29 Ocak 2018 Pazartesi
Kasidokostas'ın Kahramanca Dirayeti! - Bert van Manen (1)
5 Eylül 2023 Salı
Bilardocu tek beden giyer mi? - Bert van Manen (9)
![]() |
Belçika'nın iki büyük bilardo efsanesi Ludo Dielis ve Raymond Ceulemans |
Bilardocu tek beden giyer mi?
Birkaç yıl evvel Belçika Ligi’nde ikisi de Freddy adında iki bilardocunun maçını izliyordum. Evet, adları aynıydı ama tıpkı Laurel & Hardy’nin ikizleri gibiydiler. Büyük Freddy 1,93’tü ve hayli kiloluydu: Dağ gibi adam yani. Küçük Freddy ise topuklar dahil 1,60’tı. Yemekle arası nasıl mı? “Az yiyen olur veli” cinsinden bir âdem işte. Her ikisi de iyi, deneyimli oyuncular: 0,750-0,900 arasında bir yerlerdeler. Merak bu ya, maç bitince gidip ikisinin de ıstakasına bir bakayım dedim. Ne desem beğenirsiniz? İkisi de aynı boy, aynı ağırlıkta.
Bir bakıma tuhaf bir şey değil mi bu? Yüzden fazla kot bedeni üretilir, fakat ıstakaya gelince “herkese tek beden”! O ıstakaya uyum sağlamak, onunla topları nasıl zaptedeceğini öğrenmek oyuncuların marifetine kalıyor. Şayet ortalama bir boyun cismin varsa ne âlâ. Fakat örneğin, bizim Freddylerden bunu istemek haksızlık. Rahat (ve düzgün) bir vuruş yapıp hassas bir isabet sağlayabilmeleri için ıstaka tutuş ve duruşlarına ince ayar çekmeleri şart. Diz ve dirseklerin bükülme derecesi, sırtın kavisi ve hatta kafanın duruşu. Nitekim iki bilardocu bile aynı atış karşısında aynı pozisyonda durmaz. Ama mesele atışı sayıya çevirmekse çoğu oyuncu bunun üstesinden gelir. Bazıları az yürünse de Roma’ya çıkan yollar çoktur.
Bir bilardo atışının icrasında çok az hatadan ucuza kurtulabilirsiniz. Başınızı oynatıyor, köprü elinizi kaldırıyor, ıstakayı sağa sola sallıyor musunuz? Bunlar oyununuzu berbat eder, ilerlemenize ket vurur. Ya kurallara boyun eğersiniz ya da bedelini ödersiniz! Ancak açıkça söyleyeyim, bir atışa hazırlanırken farklı vücutlar farklı şeyler yapmaya mecburdur. Evet, kurallar var, tamam. Fakat sıklıkla ve itinayla çiğnenirler kendileri.
