Sayfalar

3 bant bilardo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
3 bant bilardo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mayıs 2023 Cuma

BİLARDO EVRENİ ARTIK İKİ KUTUPLU: UMB-PBA ÇAĞI

Bilardoda UMB-PBA İkiliği
Görsel: saigonbilliards.com

2023 Dünya Kupası 2. Ayağı Vietnam başladı. 60’lık Blomdahl’ımız 26’sıyla bizi uçurmaktan yine geri durmadı!!! Kral, elini ıstakasından çekmediği müddetçe meydan okuma sürüyor demektir! Tayfun Taşdemir ve Tolgahan Kiraz son 16’da! Tolgahan’ın çıkışını sürdürmesi göğsümüzü kabartıyor! Final 28 Mayıs Pazar günü.

Aslında klavyenin başına, UMB’deki “artık ve şimdilik tek favorimiz” olan ve 2022’yi (bilardonun da ötesinde) Türkiye’de sporun zirvesinde tamamlayan Tayfun Taşdemir hakkında bir yazı yazmak için oturmuştum. “Artık ve şimdilik tek favorimiz” diyorum çünkü PBA’ya giden Semih Saygıner, Murat Naci Çoklu ve Lütfi Çenet bilardoda her zaman, herhangi bir kupanın doğal favorileri arasındadır. Umarım, UMB’de kalan oyuncularımız da yıllar içinde kazandıkları başarılarla “favori” statüsüne erişecektir. Hatırlayacaksınız Taşdemir’in Dünya Şampiyonluğu’nu burada uzun bir analizle kutlamıştık. Taşdemir, ardından bununla yetinmeyip Dünya Kupası Las Vegas Ayağı’nı ve Saygıner’le birlikte Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nu kazandı. Bu olağanüstü bir spor hadisesi ve ülkede bunun yeterince anlaşılmadığı ve yankı bulmadığı açık. Ancak bilardo evreninin Asya yakasında birkaç senedir esen rüzgâr büyük bir hamle yaptı. Ve 3 bant, eski BWA-UMB yarılmasından çok daha radikal bir değişim kasırgasıyla karşı karşıya. Evet, 120 günde dünya bilardosunu sallayan “Tayfun” kasırgasını anla(t)madan önce Asya kasırgasına ve PBA-UMB kutuplaşmasına bakalım:

Dünya bilardosunun en kıdemli ve faal 7 büyük isminden 3’ü Dünya Bilardo Birliği UMB’yi bırakıp G. Kore organizasyonu PBA’ya transfer olmuş durumda: Caudron, Sanchez ve Saygıner.

Adı ve atmosferiyle bariz bir şekilde NBA’i çağrıştıran PBA, elbette ilk önce Caudron olmak üzere, Filippos Kasidokostas, Adnan Yüksel, Jae-Ho Cho, Dong-Koong Kang gibi Dünya Kupası sahibi oyuncuları çoktan bünyesine katmıştı. Ayrıca Eddy Leppens, David Zapata, David Martinez, Dinh Nai Ngo, Nguyen Quoc Nguyen gibi değerli oyuncular da bu cazibeye boyun eğmişti. Türkiye’yi temsilen ise Yüksel’in yanı sıra Birol Uymaz, Savaş Bulut ve Can Çapak da bu şov atmosferinde boy gösteriyordu. Ancak PBA daha da büyümeye kararlıydı: Ve bu sezon başında Sanchez ve Saygıner gibi iki efsane ismin yanında, Murat Naci Çoklu, Sung-Won Choi, Lütfi Çenet, Choong-Bok Lee gibi 3 bant starlarını da arenaya çekmeyi başardı. Hatırlatayım, bu hafta, Çoklu ve Çenet PBA’dan önceki son UMB turnuvalarını oynadılar Vietnam’da. Neticede PBA’nın marka değeri gittikçe büyüyor.  

Gelelim UMB’ye: 7 kıdemli efsaneden 4’ü yani Blomdahl, Jaspers, Zanetti ve Merckx, Dünya Bilardo Birliği’nin kalan sağları arasında. Ülkemizden, yakın dönem performansları itibariyle, Berkay ve Ömer Karakurt, Tolgahan Kiraz, Turgay Orak, Gökhan Salman gibi yetenekler her zaman sürpriz yapmaya aday konumdalar. Ancak şu an, bırakın Türkiye’nin tek favori temsilcisi olmasını, Dünya Genel Klasmanı’nda 3. sırada bulunan Tayfun Taşdemir UMB’nin elinde tutabildiği en ağır toplarından biri konumunda. PBA’ya gidenlerin de UMB’de kalanların da önü açık olsun!   

