin demiyorum elbette. Ama o tek bantları, ağızları açık bırakan brikolleri atarken Jaspers’ın gözünde, sokakta bilye oynarken kuma ip gibi hatlar çizen çocuğun aşkını görün ve hedefi vurduğunda siz de çığlık atmaktan utanıp sakınmayın. Tebrikler Tayfun, Tebrikler Caudron, Tebrikler Cho ve Tebrikler bilardonun gizli romantiği ve yırtıcı aslanı Jaspers!
![]() |
Cho'yu mağlup edip 30. şampiyonluğuna ulaşan Jaspers'ın sevinci |
Bu yazı sevgili Levent Özçöllü’yle yaptığımız sohbetlere çok
borçlu. Yılmaz Özcan taslağı okuyup kıymetli katkılar yaptı: Ordinaryusumuzu seviyoruz.
Mehmet Varlık bu yazıya bilimsel bir dokunuş yapmakla kalmadı, bu yazıdan başka
bir yazı doğurdu, sürprizimiz olacak, sabredin. Son olarak Ersan Ercan’ın
motivasyonlarının da değerli olduğunu eklemeliyim.
Rifat Özçöllü
Fotoğraflar: Five&Six, Kozoom, Imsvintagephotos
Bir spor dalında uluslararası bir turnuvada son 32’ye 9 oyuncuyla kalınca, ülke olarak bütün dünyaya “Zirveyi bırakmaya niyetli değiliz” mesajını vermiş oluyorsunuz. Hele, Son Dünya Şampiyonu (Bao), Son Milli Takımlar Dünya Şampiyonu (Q. C. Tran-Bao), Son İki Dünya Kupası Sahibi (Q. C. Tran - D. M. Tran) ünvanları Vietnam’a aitken bu daha da anlamlı. Nedense son zamanlarda, yabancı yorumlarda Avrupa, Türkiye, G. Kore ve Vietnam gibi dörtlü bir rekabet modeli öne çıktı. Oysa Avrupa’yı yekpareymiş gibi görmek bir yere kadar doğru. Avrupa ülkelerinin kendi içlerinde nasıl bir rekabet içinde oldukları unutulmuyor mu? Bu rekabetin ne kadar hıncahınç olduğu birazdan başlayacak Avrupa Futbol Şampiyonası’nda görülecek. Öte yandan yabancı yorumlardaki, Türkiye’yi Avrupa’ya ait olmasına rağmen yine de başlı başına bir ekol gibi görme eğilimi çok yanlış olmamakla birlikte tarihî eksikler de barındırıyor: Çünkü Osmanlı’ya gidersek karambolün bu topraklara girişi ve 1980’ler sonlarına gidersek üç bandın ülkeye girişi Avrupa üzerindendir. Bora Karatay, Semih Saygıner, Avni Köksal, Murat Tüzüller kuşağı Avrupa görgülüdür. Acem, dantel gibi bize has terimlerimiz olsa da birçok terimimiz Fransızca kökenlidir. Özellikle eskiden bilardoya karambolle başlanması âdeti, oyun tekniğimiz, fiziksel yapımız, İngilizcenin Asya’ya göre ülkemizde daha çok biliniyor olması, bilardo seyir atmosferimizin Asyalılar kadar ateşli olmaması bizi genel olarak Avrupa’ya daha çok yaklaştırır. Dahası, Ceulemans, Blomdahl, Caudron, Sanchez gibi Avrupalı oyuncular kendilerini bu Güneydoğu-Doğu Avrupa ülkesine ruhen yakın görüp Türkiye’deki kulüplerin oyuncusu oldular, turnuvalara katıldılar. Diğer yandan bizim oyuncularımız Asya’da da seviliyor. Bunda, Kore Savaşı’nda Türkiye’nin NATO üyesi olarak G. Kore cephesinde savaşması arka planı da söz konusu. Mısır’ın en iyi oyuncusunun bizim efsanemizle adaş olması gibi kültürel yakınlıklar da var elbette. Sonuçta bizim “ne Doğulu ne Batılı, her ikisi de” konumumuzu idrak etmiş olmaları gerçeklikten uzak değil elbette.
Öncelikle 9 oyuncumuza da (Tayfun Taşdemir, Tolgahan Kiraz,
Berkay Karakurt, Turgay Orak, Ömer Karakurt, Gökhan Salman, Muammer Rahmet,
Volkan Çimentepe, Denizcan Akkoca) başarılar diliyorum. Ömer’in formda olması
çok sevindirici. Yeni kuşağın önemli beklentilerinden. Yıllardır didinen
Muammer Rahmet’in bu seviyeye gelmesi, ısrarın ne kadar işe yaradığını
gösteriyor. Volkan Çimentepe sürpriz, bilardoyu sevdiği su götürmez, psikolojik
parametreleri de yönetebilirse neden olmasın? Gökhan Salman bilgi ve
tecrübesine yıllardır yatırım yapıyor, karşılığını alması eli kulağında olsa
gerek. Denizcan Akkoca’nın bu kadar çabuk son 32 görmesi yine kayda değer.
Kendisi aynı zamanda müzisyen, iyi müzik insanın modunu her zaman yukarı çeker.
Berkay özellikle maç başı ve sonlarında yüksek atak ritmi yakalayabiliyor. Avrupa
ikinciliği olan, yurt dışında mücadele etmenin dinamiğine dair sezgilerini gün
geçtikçe kuvvetlendiren bir oyuncu; artık dünyanın radarına takılıp yapışmayı bırakın, şampiyonluk
başarısı sürpriz karşılanmayacak bir genç. Vietnam’da 17 yaşında yarı finale
kalan Burak Haşhaş’ın en önemli özellikleri özgüveni, gözü karalığı ve
rahatlığı. Ve bilardo evrenini ve o evrendeki yerini güzel okuyor. Yaşının farkında,
o yüzden örneğin, masada denemeler yapmaktan, risk almaktan çekinmiyor. En
fazla kaybederim, nasılsa kazanacak çok senelerim olacak rahatlığı ona başarı
getiriyor. Unutmadan söyleyeyim, Burak çok maç izliyor, yeterince maç
izlediğinizden emin misiniz yıllardır 1,3 altına demir atmış oyuncularımız? Bence
bilardo tutkusunun alameti sadece oynamak değil bilardo izlemektir. Turgay Orak
içinse tek cümle etmek istiyorum: Ona hayattaki ve bilardodaki azim ve
mücadelesinden dolayı saygı duyuyorum. Taşdemir ve Kiraz’ı sona bıraktım:
Tayfun Taşdemir: Neredeyse
bilardoya başladığından beri alıştığı rekabet paterni bir seneyi aşkındır yok.