Bir Belçikalı oyuncu var, duruşu o kadar dik ki atış esnasında kafası, ortalamanın 10-15 santim üzerine çıkar. Garip, yapay ve rahatsız gözükür. Acaba bilardoya başlarken düzgün bir hoca bulma şansına nail olamamış mı dersiniz? Kurt Ceulemans’tan bahsediyorum, kimin oğlu olduğunu elbette biliyorsunuz, Raymond Ceulemans’ın. 1,3 genel ortalamaya sahip korkulu bir rakiptir kendileri. (Efsane’nin oğlu Kurt Ceulemans’ın kendisine özgü duruşu için: https://www.youtube.com/watch?v=OLBHa2czCYI&t=262s)
Bir de göğe merdiven dayamış Hollandalımıza bakalım. (Onun ıstakası da normal ebatlarda bu arada!) Atışlarda yeterince eğilme sorunu var bu adamın. Dizlerini bükmekten hoşlanmadığı aşikâr, bu yüzden bacaklarını açıyor. Öyle böyle değil. Leylek gibi! İnanın bana, biraz daha açılsalar aralarında saat farkı oluşacak! Hadi canım, böyle atış mı yapılır yav, demeyin. Yapıyor, onun adı Dave van Geel, hem de 1,2 genel ortalamasıyla tertemiz bir 3 bantçı. (Daha birkaç gün önce özel bir turnuvada kürsüde gördüğümüz Sevgili Furkan Şenel’in kulakları çınlamış mıdır?—R.Ö)
Bir de Amerikan bir oyuncu var, onun için de şimdiye dek gördüğüm “ıstakayı en tasarruflu kullanan” oyuncu diyebilirim. İster avanta (ticky) atsın ister beş bant, sağ eli ıstaka gövdesinin ortasındadır. “Ziyan bir teknik, bu tutuşla kaliteli vuruşu rüyasında görür!” mü dediniz? Kendisi 2005 ABD Şampiyonu Sonny Cho, 1 ortalamanın epey üstündedir ve oyunu hem kudretli hem de hoştur. (Sonny Cho’nun tutuşuna göz atmak için: https://www.youtube.com/watch?v=C8_wsHUy1Nk)
Temkinli olmak adına şu anekdotu da aktarayım. Yetenekli fakat eksantrik John van der Stappen bir lig maçındaydı, o gün uzatma parçasına başvurmak durumunda kaldı, o parçayla üst üste üç atış sayı yaptı. “Bu iyi geldi,” dedi maçtan sonra. Birkaç hafta sonra kendisine özel, 160 santimlik özel bir ıstakayla çıkageldi. Tüm sezon o özel ıstakayla oynadı. 140 santimlik ıstakasıyla genel ortalaması 1,1’di, 160’lıkla kaç oldu dersiniz? Yine 1,1! Güney Amerika’daki Surinam’ın başkenti Paramaribo’nun en iyi oyuncusu şu an.
Esrarengiz yetenek Filipos “Nefis Titreşimler” Kasidokostas’tan söz etmedim bile. 2009 Dünya ve 2012 Avrupa Şampiyonu. O yaptığı şeyleri nasıl yapıyor, hiçbir zaman almayacak zavallı aklım.
(Kasidokostas’un
başka bir "akıl almazlığı" için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/search?q=kasidokostas)
Yine de şeytan dürtüyor, şu soruyu sor, diyor: “Eyvallah, bu oyuncular kendilerine has stilleriyle oyunlarını olabilecek en iyi yere götürdüler, ancak daha düzgün bir duruş ve daha geleneksel ıstaka tutuşuyla daha da güçlü olabilirler miydi?” Bakın, bu doğru bir önerme midir, emin değilim. Şuna ikna değilim ki kitabi bir duruş olsun, kopyalanıp çoğaltılsın da öğretilsin. Sanırım, duruş ve vuruş tekniği meselesi şahsi bir hadise, nihayetinde literatürün dediği değil vücudun ve beynin dediği oluyor.
Belki Kurt, Dave ve Sonny’den daha az derecededir, fakat çoğu oyuncu bir şekilde normlardan sapar, ya böyle icap etmektedir, bu oyunu bedenlerinin şekil ve işlevlerine uydurmaları lazımdır, ya da bireysel yeteneklerini sonuna kadar kullanmaları gerektiğinden. Hatta güçlerinin bir kısmı bu kural ihlallerine “rağmen” değil, tam da bu sapmaları “sayesindedir.”