UMB de Avrupa Bilardo Birliği CEB de ülkemiz federasyonu da yıllardır bu sporu son derece düzgün organizasyonlara kavuşturdular. Ancak bir spor dalının global bir cazibe kazanabilmesi için üç temel direk var: Parlak yıldızlar, seyirci ve endüstri. 3 bandın parlak yıldızları her zaman oldu. Ancak 3 bant, snookerdan daha karmaşık bir spor olmasa da hiçbir zaman snooker kadar izleyici çekemedi. Elbette Kozoom ve Five&Six bu konuda önemli bir fonksiyonu icra ediyorlar yıllarca. Ve elbette haklı sebepleri vardır ancak Antalya’da düzenlenen şampiyona öncesinde Kozoom, TL tarifesini kaldırdı. Hatta sitesinin Türkçe kısmını da kapattı. Şampiyona izleme bedeli 24,99 euro idi, yani o günün kuruyla bile 500 TL civarındaydı. Kozoom’un yıllık tarifesi ise 99,99 euro. Şu an Netflix’in aylık ücretinin 63,99 TL, Disney Plus’unkinin ise 64,99 olduğunu hatırlatalım. Örneğin ben, oktan farksız vuruş tekniklerine hayran olduğum Barış Cin ve Hacı Arap Yaman’ın şampiyonluğunu, Gülşen Degener ve Müjde Karakaşlı’nın heyecan dolu finalini canlı izleyemedim. Dünyanın en büyük seyirci potansiyeline sahip ülkelerinden birinde vaziyet bu.

Lakin belirtmeli ki bu yayın ayağı federasyonları aşan bir olgu. PBA bazı eksikleri gördü ve G. Kore Federasyonu’yla da işbirliği yaparak ama çok daha fazla ve güçlü bileşeni yanına alarak bir organizasyon yarattı. En temel farklardan biri şu: Dünyada bir geleneğin devamı olarak sadece Batı Avrupa’ya özgü olan ve seyirci potansiyeli çok zayıf olan karambol, 5 pin, kadre, tek bant gibi bazı sair branşlarla enerjisini dağıtmıyor. Sporun hiçbir branşına karşı değilim ancak kapitalist ve global mantık, her zaman basit, anlaşılır, odaklı ve seyir cazibesi yüksek olanı arar. İkincisi yine geleneksel ve tarihî gerçeklere dayanan “saray oyunu mentalitesi” PBA organizasyonunun ruhunda kat’a yok. İki yapı ortak bir maç yapmaya kalksa aralarında ihtilaf meselesi olabilecek birkaç kural (brikol puanı ve aso şekli) hariç, bilardo bildiğimiz bilardo. Fakat çuhalar feminen. Üstelik ortamın hormonal metabolizması (!) orta yaşlı Batı Avrupa atmosferinden epey farklı. Fotoğraf çekimleri hariç papyon yok. NBA’i çağrıştıran “libido”, ponpon kızlar, müzik sporun ritminin bir parçası haline gelmiş. Oyunculara bakarsanız en kerli ferli Caudron’undan en sempatik Nguyen’ine kadar herkes bu duruma adapte olmuş durumda, yüksek ortalamalar yine gırla! Ayrıca oyunun centilmen ruhu korunuyor yani “maçtan sonra rakibine gidip sarılanların oyunu”J tanımına hiçbir halel gelmemiş. Ama takımsal ve bireysel rekabet daha canlı. Yani heyecan ve coşkuyla birlikte bu rekabet, tribünlere de yayılıyor.

Muhtemelen, PBA’nın bizde en çok reyting yaptığı dönem sevgili Birol’un şampiyon olduğu ayaktır. Yarı finalde Caudron’la kapışması, finaldeki üstün performansı hâlâ hafızalarda. Hatırlıyor musunuz Birol, o finalin ardından birincilik kürsüsüne “uluslararası şampiyon” unvanıyla çıktı. Evet, bütün kıtalardan oyunculara sahip bu organizasyon. Ancak NBA’in izinden giden ve uluslararası olduğunu iddia eden bu yapının maç yayınlarında İngilizce spikeri bile yok. Arada sırada hatırlatıyorum, çok temel bir şeyi unutuyoruz: Michael Jordan’ı Murat Murathanoğlu olmasa Türkiye’de çok az kişi tanıyacaktı. Kaan Kural gibi bilgili ve coşkulu bir anlatıcı olmasa Kobe’nin Lakers forması o satışlara sittin sene ulaşamazdı Türkiye pazarında. Ve “Eurosport Türkiye” sayesinde bu ülkede insanlar, hiçbir şampiyonları olmamasına rağmen 3 banda kıyasla snooker branşını daha çok tanıyor.