Antrenman partneri de olan Saygıner Usta ve bu rekabet paterninin diğer
direkleri Murat Naci Çoklu, Lütfi Çenet, Adnan Yüksel, Can Çapak gibi oyuncular
PBA’da. İçlerinden sadece Birol Uymaz döndü. (Ayrıca bir tur kazanmış olarak
döndü, özellikle şampiyon olduğu turda artistik atışlarıyla klasik seriler
arasında optimum denge yakalamıştı. Artık bambaşka bilardo atmosferlerinde
oynamanın verdiği bir tecrübeyle UMB’de. O da adaptasyonunu yeniden sağlayıp
kendisini göstermeye devam edecektir...) Taşdemir ve ülkemiz bilardosu
yükselirken yurt dışındaki rekabet ve buradaki çekişmenin karşılıklı olarak birbirini
beslemesi söz konusuydu. Ancak bu rekabet ortamının değişmesinin şöyle başka sonuçları
oldu: Bazıları Avrupa liglerinde de oynayan Berkay Karakurt, Turgay Orak, Ömer
Karakurt, Tolgahan Kiraz, Tarık Yavuz, Furkan Şenel, Burak Haşhaş ve diğer oyuncular
kürsü şansları daha da yükselince motive olup oyunlarını ve kendilerini yukarı
çektiler. Dolayısıyla “evren boşluk kabul etmez” kaidesince Türkiye liginin
kalitesi istatistiksel ve niteliksel olarak düşmemiş oldu. Taşdemir, eski rekabet
paterninde zirveye çıkmak için bilardoya başladığından beri çok çalışmıştı,
2022 sonu ve 2023 başlarında olağanüstü bir ivme yakaladı. Dünya Şampiyonluğu,
Dünya Kupası Etabı ve Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nu üst üste kazandı. Bu
herhangi bir spor dalında her sporcuya nasip olmayacak bir başarıdır. Şahsen bu
tarihî spor hadisesinin ne manaya geldiğinin anlatılabilmesi için mütevazı ellerimden
ne geliyorsa yapmaya çalıştım fakat ülkenin, yöneticilerin, medyanın daha
bilinçli ve gayretli olması gerektiği açık. Öyle olsun ki zirveyi gören
oyuncular zirvede kalabilmek, daha büyük zirveleri kovalayabilmek için yeterli motivasyon
ve desteği hissedebilsin. Nitekim Taşdemir’in bu başarısı önündeki mental engel
sayısını ikiye çıkartmış oldu. Hem zirvesine çıktığı dünya arenasında tepede kalmak
hem de Türkiye’de yalnızlaşmış bir öncü figür olmak. Evet, rahatsızlıklarından
dolayı Yılmaz Özcan Ustamızın da olmadığı bir ortamda bir anda herkesin abisi
konumuna geçti. (Yılmaz Özcan kendisinin çok büyük yetenek ve bilardo bilgesi
olduğunu son turnuvada hatırlattı. Ama ne dönüş! Ama nasıl bir keyiftir onu
seyretmek!) Oysa, Taşdemir’in bünyesi arkalarından geldiği bir kuşakla rekabet
etmeye alışmıştı. Belki Çenet ve Çapak ondan yaşça küçüktü ama uzun yıllardır
Milli Takım’da beraber koşturmaya alıştığı oyunculardı. Taşdemir’in önünde yeni
bir patern var, buna daha da adapte olup arkasından gelen kuşağı bu sene
yaptığı gibi yukarı çekmeye devam edeceğine inanıyorum. O tarihî başarının
ardından ertesi sene Dünya Şampiyonası’nda yine yarı final oynayıp, yine Milli
Takım’a kalma başarısını gösterdiğini unutmayalım. (Ve bugün de Ankara’da sabahtan
beri eli sıcak bir TT izliyoruz.) Önümüzdeki sene Milli Takım’ın bu mental
koşulları idrak ederek yeni bir adaptasyon ve uyumla başarılarına devam
edeceğine inanıyorum. Taşdemir, Türkiye ligi ve dünya bilardosu için çok önemli
bir değer, gençlerin kendisine, yoluna baktığı öncü bir oyuncu olmaya devam
edecek.
Tolgahan Kiraz: Tolgahan
hem kişisel ömrünün hem de şahsi bilardo tarihinin dinamikleri gereği bütün
basamakları adım adım çıkmaya ayarlı bir bünyeye sahip. Nitekim kariyerine en
altlardan, 2009’daki gençler Avrupa üçüncülüğüyle başlamıştı. Kolombiya’da çeyrek
final oynadı. Vietnam’da da yarı finale çıktı. Finale yükselemez miydi? Seyircinin
baskısı yetmezmiş gibi kendi üzerinde baskı kurmuş görünüyordu (henüz yoğunluklardan
turnuva değerlendirmesi yapamadık onunla), nedense kendisini kazanmaya mecbur
hissetti, oysaki değildi, kişisel eşiğini aşmış ve zaten başarılı olmuştu. O
psikolojik yükü omuzlamayıp “kaybedecek bir şeyim yok” tavrını takınabilseydi belki
finali ve fazlasını da görebilirdi. Tabii dile kolay buradan söylemesi ama o Spor
Akademisi mezunu olduğu için spor psikolojisi dinamiklerini teorik olarak en
çok bilen oyunculardan biri. Henüz bu dişli dünya arenasında 30’larının
ortalarında, daha gidecek yolu ve alacağı kupalar var. Elbette kaybettiği
oyuncu ev sahibi olmanın avantajına sahipti, Tolgahan’dan sonra Jun-Tae Kim’i
de yenip şampiyon olan D. M. Tran yetenekli ve akıcı oyuncu, üstelik arkasında
ülkesinin rüzgârı vardı. Sonuç olarak, basamakları üçer beşer atlamak
Tolgahan’ın tabiatına uymuyor, hem öyle bir şey D. M. Tran veya Bao’nun yaptığı
gibi her zaman olmaz. Hatırlayın: hiç Dünya Kupası etabı çeyrek finali bile
görmemiş bir oyuncu olarak Bao, ilk Dünya Şampiyonası çeyrek final, yarı final
ve şampiyonluk başarısını aynı haftada yaşamayı başarmıştı.
Bu turnuvada Ankaralılardan dileğim: Gerçekten ev sahibi
olma avantajımızı kullanalım. Oyuncularımızın yanında olalım. Cumartesi TRT
SPOR YILDIZ canlı yayınında görüşmek dileğiyle.
Not: Bu yazıyı kaleme almadan önce sevgili Taygun Yılmazberk’le
yaptığımız görüş alışverişinin çok faydalı olduğunu belirtmeliyim.
Rifat Özçöllü
![]() |
Belçika'nın iki büyük bilardo efsanesi Ludo Dielis ve Raymond Ceulemans |
Bilardocu tek beden giyer mi?