Elbette kimseye ıstakasını Sonny Cho gibi tutmasını veya Kurt Ceulemans gibi durmasını tavsiye etmem. Ve, bana sorarlarsa şayet, asla bu iki oyuncuya da “Farklılıklarınızı düzleyin,” demem. Öğrencilerime gelince; onlara iyi gelen duruş neyse onu bulmalarını söylerim, benimkini kopyalamalarını değil. Çocuklara öğretmek… O farklı bir olay: Onlara yerleşik temelleri verirsiniz. Ayaklar buraya, eller şuraya, baş düzgün! Yarın müzik yapmaları için onlara en iyi şansı verecek temel: DO-RE-Mi. Sonra kendi tarzlarını kendileri geliştirirlerse (nitekim çoğu beceriyor) problem yok. Yok, bir yetişkinsiniz ve bu oyunu senelerce oynadınız ve bir sebepten bazı ayarlamalar yapmak zorunda hissediyorsunuz: Bunları ufak ufak ve zamana yayarak yapın. Aman katı olmayın: yoksa içinizdeki (sezgisel) hesap makinesi buna ayak uyduramaz. Aksi takdirde şüphe zehri damarlarınıza ve beyninize yıllarca musallat olur. Ne yazık ki buna şahit oldum, bedbaht bir şeydir bu.
Teknik noksanlar ne kadar zararlıdır? Veya şöyle soralım: Kusursuzdan aşağı bir teknikle oyununuzu ne kadar yukarı çekebilirsiniz? Belli mi olur, belki Semih Saygıner olursunuz (ki ıstaka tutuşu bariz bir şekilde “çarpık”tı) yahut da Marco Zanetti (onun da sağ eli hiçbir antrenörün zinhar önermeyeceği biçimde yatıktır). Bu oyunun en efsanevi vuruşu Saygıner de, bilardoya damgasını vurmuş Zanetti de bireyci, türünün tek örneği ve normlardan sapan sporculardır. İşin gerçeği, tıpkı bizim gibi. Aslında bunun bize söylediği şey şu: Oyununuzda bir kusur olsa bile sınırınız ancak gök kubbedir. Steffi Graf hayat kurtaracak bir teknikten yoksundu: raketinin tersiyle üst falso veremezdi, ama ne gam, parlak bir kariyeri oldu Alman tenisçinin. Büyük İspanyol golfçü Seve Ballesteros bütün başlangıç atışlarında rakiplerine yaklaşık 30 metre verirdi fakat neticede hepsini sollayan o olurdu.
Hâlâ bir oyuncuya öykünmekte ısrar ediyorsunuz, ve Semih veya Marco bile dört dörtlük, kitabi bir örnek teşkil etmiyorlar, e ne olacak, rol model kim alınacak? Benim önerim (şimdilerde PBA’ya transfer olan) Sung Won Choi olur. Zanetti bu sporun bütün departmanlarında onun önünde ve Choi, hiçbir zaman Saygıner gibi ağızları bir karış açıkta bırakacak atışlar yapmayacak. Tamam, ama duruş, tutuş, vuruş diyorsanız mükemmelliğe bela şekilde yakın olan o.
![]() |
Güney Koreli Usta Sung Won Choi |
Yazının İngilizce orijinali için: https://www.carom.gr/reblog/one-size-fits-all/
26 Mayıs 2023 Cuma
BİLARDO EVRENİ ARTIK İKİ KUTUPLU: UMB-PBA ÇAĞI
![]() |
Bilardoda UMB-PBA İkiliği Görsel: saigonbilliards.com |
2023 Dünya Kupası 2. Ayağı Vietnam başladı. 60’lık Blomdahl’ımız 26’sıyla bizi uçurmaktan yine geri durmadı!!! Kral, elini ıstakasından çekmediği müddetçe meydan okuma sürüyor demektir! Tayfun Taşdemir ve Tolgahan Kiraz son 16’da! Tolgahan’ın çıkışını sürdürmesi göğsümüzü kabartıyor! Final 28 Mayıs Pazar günü.