Sevgili Emel Kökçelik Çoklu’nun çok kıymetli ve düzenli Türkçe haber akışına rağmen Kozoom canlı maç yayınlarına dil yatırımı yapamadı. Türkçe analiz, yorum veya magazin içeren sosyal medya videolarına da bütçe ayıramadı. Five&Six’in ise bazen Korece bazen de İngilizce yayınları var. Bazı maçlarda ise duyabileceğiniz en fazla top sesi… Oysa bütün popüler spor organizasyonlarının bütün dünyada her dilde düzenli yayını var. Üzerine basıyorum, Messi ve Ronaldo Türkçe konuşan spikerler olmasa çok dar bir çevre tarafından bilinirdi Türkiye’de! Ama PBA, bu sporu G. Kore ölçeğinden dışarı çıkarmaya kararlı görünüyor. Bu konuda da yatırım yapabilir.

Yani demek istediğim, bu spor kısa zamanda G. Kore’nin en popüler spor dallarından biri haline gelebildiyse dünyada da popülerlik kazanabilir pekâlâ. “Futbol sadece futbol değildir” ya hani. Evet, futbol olmayan kısımlarında kişisel hikâyeler var, drama var, ton var vurgu var, duygular var, empati, özdeşleşme var, korku, tutku, taraf olma, grup aidiyeti, siyaset, şarkılar, tezahüratlar, zaferler, hüsranlar, tribünlerin bir toplumun sosyolojik minyatürü olması gibi pek çok şey var… Ama Türkçe anlatılmazsa bunların hiçbiri yok, olsa bile çok güdük. PBA bir şeyin daha farkında, o da magazin. Evet, seviyeli magazin, sporu ilave duygularla tamamlayıp, hayatın içine sokuyor ve kitleselleştiriyor. Sporun içinde zaten var olan ve gerekli de olan eğlence fonksiyonunu öne çıkarıyor.

Bu zeminleri sağlayıp gitgide genişleten G. Kore’de bilardo; parlak yıldızları, seyircileri ve endüstrisiyle bir “ülke içinde ülke”. Görünen o ki bu ülkede oyuncular, hakemler, ponpon kızlar, antrenörler, yayıncılar, tribünler ve malzeme fabrikatörleri beraberce ekmek yiyerek spor yapıyor ve “çok eğleniyor”! Bu sporun beşiği Avrupa, yeni projeler ve yapılar geliştirmezse Asya kasırgasınca yutulmayı göze almak zorunda. Biz yine de şimdilik bir yana bırakalım bu Asya kasırgasını da dünya bilardosunu 120 gün boyunca sallayan “Tayfun” kasırgasının müziğinde kaybolalım.  

Rifat Özçöllü

Not: “120 GÜNDE DÜNYA BİLARDOSUNU SALLAYAN ‘TAYFUN’ KASIRGASI” başlıklı yazım için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/2023/05/120-gunde-dunya-bilardosunu-sallayan.html

17 Eylül 2022 Cumartesi

Bilardoda İlginç Bir Egzersiz Rutini: "DurKarSeyTek" - Bert van Manen (5)

Taşdemir - Caudron, Guri Dünya Kupası yarı final maçı, 2015

Yokuş çıkmanın iyi tarafı her virajdan sonra manzaranın giderek güzelleşmesidir. İyi 3 bant oyuncusu olmak da buna benzer. Tırmanışınıza başlayın, birazcık çabalayın, büyük resim hemen belirmeye başlayacak. İşte kendinizi eğitip oyununuzu geliştirmek için ihtiyacınız olanlar: Bir kâğıt parçası, bir kalem, iyi fare kullanan bir parmak ve Kozoom veya Five&Six aboneliği. Zaten hepsi mevcut, değil mi?