Birkaç yıl evvel Belçika Ligi’nde ikisi de Freddy adında iki bilardocunun maçını izliyordum. Evet, adları aynıydı ama tıpkı Laurel & Hardy’nin ikizleri gibiydiler. Büyük Freddy 1,93’tü ve hayli kiloluydu: Dağ gibi adam yani. Küçük Freddy ise topuklar dahil 1,60’tı. Yemekle arası nasıl mı? “Az yiyen olur veli” cinsinden bir âdem işte. Her ikisi de iyi, deneyimli oyuncular: 0,750-0,900 arasında bir yerlerdeler. Merak bu ya, maç bitince gidip ikisinin de ıstakasına bir bakayım dedim. Ne desem beğenirsiniz? İkisi de aynı boy, aynı ağırlıkta.
Bir bakıma tuhaf bir şey değil mi bu? Yüzden fazla kot bedeni üretilir, fakat ıstakaya gelince “herkese tek beden”! O ıstakaya uyum sağlamak, onunla topları nasıl zaptedeceğini öğrenmek oyuncuların marifetine kalıyor. Şayet ortalama bir boyun cismin varsa ne âlâ. Fakat örneğin, bizim Freddylerden bunu istemek haksızlık. Rahat (ve düzgün) bir vuruş yapıp hassas bir isabet sağlayabilmeleri için ıstaka tutuş ve duruşlarına ince ayar çekmeleri şart. Diz ve dirseklerin bükülme derecesi, sırtın kavisi ve hatta kafanın duruşu. Nitekim iki bilardocu bile aynı atış karşısında aynı pozisyonda durmaz. Ama mesele atışı sayıya çevirmekse çoğu oyuncu bunun üstesinden gelir. Bazıları az yürünse de Roma’ya çıkan yollar çoktur.
Bir bilardo atışının icrasında çok az hatadan ucuza kurtulabilirsiniz. Başınızı oynatıyor, köprü elinizi kaldırıyor, ıstakayı sağa sola sallıyor musunuz? Bunlar oyununuzu berbat eder, ilerlemenize ket vurur. Ya kurallara boyun eğersiniz ya da bedelini ödersiniz! Ancak açıkça söyleyeyim, bir atışa hazırlanırken farklı vücutlar farklı şeyler yapmaya mecburdur. Evet, kurallar var, tamam. Fakat sıklıkla ve itinayla çiğnenirler kendileri.
Bir Belçikalı oyuncu var, duruşu o kadar dik ki atış esnasında kafası, ortalamanın 10-15 santim üzerine çıkar. Garip, yapay ve rahatsız gözükür. Acaba bilardoya başlarken düzgün bir hoca bulma şansına nail olamamış mı dersiniz? Kurt Ceulemans’tan bahsediyorum, kimin oğlu olduğunu elbette biliyorsunuz, Raymond Ceulemans’ın. 1,3 genel ortalamaya sahip korkulu bir rakiptir kendileri. (Efsane’nin oğlu Kurt Ceulemans’ın kendisine özgü duruşu için: https://www.youtube.com/watch?v=OLBHa2czCYI&t=262s)
Bir de göğe merdiven dayamış Hollandalımıza bakalım. (Onun ıstakası da normal ebatlarda bu arada!) Atışlarda yeterince eğilme sorunu var bu adamın. Dizlerini bükmekten hoşlanmadığı aşikâr, bu yüzden bacaklarını açıyor. Öyle böyle değil. Leylek gibi! İnanın bana, biraz daha açılsalar aralarında saat farkı oluşacak! Hadi canım, böyle atış mı yapılır yav, demeyin. Yapıyor, onun adı Dave van Geel, hem de 1,2 genel ortalamasıyla tertemiz bir 3 bantçı. (Daha birkaç gün önce özel bir turnuvada kürsüde gördüğümüz Sevgili Furkan Şenel’in kulakları çınlamış mıdır?—R.Ö)
Bir de Amerikan bir oyuncu var, onun için de şimdiye dek gördüğüm “ıstakayı en tasarruflu kullanan” oyuncu diyebilirim. İster avanta (ticky) atsın ister beş bant, sağ eli ıstaka gövdesinin ortasındadır. “Ziyan bir teknik, bu tutuşla kaliteli vuruşu rüyasında görür!” mü dediniz? Kendisi 2005 ABD Şampiyonu Sonny Cho, 1 ortalamanın epey üstündedir ve oyunu hem kudretli hem de hoştur. (Sonny Cho’nun tutuşuna göz atmak için: https://www.youtube.com/watch?v=C8_wsHUy1Nk)
Temkinli olmak adına şu anekdotu da aktarayım. Yetenekli fakat eksantrik John van der Stappen bir lig maçındaydı, o gün uzatma parçasına başvurmak durumunda kaldı, o parçayla üst üste üç atış sayı yaptı. “Bu iyi geldi,” dedi maçtan sonra. Birkaç hafta sonra kendisine özel, 160 santimlik özel bir ıstakayla çıkageldi. Tüm sezon o özel ıstakayla oynadı. 140 santimlik ıstakasıyla genel ortalaması 1,1’di, 160’lıkla kaç oldu dersiniz? Yine 1,1! Güney Amerika’daki Surinam’ın başkenti Paramaribo’nun en iyi oyuncusu şu an.
Esrarengiz yetenek Filipos “Nefis Titreşimler” Kasidokostas’tan söz etmedim bile. 2009 Dünya ve 2012 Avrupa Şampiyonu. O yaptığı şeyleri nasıl yapıyor, hiçbir zaman almayacak zavallı aklım.
(Kasidokostas’un
başka bir "akıl almazlığı" için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/search?q=kasidokostas)
Yine de şeytan dürtüyor, şu soruyu sor, diyor: “Eyvallah, bu oyuncular kendilerine has stilleriyle oyunlarını olabilecek en iyi yere götürdüler, ancak daha düzgün bir duruş ve daha geleneksel ıstaka tutuşuyla daha da güçlü olabilirler miydi?” Bakın, bu doğru bir önerme midir, emin değilim. Şuna ikna değilim ki kitabi bir duruş olsun, kopyalanıp çoğaltılsın da öğretilsin. Sanırım, duruş ve vuruş tekniği meselesi şahsi bir hadise, nihayetinde literatürün dediği değil vücudun ve beynin dediği oluyor.
Belki Kurt, Dave ve Sonny’den daha az derecededir, fakat çoğu oyuncu bir şekilde normlardan sapar, ya böyle icap etmektedir, bu oyunu bedenlerinin şekil ve işlevlerine uydurmaları lazımdır, ya da bireysel yeteneklerini sonuna kadar kullanmaları gerektiğinden. Hatta güçlerinin bir kısmı bu kural ihlallerine “rağmen” değil, tam da bu sapmaları “sayesindedir.”