Aslında
klavyenin başına, UMB’deki “artık ve şimdilik tek favorimiz” olan ve 2022’yi
(bilardonun da ötesinde) Türkiye’de sporun zirvesinde tamamlayan Tayfun
Taşdemir hakkında bir yazı yazmak için oturmuştum. “Artık ve şimdilik tek
favorimiz” diyorum çünkü PBA’ya giden Semih Saygıner, Murat Naci Çoklu ve Lütfi
Çenet bilardoda her zaman, herhangi bir kupanın doğal favorileri arasındadır. Umarım,
UMB’de kalan oyuncularımız da yıllar içinde kazandıkları başarılarla “favori” statüsüne
erişecektir. Hatırlayacaksınız Taşdemir’in Dünya Şampiyonluğu’nu burada uzun
bir analizle kutlamıştık. Taşdemir, ardından bununla yetinmeyip Dünya Kupası Las
Vegas Ayağı’nı ve Saygıner’le birlikte Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nu
kazandı. Bu olağanüstü bir spor hadisesi ve ülkede bunun yeterince anlaşılmadığı
ve yankı bulmadığı açık. Ancak bilardo evreninin Asya yakasında birkaç senedir
esen rüzgâr büyük bir hamle yaptı. Ve 3 bant, eski BWA-UMB yarılmasından çok
daha radikal bir değişim kasırgasıyla karşı karşıya. Evet, 120 günde dünya
bilardosunu sallayan “Tayfun” kasırgasını anla(t)madan önce Asya kasırgasına ve
PBA-UMB kutuplaşmasına bakalım:
Dünya
bilardosunun en kıdemli ve faal 7 büyük isminden 3’ü Dünya Bilardo Birliği
UMB’yi bırakıp G. Kore organizasyonu PBA’ya transfer olmuş durumda: Caudron,
Sanchez ve Saygıner.
Adı
ve atmosferiyle bariz bir şekilde NBA’i çağrıştıran PBA, elbette ilk önce
Caudron olmak üzere, Filippos Kasidokostas, Adnan Yüksel, Jae-Ho Cho,
Dong-Koong Kang gibi Dünya Kupası sahibi oyuncuları çoktan bünyesine katmıştı. Ayrıca
Eddy Leppens, David Zapata, David Martinez, Dinh Nai Ngo, Nguyen Quoc Nguyen gibi
değerli oyuncular da bu cazibeye boyun eğmişti. Türkiye’yi temsilen ise
Yüksel’in yanı sıra Birol Uymaz, Savaş Bulut ve Can Çapak da bu şov
atmosferinde boy gösteriyordu. Ancak PBA daha da büyümeye kararlıydı: Ve bu
sezon başında Sanchez ve Saygıner gibi iki efsane ismin yanında, Murat Naci
Çoklu, Sung-Won Choi, Lütfi Çenet, Choong-Bok Lee gibi 3 bant starlarını da
arenaya çekmeyi başardı. Hatırlatayım, bu hafta, Çoklu ve Çenet PBA’dan önceki
son UMB turnuvalarını oynadılar Vietnam’da. Neticede PBA’nın marka değeri
gittikçe büyüyor.
Gelelim
UMB’ye: 7 kıdemli efsaneden 4’ü yani Blomdahl, Jaspers, Zanetti ve Merckx, Dünya
Bilardo Birliği’nin kalan sağları arasında. Ülkemizden, yakın dönem
performansları itibariyle, Berkay ve Ömer Karakurt, Tolgahan Kiraz, Turgay
Orak, Gökhan Salman gibi yetenekler her zaman sürpriz yapmaya aday konumdalar. Ancak
şu an, bırakın Türkiye’nin tek favori temsilcisi olmasını, Dünya Genel
Klasmanı’nda 3. sırada bulunan Tayfun Taşdemir UMB’nin elinde tutabildiği en ağır
toplarından biri konumunda. PBA’ya gidenlerin de UMB’de kalanların da önü açık
olsun!
UMB
de Avrupa Bilardo Birliği CEB de ülkemiz federasyonu da yıllardır bu sporu son
derece düzgün organizasyonlara kavuşturdular. Ancak bir spor dalının global bir
cazibe kazanabilmesi için üç temel direk var: Parlak yıldızlar, seyirci ve
endüstri. 3 bandın parlak yıldızları her zaman oldu. Ancak 3 bant, snookerdan
daha karmaşık bir spor olmasa da hiçbir zaman snooker kadar izleyici çekemedi.