Elbette kimseye ıstakasını Sonny Cho gibi tutmasını veya Kurt Ceulemans gibi durmasını tavsiye etmem. Ve, bana sorarlarsa şayet, asla bu iki oyuncuya da “Farklılıklarınızı düzleyin,” demem. Öğrencilerime gelince; onlara iyi gelen duruş neyse onu bulmalarını söylerim, benimkini kopyalamalarını değil. Çocuklara öğretmek… O farklı bir olay: Onlara yerleşik temelleri verirsiniz. Ayaklar buraya, eller şuraya, baş düzgün! Yarın müzik yapmaları için onlara en iyi şansı verecek temel: DO-RE-Mi. Sonra kendi tarzlarını kendileri geliştirirlerse (nitekim çoğu beceriyor) problem yok. Yok, bir yetişkinsiniz ve bu oyunu senelerce oynadınız ve bir sebepten bazı ayarlamalar yapmak zorunda hissediyorsunuz: Bunları ufak ufak ve zamana yayarak yapın. Aman katı olmayın: yoksa içinizdeki (sezgisel) hesap makinesi buna ayak uyduramaz. Aksi takdirde şüphe zehri damarlarınıza ve beyninize yıllarca musallat olur. Ne yazık ki buna şahit oldum, bedbaht bir şeydir bu.
Teknik noksanlar ne kadar zararlıdır? Veya şöyle soralım: Kusursuzdan aşağı bir teknikle oyununuzu ne kadar yukarı çekebilirsiniz? Belli mi olur, belki Semih Saygıner olursunuz (ki ıstaka tutuşu bariz bir şekilde “çarpık”tı) yahut da Marco Zanetti (onun da sağ eli hiçbir antrenörün zinhar önermeyeceği biçimde yatıktır). Bu oyunun en efsanevi vuruşu Saygıner de, bilardoya damgasını vurmuş Zanetti de bireyci, türünün tek örneği ve normlardan sapan sporculardır. İşin gerçeği, tıpkı bizim gibi. Aslında bunun bize söylediği şey şu: Oyununuzda bir kusur olsa bile sınırınız ancak gök kubbedir. Steffi Graf hayat kurtaracak bir teknikten yoksundu: raketinin tersiyle üst falso veremezdi, ama ne gam, parlak bir kariyeri oldu Alman tenisçinin. Büyük İspanyol golfçü Seve Ballesteros bütün başlangıç atışlarında rakiplerine yaklaşık 30 metre verirdi fakat neticede hepsini sollayan o olurdu.
Hâlâ bir oyuncuya öykünmekte ısrar ediyorsunuz, ve Semih veya Marco bile dört dörtlük, kitabi bir örnek teşkil etmiyorlar, e ne olacak, rol model kim alınacak? Benim önerim (şimdilerde PBA’ya transfer olan) Sung Won Choi olur. Zanetti bu sporun bütün departmanlarında onun önünde ve Choi, hiçbir zaman Saygıner gibi ağızları bir karış açıkta bırakacak atışlar yapmayacak. Tamam, ama duruş, tutuş, vuruş diyorsanız mükemmelliğe bela şekilde yakın olan o.
![]() |
Güney Koreli Usta Sung Won Choi |
Yazının İngilizce orijinali için: https://www.carom.gr/reblog/one-size-fits-all/
![]() |
Bilardoda UMB-PBA İkiliği Görsel: saigonbilliards.com |
Aslında
klavyenin başına, UMB’deki “artık ve şimdilik tek favorimiz” olan ve 2022’yi
(bilardonun da ötesinde) Türkiye’de sporun zirvesinde tamamlayan Tayfun
Taşdemir hakkında bir yazı yazmak için oturmuştum. “Artık ve şimdilik tek
favorimiz” diyorum çünkü PBA’ya giden Semih Saygıner, Murat Naci Çoklu ve Lütfi
Çenet bilardoda her zaman, herhangi bir kupanın doğal favorileri arasındadır. Umarım,
UMB’de kalan oyuncularımız da yıllar içinde kazandıkları başarılarla “favori” statüsüne
erişecektir. Hatırlayacaksınız Taşdemir’in Dünya Şampiyonluğu’nu burada uzun
bir analizle kutlamıştık. Taşdemir, ardından bununla yetinmeyip Dünya Kupası Las
Vegas Ayağı’nı ve Saygıner’le birlikte Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nu
kazandı. Bu olağanüstü bir spor hadisesi ve ülkede bunun yeterince anlaşılmadığı
ve yankı bulmadığı açık. Ancak bilardo evreninin Asya yakasında birkaç senedir
esen rüzgâr büyük bir hamle yaptı. Ve 3 bant, eski BWA-UMB yarılmasından çok
daha radikal bir değişim kasırgasıyla karşı karşıya. Evet, 120 günde dünya
bilardosunu sallayan “Tayfun” kasırgasını anla(t)madan önce Asya kasırgasına ve
PBA-UMB kutuplaşmasına bakalım:
Dünya
bilardosunun en kıdemli ve faal 7 büyük isminden 3’ü Dünya Bilardo Birliği
UMB’yi bırakıp G. Kore organizasyonu PBA’ya transfer olmuş durumda: Caudron,
Sanchez ve Saygıner.
Adı
ve atmosferiyle bariz bir şekilde NBA’i çağrıştıran PBA, elbette ilk önce
Caudron olmak üzere, Filippos Kasidokostas, Adnan Yüksel, Jae-Ho Cho,
Dong-Koong Kang gibi Dünya Kupası sahibi oyuncuları çoktan bünyesine katmıştı. Ayrıca
Eddy Leppens, David Zapata, David Martinez, Dinh Nai Ngo, Nguyen Quoc Nguyen gibi
değerli oyuncular da bu cazibeye boyun eğmişti. Türkiye’yi temsilen ise
Yüksel’in yanı sıra Birol Uymaz, Savaş Bulut ve Can Çapak da bu şov
atmosferinde boy gösteriyordu. Ancak PBA daha da büyümeye kararlıydı: Ve bu
sezon başında Sanchez ve Saygıner gibi iki efsane ismin yanında, Murat Naci
Çoklu, Sung-Won Choi, Lütfi Çenet, Choong-Bok Lee gibi 3 bant starlarını da
arenaya çekmeyi başardı. Hatırlatayım, bu hafta, Çoklu ve Çenet PBA’dan önceki
son UMB turnuvalarını oynadılar Vietnam’da. Neticede PBA’nın marka değeri
gittikçe büyüyor.
Gelelim
UMB’ye: 7 kıdemli efsaneden 4’ü yani Blomdahl, Jaspers, Zanetti ve Merckx, Dünya
Bilardo Birliği’nin kalan sağları arasında. Ülkemizden, yakın dönem
performansları itibariyle, Berkay ve Ömer Karakurt, Tolgahan Kiraz, Turgay
Orak, Gökhan Salman gibi yetenekler her zaman sürpriz yapmaya aday konumdalar. Ancak
şu an, bırakın Türkiye’nin tek favori temsilcisi olmasını, Dünya Genel
Klasmanı’nda 3. sırada bulunan Tayfun Taşdemir UMB’nin elinde tutabildiği en ağır
toplarından biri konumunda. PBA’ya gidenlerin de UMB’de kalanların da önü açık
olsun!
UMB
de Avrupa Bilardo Birliği CEB de ülkemiz federasyonu da yıllardır bu sporu son
derece düzgün organizasyonlara kavuşturdular. Ancak bir spor dalının global bir
cazibe kazanabilmesi için üç temel direk var: Parlak yıldızlar, seyirci ve
endüstri. 3 bandın parlak yıldızları her zaman oldu. Ancak 3 bant, snookerdan
daha karmaşık bir spor olmasa da hiçbir zaman snooker kadar izleyici çekemedi.
Elbette Kozoom ve Five&Six bu konuda önemli bir fonksiyonu icra ediyorlar
yıllarca. Ve elbette haklı sebepleri vardır ancak Antalya’da düzenlenen
şampiyona öncesinde Kozoom, TL tarifesini kaldırdı. Hatta sitesinin Türkçe kısmını
da kapattı. Şampiyona izleme bedeli 24,99 euro idi, yani o günün kuruyla bile 500
TL civarındaydı. Kozoom’un yıllık tarifesi ise 99,99 euro. Şu an Netflix’in
aylık ücretinin 63,99 TL, Disney Plus’unkinin ise 64,99 olduğunu hatırlatalım.
Örneğin ben, oktan farksız vuruş tekniklerine hayran olduğum Barış Cin ve Hacı
Arap Yaman’ın şampiyonluğunu, Gülşen Degener ve Müjde Karakaşlı’nın heyecan
dolu finalini canlı izleyemedim. Dünyanın en büyük seyirci potansiyeline sahip
ülkelerinden birinde vaziyet bu.
Lakin
belirtmeli ki bu yayın ayağı federasyonları aşan bir olgu. PBA bazı eksikleri
gördü ve G. Kore Federasyonu’yla da işbirliği yaparak ama çok daha fazla ve güçlü
bileşeni yanına alarak bir organizasyon yarattı. En temel farklardan biri şu:
Dünyada bir geleneğin devamı olarak sadece Batı Avrupa’ya özgü olan ve seyirci
potansiyeli çok zayıf olan karambol, 5 pin, kadre, tek bant gibi bazı sair
branşlarla enerjisini dağıtmıyor. Sporun hiçbir branşına karşı değilim ancak
kapitalist ve global mantık, her zaman basit, anlaşılır, odaklı ve seyir
cazibesi yüksek olanı arar. İkincisi yine geleneksel ve tarihî gerçeklere
dayanan “saray oyunu mentalitesi” PBA organizasyonunun ruhunda kat’a yok. İki
yapı ortak bir maç yapmaya kalksa aralarında ihtilaf meselesi olabilecek birkaç
kural (brikol puanı ve aso şekli) hariç, bilardo bildiğimiz bilardo. Fakat
çuhalar feminen. Üstelik ortamın hormonal metabolizması (!) orta yaşlı Batı
Avrupa atmosferinden epey farklı. Fotoğraf çekimleri hariç papyon yok. NBA’i
çağrıştıran “libido”, ponpon kızlar, müzik sporun ritminin bir parçası haline
gelmiş. Oyunculara bakarsanız en kerli ferli Caudron’undan en sempatik
Nguyen’ine kadar herkes bu duruma adapte olmuş durumda, yüksek ortalamalar yine
gırla! Ayrıca oyunun centilmen ruhu korunuyor yani “maçtan sonra rakibine gidip
sarılanların oyunu”J tanımına hiçbir halel
gelmemiş. Ama takımsal ve bireysel rekabet daha canlı. Yani heyecan ve coşkuyla
birlikte bu rekabet, tribünlere de yayılıyor.
Muhtemelen,
PBA’nın bizde en çok reyting yaptığı dönem sevgili Birol’un şampiyon olduğu
ayaktır. Yarı finalde Caudron’la kapışması, finaldeki üstün performansı hâlâ
hafızalarda. Hatırlıyor musunuz Birol, o finalin ardından birincilik kürsüsüne “uluslararası
şampiyon” unvanıyla çıktı. Evet, bütün kıtalardan oyunculara sahip bu
organizasyon. Ancak NBA’in izinden giden ve uluslararası olduğunu iddia eden bu
yapının maç yayınlarında İngilizce spikeri bile yok. Arada sırada
hatırlatıyorum, çok temel bir şeyi unutuyoruz: Michael Jordan’ı Murat
Murathanoğlu olmasa Türkiye’de çok az kişi tanıyacaktı. Kaan Kural gibi bilgili
ve coşkulu bir anlatıcı olmasa Kobe’nin Lakers forması o satışlara sittin sene
ulaşamazdı Türkiye pazarında. Ve “Eurosport Türkiye” sayesinde bu ülkede
insanlar, hiçbir şampiyonları olmamasına rağmen 3 banda kıyasla snooker
branşını daha çok tanıyor.
Sevgili
Emel Kökçelik Çoklu’nun çok kıymetli ve düzenli Türkçe haber akışına rağmen Kozoom
canlı maç yayınlarına dil yatırımı yapamadı. Türkçe analiz, yorum veya magazin
içeren sosyal medya videolarına da bütçe ayıramadı. Five&Six’in ise bazen
Korece bazen de İngilizce yayınları var. Bazı maçlarda ise duyabileceğiniz en
fazla top sesi… Oysa bütün popüler spor organizasyonlarının bütün dünyada her
dilde düzenli yayını var. Üzerine basıyorum, Messi ve Ronaldo Türkçe konuşan
spikerler olmasa çok dar bir çevre tarafından bilinirdi Türkiye’de! Ama PBA, bu
sporu G. Kore ölçeğinden dışarı çıkarmaya kararlı görünüyor. Bu konuda da
yatırım yapabilir.
Yani
demek istediğim, bu spor kısa zamanda G. Kore’nin en popüler spor dallarından
biri haline gelebildiyse dünyada da popülerlik kazanabilir pekâlâ. “Futbol
sadece futbol değildir” ya hani. Evet, futbol olmayan kısımlarında kişisel hikâyeler
var, drama var, ton var vurgu var, duygular var, empati, özdeşleşme var, korku,
tutku, taraf olma, grup aidiyeti, siyaset, şarkılar, tezahüratlar, zaferler,
hüsranlar, tribünlerin bir toplumun sosyolojik minyatürü olması gibi pek çok
şey var… Ama Türkçe anlatılmazsa bunların hiçbiri yok, olsa bile çok güdük. PBA
bir şeyin daha farkında, o da magazin. Evet, seviyeli magazin, sporu ilave
duygularla tamamlayıp, hayatın içine sokuyor ve kitleselleştiriyor. Sporun
içinde zaten var olan ve gerekli de olan eğlence fonksiyonunu öne çıkarıyor.