Elbette Kozoom ve Five&Six bu konuda önemli bir fonksiyonu icra ediyorlar
yıllarca. Ve elbette haklı sebepleri vardır ancak Antalya’da düzenlenen
şampiyona öncesinde Kozoom, TL tarifesini kaldırdı. Hatta sitesinin Türkçe kısmını
da kapattı. Şampiyona izleme bedeli 24,99 euro idi, yani o günün kuruyla bile 500
TL civarındaydı. Kozoom’un yıllık tarifesi ise 99,99 euro. Şu an Netflix’in
aylık ücretinin 63,99 TL, Disney Plus’unkinin ise 64,99 olduğunu hatırlatalım.
Örneğin ben, oktan farksız vuruş tekniklerine hayran olduğum Barış Cin ve Hacı
Arap Yaman’ın şampiyonluğunu, Gülşen Degener ve Müjde Karakaşlı’nın heyecan
dolu finalini canlı izleyemedim. Dünyanın en büyük seyirci potansiyeline sahip
ülkelerinden birinde vaziyet bu.
Lakin
belirtmeli ki bu yayın ayağı federasyonları aşan bir olgu. PBA bazı eksikleri
gördü ve G. Kore Federasyonu’yla da işbirliği yaparak ama çok daha fazla ve güçlü
bileşeni yanına alarak bir organizasyon yarattı. En temel farklardan biri şu:
Dünyada bir geleneğin devamı olarak sadece Batı Avrupa’ya özgü olan ve seyirci
potansiyeli çok zayıf olan karambol, 5 pin, kadre, tek bant gibi bazı sair
branşlarla enerjisini dağıtmıyor. Sporun hiçbir branşına karşı değilim ancak
kapitalist ve global mantık, her zaman basit, anlaşılır, odaklı ve seyir
cazibesi yüksek olanı arar. İkincisi yine geleneksel ve tarihî gerçeklere
dayanan “saray oyunu mentalitesi” PBA organizasyonunun ruhunda kat’a yok. İki
yapı ortak bir maç yapmaya kalksa aralarında ihtilaf meselesi olabilecek birkaç
kural (brikol puanı ve aso şekli) hariç, bilardo bildiğimiz bilardo. Fakat
çuhalar feminen. Üstelik ortamın hormonal metabolizması (!) orta yaşlı Batı
Avrupa atmosferinden epey farklı. Fotoğraf çekimleri hariç papyon yok. NBA’i
çağrıştıran “libido”, ponpon kızlar, müzik sporun ritminin bir parçası haline
gelmiş. Oyunculara bakarsanız en kerli ferli Caudron’undan en sempatik
Nguyen’ine kadar herkes bu duruma adapte olmuş durumda, yüksek ortalamalar yine
gırla! Ayrıca oyunun centilmen ruhu korunuyor yani “maçtan sonra rakibine gidip
sarılanların oyunu”J tanımına hiçbir halel
gelmemiş. Ama takımsal ve bireysel rekabet daha canlı. Yani heyecan ve coşkuyla
birlikte bu rekabet, tribünlere de yayılıyor.
Muhtemelen,
PBA’nın bizde en çok reyting yaptığı dönem sevgili Birol’un şampiyon olduğu
ayaktır. Yarı finalde Caudron’la kapışması, finaldeki üstün performansı hâlâ
hafızalarda. Hatırlıyor musunuz Birol, o finalin ardından birincilik kürsüsüne “uluslararası
şampiyon” unvanıyla çıktı. Evet, bütün kıtalardan oyunculara sahip bu
organizasyon. Ancak NBA’in izinden giden ve uluslararası olduğunu iddia eden bu
yapının maç yayınlarında İngilizce spikeri bile yok. Arada sırada
hatırlatıyorum, çok temel bir şeyi unutuyoruz: Michael Jordan’ı Murat
Murathanoğlu olmasa Türkiye’de çok az kişi tanıyacaktı. Kaan Kural gibi bilgili
ve coşkulu bir anlatıcı olmasa Kobe’nin Lakers forması o satışlara sittin sene
ulaşamazdı Türkiye pazarında. Ve “Eurosport Türkiye” sayesinde bu ülkede
insanlar, hiçbir şampiyonları olmamasına rağmen 3 banda kıyasla snooker
branşını daha çok tanıyor.