Bu
zeminleri sağlayıp gitgide genişleten G. Kore’de bilardo; parlak yıldızları, seyircileri
ve endüstrisiyle bir “ülke içinde ülke”. Görünen o ki bu ülkede oyuncular, hakemler,
ponpon kızlar, antrenörler, yayıncılar, tribünler ve malzeme fabrikatörleri
beraberce ekmek yiyerek spor yapıyor ve “çok eğleniyor”! Bu sporun beşiği
Avrupa, yeni projeler ve yapılar geliştirmezse Asya kasırgasınca yutulmayı göze
almak zorunda. Biz yine de şimdilik bir yana bırakalım bu Asya kasırgasını da
dünya bilardosunu 120 gün boyunca sallayan “Tayfun” kasırgasının müziğinde
kaybolalım.
Rifat Özçöllü
Not: “120 GÜNDE DÜNYA BİLARDOSUNU SALLAYAN ‘TAYFUN’ KASIRGASI” başlıklı
yazım için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/2023/05/120-gunde-dunya-bilardosunu-sallayan.html
![]() |
Artistik Ustaları "Çaça" Murat Karabul ve "Tattooed Man" Taygun Yılmazberk |
Ancak sıkça tekerrür etmeye başlayan bazı hakem hatalarının “artistik bilardo evreninin” hızına ayak uyduramamaktan kaynaklandığına dair bir not düşeceğim. Hem böylece çok büyük zahmetlerle hazırlanan ama asla yeterince fark edilmediğini düşündüğüm, harikulade büyüleyici artistik videolarıyla üç bant arasındaki kesişim kümesine dikkat çekebileceğim.
1) Yarı finalin en kritik anında tecrübeli Mısırlı hakemin, Zanetti’nin olan sayısını kafasındaki sayı paternine takılarak vermemesi.
2) Ve son Dünya Şampiyonası’nda da G. Koreli hakemin Tran’ın çözümünü anlamakta şaşılacak derecede güçlük çekmesi.
Karikatürist İrfan Sayar'ın Gırgır dergisinde çizdiği bir karakteri vardı “Zihni Sinir” diye, pratik zekâlı bir mucidi tasvir ediyordu. Çok değerli İspanyol, Paco González Soto tam öyle kreatif biri ve sürekli yeni icatlar peşinde! Daha çok yeni, birkaç gün önce “tuşlatmalı veya sıkıştırmalı avantalar” serisini bütün dünyayla paylaşmıştı. Bugün, Üstat Zanetti muhtemelen kasten tuşlatmadı ama topu, kısa + beyaz + uzun + beyaz + uzun bant rotasını izleyip 3 banttan sayıya gitti. Fakat hakem, top beyazdan önce uzuna değmediği için, yani repertuarındaki kalıba uymadığı için gözünün önündekine değil zihnindeki “sayılar kitabı”na baktı ve orada bulamadığı için sayıyı veremedi. Halbuki “bilardo kitabı” günbegün güncelleniyordu… Tran’ın sayısındaki kararsızlık ise şunu gösteriyor: Bazı hakemler ne yazık ki 3 bantla tamamen kesişim halinde olan artistik repertuarını yeterince takip etmiyor. İtirazlara gelince: Bilardo emektarı Bury’nin itirazı ölçüsüz ve yersizken, Zanetti haklı söylenmeleri ve olgunca pes edişiyle gayet klastı! Sanchez ise oturduğu nokta itibariyle emin olamadığından çekimser kalmayı tercih etti.
Örneğin, ülkemizden Taygun Yılmazberk’in son paylaştığı kolajı izleyince görüyoruz ki o video asla “artistik” peşinde değil sadece. Evet, kökü Saygıner'in 90'larda yayınladığı videolara kadar uzanan, hayal gücü engin ve özgün bu görsel ve akustik şölenlere bilardoya ilgi ve merak uyandırdıkları için çok şey borçluyuz. Ancak öte yandan üç bantla artistik disiplini arasındaki kesişim kümesini çok iyi fark etmiş akıl dolu bir video bu aynı zamanda. Belki yakın gelecekte 3 bandın “düz” repertuarına girecek veya tıpatıp aynısı olmasa bile içerdikleri teknik donelerle başka çözümlere ilham verecek çok kreatif çözümler öneriyor. Tıpkı turnuvalara katılan (Gümüş, Hacı Arap, Cin, Taç vd.) veya katılmayan (Saygıner, Çaça Murat Karabul, Özcan Can Arcan vd.) sporcularımızın dünyaya armağan ettiği birçok olağanüstü artistik figürün “sonra sonra” yetenekli üç bantçılar tarafından “3 bant kitabına” pratik olarak dahil edilip "olağanlaştırılması" gibi.
Google’a, YouTube’a yukarıda geçen sanatçılara ilaveten Raymond Ceulemans, Raymond Steylaerts, Roberto Rojas, Miguel Torres, Florian Venom Kohler, Efren Reyes ve unuttuğum birçok ismi yazdığınızda, söz veriyorum, “Kozmos” belgeselini aratmayacak harikalarla karşılaşacaksınız.
1) Daniel Sanchez ve Marco Zanetti'nin yarı final mücadelesi ve aslında su götürmez ama "tartışma yaratan" sayısı: https://www.youtube.com/watch?v=bCqKAmFcntc
2) Quyet Chien Tran'ın aslında su götürmez ama kararsızlığa neden olan sayısı: https://www.facebook.com/100043740588514/videos/519840099995586
3) Paco González Soto'nun sıkıştırmalı veya tuşlatmalı avantaları (ticky) örneklediği video: https://www.youtube.com/watch?v=bc54_6fYc_Y&t=43s
![]() |
Dünya Şampiyonu Taşdemir'den imzayı kapan G. Koreli taraftar finalde defterini kameralara gururla doğrultuyor! |
1/7. Bölüm: Global Başarı, Global Kişilik
[O haykırınca biz de haykırdık, ağlayınca biz de ağladık. Ancak birkaç saat sonra yaşanan olayın acısı yüreğimize oturdu, hayatını yitiren canlara rahmet olsun.]
Resimdeki imzayı kapan G. Koreli taraftar, 74. 3 Bant Dünya Şampiyonası finali sırasında defterinin altın sayfasını işte böyle gururla doğrultuyordu kameralara. Aramızdaki kilometre farkı 8.000. Ancak 72 sene önce savaş cephesindeki o kader ortaklığı, komşuluktan da öteye taşımış iki ülke arasındaki ilişkiyi. Hatırlıyor musunuz, 2002 Futbol Dünya Kupası’nda bizle oynayan takımlar deplasmanda gibiydi. Ama bilardocularımıza olan hayranlıklarına gelince iş vefa duygusunu aşıyor: bilardodan iyi anlayan bir halkın hayranlığı bu.