Sevgili
Emel Kökçelik Çoklu’nun çok kıymetli ve düzenli Türkçe haber akışına rağmen Kozoom
canlı maç yayınlarına dil yatırımı yapamadı. Türkçe analiz, yorum veya magazin
içeren sosyal medya videolarına da bütçe ayıramadı. Five&Six’in ise bazen
Korece bazen de İngilizce yayınları var. Bazı maçlarda ise duyabileceğiniz en
fazla top sesi… Oysa bütün popüler spor organizasyonlarının bütün dünyada her
dilde düzenli yayını var. Üzerine basıyorum, Messi ve Ronaldo Türkçe konuşan
spikerler olmasa çok dar bir çevre tarafından bilinirdi Türkiye’de! Ama PBA, bu
sporu G. Kore ölçeğinden dışarı çıkarmaya kararlı görünüyor. Bu konuda da
yatırım yapabilir.
Yani
demek istediğim, bu spor kısa zamanda G. Kore’nin en popüler spor dallarından
biri haline gelebildiyse dünyada da popülerlik kazanabilir pekâlâ. “Futbol
sadece futbol değildir” ya hani. Evet, futbol olmayan kısımlarında kişisel hikâyeler
var, drama var, ton var vurgu var, duygular var, empati, özdeşleşme var, korku,
tutku, taraf olma, grup aidiyeti, siyaset, şarkılar, tezahüratlar, zaferler,
hüsranlar, tribünlerin bir toplumun sosyolojik minyatürü olması gibi pek çok
şey var… Ama Türkçe anlatılmazsa bunların hiçbiri yok, olsa bile çok güdük. PBA
bir şeyin daha farkında, o da magazin. Evet, seviyeli magazin, sporu ilave
duygularla tamamlayıp, hayatın içine sokuyor ve kitleselleştiriyor. Sporun
içinde zaten var olan ve gerekli de olan eğlence fonksiyonunu öne çıkarıyor.
Bu
zeminleri sağlayıp gitgide genişleten G. Kore’de bilardo; parlak yıldızları, seyircileri
ve endüstrisiyle bir “ülke içinde ülke”. Görünen o ki bu ülkede oyuncular, hakemler,
ponpon kızlar, antrenörler, yayıncılar, tribünler ve malzeme fabrikatörleri
beraberce ekmek yiyerek spor yapıyor ve “çok eğleniyor”! Bu sporun beşiği
Avrupa, yeni projeler ve yapılar geliştirmezse Asya kasırgasınca yutulmayı göze
almak zorunda. Biz yine de şimdilik bir yana bırakalım bu Asya kasırgasını da
dünya bilardosunu 120 gün boyunca sallayan “Tayfun” kasırgasının müziğinde
kaybolalım.
Rifat Özçöllü
Not: “120 GÜNDE DÜNYA BİLARDOSUNU SALLAYAN ‘TAYFUN’ KASIRGASI” başlıklı
yazım için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/2023/05/120-gunde-dunya-bilardosunu-sallayan.html
3 Şubat 2013 Pazar
Bilardoda Üç Bandın Arasına Kaç Psikolojik Eşik Sığar?
Not: AGIPI turnuvasında ‘ölüm grupları’ndan sağ çıkıp çeyrek finale yükselen Tayfun Taşdemir ve Lütfi Çenet’i canıgönülden tebrik ederim. Dünyadaki az sayıda ‘total oyuncu’dan ikisinin yanı başımızda olması bizim için büyük şans olsa gerek. Tabii ki onların da yanı başında duran (bir zamanlar, diyelim) Prens’in ‘gen aktarımı’nı unutmamak kaydıyla…