Sadece Asya mı? Kıymetli bilardo tarihçisi Bert van Manen “hayran olduğu üç bilardocu” listesine onu çoktan yazdı bile. Dün görüşmemizde şu minvalde bir tarif yaptı: “Üst seviye bilardocunun hiç rijit olmaması, esnek ve adaptasyonunun kuvvetli olması, masada doğaçlama yapabilmesi gerekiyor. Hafta sonu bu silahların hepsi Tayfun’un belindeydi.” Taşdemir’in Dünya Şampiyonluğu öyküsünü anlatan ve 7 bölümden oluşan bu yazı dizisinde asla kuru övgü değil amacım, türlü hisseler çıkarabilmek. İlk söz şu: Taşdemir, oyununu, hatta duruş tutuşunu bile sürekli gözden geçirip kendisini hep güncelleyen, saygılı ve nitelikli eleştirilere açık, alçak gönüllü bir kişilik. Belki en başta bu yüzden Avrupai hatta global bir figür... (Devamı 2. Bölümde...)
2/7. Bölüm: Dünya Şampiyonası Dünya Kupası Farkı: Balın tadını ancak tadan bilir
Bu sene 74’üncüsü düzenlenen Dünya Şampiyonası, neredeyse 100 yıllık geçmişiyle tarihî bir spor olayı. İlki 1928’de yapılmış. Savaş, salgın, ekonomik buhranlar gibi istisnai durumlar hariç senede bir kez düzenleniyor. Dünya Kupası ise örneğin bu sene 6 etaptan (ayaktan) oluşuyor. 1986’dan beri düzenlenen kupanın etap sayısı bugüne kadar 3 ile 10 arasında değişti. Etap şampiyonu olanın kupasında örneğin, “Dünya Kupası / Hurghada, Mısır 2011” yazar (Adnan Yüksel). O seneki bütün etaplar neticesinde kazanılan toplam puanlara göre birinci gelenin kupasında ise, örneğin “Dünya Kupası 2011” yazar (Blomdahl). Dünya Kupası’nın sıralaması ayrı tutulur. Ayrıca bütün turnuvaların hesaba katıldığı Genel Dünya Sıralaması da vardır. Bu sıralamada Dünya Şampiyonası 120 puan kazandırırken Dünya Kupası etabının puanı 80’dir. Dünya Şampiyonası’nın para ödülü daha yüksektir. Devletler yasa gereği bu şampiyonayı kazanana ayrıca ödül verir. Bütün spor branşlarında itibarı en yüksek hadise Dünya Şampiyonası’dır. Semih Saygıner 2003’te bu şampiyonayı kazanan ilk Türk sporcudur. İkinci finalistimizse geçen sene Jaspers’a kıl payı kaybeden Murat Naci Çoklu’dur. “Balın tadını ancak tadan bilir” derler ya, Semih Saygıner bilardoya döndükten sonra 2016, 2018 ve 2019’da ikinci kez o zirveye çıkabilmek için büyük efor sarf etmiş ancak ne yazık ki 3’ünde de 3. olmuştur. 19 sene aradan sonra Türkiye’ye 2. Dünya Şampiyonluğu getirme şerefine Tayfun Taşdemir nail olmuştur… (Devamı 3. Bölümde…)
3/7. Bölüm: “Fotoğraf ve Bellek Oyunu Bilardo”
Aynı zamanda bir bilardo entelektüeli olan Lütfi Çenet bilardoyu “fotoğraf ve bellek oyunu” diye tanımlıyor. Evet, “Aso hariç asla aynı atışı iki kez oynayamayacaksın!” ilkesi geçerli. Tamam, sayı olasılıkları milyonlarca. Ancak mesele falso, kalınlık, tempo, vuruş tekniği ve bu 4 enstrümanın kombinasyonlarından oluşan kalıpların sayısına geldiğinde sayı, efsane Zanetti’ye göre yüzün altına düşüyor. Dünya şampiyonu adayının, böylesine tarihî ve ulusal anlam yüklü bir turnuvada, doğru sayı kalıbı fotoğrafını doğru anda doğru bir şekilde hatırlayıp, masa başında doğru bir şekilde uygulaması gerekiyor. Bir de belleğin şu boyutu var: “Nihayetinde şampiyon olan üst üste 7 maç kazandı” denebilir. Ancak insan bilinçaltı öyle çalışmıyor. Oyuncu, rakibiyle önceden oynadığı bütün maçları o anda tekrar oynuyor zihninde. Bir de her bir kalıp sayının geçmişteki kritik kaçırılma anlarına dair belleğin tuttuğu negatif kayıtlar da mevcut. Taşdemir’in en “rahat” galip geldiği düşünülen Legazpi maçına dair bellek kayıtlarını hatırlatayım mı? Legazpi’nin en büyük Dünya Kupası başarısı gümüş madalyadır (2013). Finalde Blomdahl’a kaybettiği o turnuvada yarı finalde kimi yenmişti? Taşdemir’i. 2011’den beri 3 kez oynamışlardı ve bu maç öncesinde Taşdemir’in galibiyet sayısı 1’di. Ve 2021’de Legazpi, Kozoom Challenge Cup’ı almıştı. Ya Merckx’e karşı terzi hassasiyetindeki o müthiş yarı finali… Taşdemir, birkaç yıldır “Geliyorum” diyen bu zarif adamın bütün bu adımlarından habersiz miydi? Elbette hayır. Ya nasıl önlemler alacaktı? (Devamı 4. Bölümde…)
4/7. Bölüm: Taşdemir Meşhur Seri Oyununda Revizyona mı Gitti?
Bilardoya, görece geç bir yaşta, 18’inde üniversite öğrencisiyken başlayan Taşdemir 47 yaşında oyununu çok olgun bir düzeye taşımış durumda. Dileriz ki bundan sonraki 10-15 senesi, gözlerini Dünya Sıralamasında ilk 3’teki yerine dikmiş 30 civarı sporcuya karşı mücadeleyle geçecek. Türkiye’nin büyük bir bilardo ülkesi olmasının sebeplerinden biri büyük bilardocularımızın kendilerini hep yenilemesiyle de alakalı. Taşdemir seri oyunu mütehassısı ancak bu turnuvadaki serilerinin karakteri biraz farklıydı: klasik sayılar dizilerinin arasına “ekstra” sayılar serpiştiriyordu. Çünkü turnuva ağacında onun yoluna çıkan cevizler “ekstra” çetindi. Son 16 maçı, skor 13-13. Artistik bir klepsle başladığı 13’lük seri kompozisyonuna hemen 14’le karşılık veriverdi Forthomme. Nihayetinde Taşdemir, 28 sayı rekortmeni Forthomme’un presini savuşturmak için 34. sayısında masa boyu klepse gitmekten gözünü sakınmayacaktı. Çeyrekte ise karşısında, çok özel bir oyuncu olan Heo ile Sanchez’i deviren Nikos vardı. O maçta da yine bu sentezde ısrar etti, seri oyununa ilaveten cebinden ekstraları çıkarıp durdu. Önceki iki oyuncunun yaptığı gibi Nikos’la çekişme riskine hiç bulaşmadı. Zira, 18 sayıda Nikos’u paralize etme gücü ancak onun ıstakasındaydı o gün. Mecazen demiyorum, ıstakasıyla gitgide çok uyumlu bir portre çizmekteydi gerçekten. Klepsler, sırtlar, darbeliler hepsi ideal tempolarda akıyordu ve bir kere çıt sesi duyulmuyordu. Sahi, çıt bu kadar da önemli mi? (Devamı 5. Bölümde…)
5/7. Bölüm: Jaspers’ı Yenmenin 2 Sırrı:
1) 0 Çıt 6 Tuştan Evladır!
2) Son Viraj Sendromuna Elveda!
Yenilmez değil. Ancak son yıllarda dünyada yenmesi en zor oyuncu unvanı Jaspers’ın. Nokta. Jaspers altıncı, Taşdemir’se ilk Dünya Şampiyonluğu için ter döküyordu, dolayısıyla kâğıt üzerinde favori Hollandalıydı. Üstelik yarı finalde Taşdemir, Jaspers karşısında 6 kere tuşlatırken birçok izleyici saçını başını yolmaya başlamıştı. Halbuki o 6 tuşa rağmen psikolojik üstünlük maç boyunca Taşdemir’deydi. Neden mi? Çünkü ıstaka hakimiyeti ondaydı. Daha ilk sayısında masa boyu kleps havuz atacak kadar kendisinden emindi. 50 sayıyı 20 ıstakada çekti, yani toplam 69 vuruş yaptı. Ama tuşlatmadan yaptığı 63 vuruşta efsane rakibine hep korku saldı ve Jaspers'ı 47'den öteye geçirmedi. Tayfun Usta nadiren de olsa yaptığı çıtlarla maçlarda psikolojik olarak dezavantajlı konuma düşebiliyordu. Ancak o 6 pozisyonda tuşlar kendisine dalaşsa da o ıstakasıyla hep barışıktı. Ve o güvenle bir diğer sendromundan, yani maçların son virajlarında tutukluk yapma sendromundan hiç muzdarip olmadı. Pek çok örnek hatırlıyorum ama en sonuncusu: Bu sene 1. etapta Ankara’da Sanchez’e karşı 43-11 öndeyken maç 47-41’e kadar gelmişti. Geçen hafta, 7 maçta da o sendromdan eser yoktu. Aynı ritimle son virajları almasını bildi. İşte büyük bilardocularımızın büyük olmalarının sırlarından biri: Sürekli eksik parça tespiti yapıyorlar ve “ilim Kore’de de olsa gidip alıp” yapbozu tamamlıyorlar. (Devamı 6. Bölümde…)
6/7. Bölüm: Eski Hikâye “Eskimeden” Yeni Hikâye Yazılamaz
Evet, Legazpi, Sanchez’le birlikte Milli Takımlar Avrupa Şampiyonluğu’nu tatmış, bireyselde de Kozoom Challenge Cup’ı almış, Merckx’i (sondaki asil direnişi hariç) oyunun büyük bölümünde masadan silmişti. Ancak final maçı başladıktan hemen sonra görüldü ki Legazpi’nin Dünya Şampiyonası’nda finale kalma başarısının hazım süreci henüz devam ediyordu. Tecrübe böyle bir şeydir zaten, yarı finalde Merckx’i yenip finale kaldığını hem içinde hem dost meclislerinde aylarca ballandıra ballandıra anlatmaya ihtiyacın vardır daha. Sonra bu hikâyeler tat vermez olur, daha büyüklerini yazmaya koyulursun. Oysa bu maç öncesinde Legazpi’nin bir Dünya Kupası ikinciliği karşısında, Taşdemir 2 altın, 4 gümüş, 10 bronz madalyayla Dünya Kupalarında 16 kez kürsüye çıkmıştı. Yani bu tür lezzetlere aşinaydı, gözü “Kızıl Elma”daydı. Zaten Jaspers’ı yendikten hemen sonra odasına koşmuş, kapısını kilitlemiş, yapayalnız kalarak bütün olan biteni unutmaya başlamıştı. Unutmazsa bellek, nereye yazılacak yeni hikâye? Evet, hep yapayalnızdır bilardo oyuncusu. Takım sporu değildir oynadığı. Masada; otel odasında; gözleri kapalı, zihninde dolaşıp duran topları izlerken. Ancak o kadar da yalnız mıdır? “Ağaç kovuğundan çıkıp gökten zembille mi inmiştir?” (Devamı 7. ve Son Bölümde…)
7/7. Bölüm: Bilardo Ülkesi Türkiye’nin 3 Bantta 2., Tüm Ferdî Branşlarda 5. Dünya Şampiyonu
Taşdemir aynı Nikos maçında olduğu gibi final maçında da Prensimiz Semih Saygıner’den sonra 2. Dünya Şampiyonu olma yolunda işi rizikoya sokmak istemedi. Düello falan istemiyordu. Rakibi daha 15. sayıya varamamışken 15 ıstakada 50 sayıyı buldu. Haykırışlar, gülücükler, kucaklamalar ve gözyaşlarıyla dolu dramatik bir şampiyonluk sahnesi yaşayıp yaşattı. Taşdemir’in hayatında majör değişiklikler olmuştu: son dönemde evlenip baba olmuş, Mart’ta Can Çapak’la Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nun ardından antrenman salonunu değiştirmişti. Bu geçiş sürecinde, son üç Dünya Kupası’nın ikisinde hiç tur atlayamamış, birinde son 16'da elenmişti. Ancak mayası sağlamdı. Ne de olsa Karatayların, Saygınerlerin, Yılmaz Özcanların, Tüzüllerin ikliminde büyümüştü, üstelik global bir görgüye sahipti. Kazanma arzusu, azmi, inancı ve can dostlarının desteği vardı. Ve ayakları yere basan bir kurumsal çatının altındaydı. Evet, ülkemizde diğer birçok spor branşı, devraldıkları “binanın” eksikleriyle hatta çürük temelleriyle boğuşuyor. Ancak hakkını teslim edelim, bizim federasyonumuz ve Ersan Ercan geldiklerinden beri 3 banttan pool’a, snooker’a yeni “binalar” inşa ediyor. Aynı, çatısının altındaki usta oyuncuları gibi sürekli eksik parça tespiti yapıp onları geliştirmeye çalışıyor. Velhasıl, Taşdemir Ustamızın Dünya Şampiyonluğu da “tesadüf” değil, on yıllardır dikilen bilardo binasına eklenen bir taşın ötesinde bir koca kattır. Tebrikler ki Tayfun Taşdemir, bilardo ülkesi Türkiye’nin, tüm ferdî branşlarda, Semih Saygıner (3 Bant, 2003), Hacı Arap Yaman (Artistik, 2008), Serdar Gümüş (Artistik, 2012) ve Burak Haşhaş’tan (3 Bant Gençler, 2022) sonra beşinci Dünya Şampiyonu olmuştur. Bizi bir kat daha büyütmüştür.
Alkışlar Bilardo Kozmosunun Kalbindeki Yeni İmzaya!!!
Rifat Özçöllü
![]() |
Blomdahl - Saygıner, Veghel Dünya Kupası, Ekim 2022 |