Bu “tüyo”yu yıllar evvel Facebook’ta paylaştığımdan bazılarına ikinci baskı olacak. Baştan özür. Ama bu egzersiz daha geniş bir kitleye ulaşmayı hak ediyor doğrusu. “DurKarSeyTek” (duraklat – karar ver – seyret – tekrarla) adını verdiğim bu rutin şöyle işliyor:

1) Kozoom veya Five&Six arşivine gidip hiç seyretmediğiniz bir 3 bant maçı bulun. Bu arşivler binlerce saatlik video içeriyor ve herkesin favori oyuncusu da orada bulunuyor. Kendinizi Caudron, Blomdahl, Jaspers videolarıyla sınırlamayın, yeter ki ortalaması sizden iyice yüksek bir oyuncu olsun. Taşdemir, Horn, Jae Ho Cho: Size harika bir rol model olabilecek oyunculardan ilk aklıma gelenler.

2) Bir dik çizgi çekip kâğıdınızı ikiye bölün, sol sütuna “Yanıldım”, sağ sütuna da “Bildim” yazın.

3) Videoyu başlatın. Toplar durduğunda videoyu duraklatın. Pozisyona bakın (acele etmeyin) ve bu atışı SİZ nasıl atardınız, kararınızı verin. 

4) Sonra oynata basıp oyuncunun tercihini gördükten sonra puanınızı sol ya da sağ sütuna işleyin. Yalnız egzersizimiz biraz katı: Örneğin, sayı 3 ya da 4 banttan olabilir dediniz; bu, ancak topun dolaşacak başka yolu yoksa kabuldür. Çifte şanslı durumlarda, mesela 3-5 atışlarında bile, tek olasılık seçebilirsiniz. 

5) Duraklatın. Maçın sonuna kadar bu döngüyü tekrarlayın. 

Diyelim ki 22 ıstakada 40-31 bitmiş bir Dünya Kupası maçı seçtiniz. Bu, (asoyu saymazsak) 113 adet karar vereceğiniz anlamına gelir. Çentiklerinizin yarısı veya fazlası sol sütuna (Yanıldım) gittiyse atış tercihleriniz biraz daha çalışma istiyor demektir. Eğer 75 veya daha fazla (*2/3 veya fazlası) çentik, sağ sütundaysa (Bildim) atış tercihleri anlamında zaten bayağı iyi bir oyuncusunuz. Ancak gördünüz mü, bu halde bile inanmayacağınız kadar sayıda yanıldınız. Yine de öğretici bir deneyim oldu değil mi? Seçtiğiniz üst kalibre oyuncunun niye “sizin” sayınıza yanaşmadığını kendinize sormayı da ihmal etmeyin. Evet, muhtemelen çevrenizdeki akranlarınız o atışı çoğu zaman öyle oynuyordur. Ancak sayıyı çoğu zaman YAPABİLİYORLAR mı?  

Sağ sütunda 100’ün üstünde bir skorunuz mu var? Yalan. Hile yapmayın.  

Tabii Jung Han Heo, Jeremy Bury ve Eddy Leppens’in bizden daha akıllıca tercihler yaptığını varsayıyoruz. Öyleler de zaten. Bütün bu kalburüstü oyuncular “yüzdeli” atışlara tecrübeleriyle vâkıftır. Üstelik kaçınılmaz tuşlardan, tribüne oynamaktan ve hakkınca efor sarf etmeden atış yapmaktan uzak durma disiplinindedirler. 

Makul başarı şansı olan bir şey bulamadılar mı, o zaman başka maharetleri devreye girer: düşük başarı yüzdeli bir atışı kaliteli bir müdafaayla birleştirmenin yolunu aramak.

Farklı oyuncuların farklı atışlarda ekstra beceri sahibi olduklarını da unutmayın. Yani Blomdahl’ın yüzdeli atışı, Jaspers’ın yüzdeli atışı olmak zorunda değil. Şayet SİZ belli çözümlerde iyiyseniz o becerinizi her halükârda kullanın. Ancak o sayı gerçekten oradaysa… Nafile yere değil. 

Hepimizin bildiği gibi, daha iyi atış tercihi, daha yüksek ortalamaya götüren en kestirme yoldur. Duruşunuz ve vuruşunuz üzerinde çalışabilir (ki bunu yapmalısınız zaten), farklı şaftlar, uçlar deneyip sistemler üzerine kafa yorabilirsiniz. Ancak daha iyi kararlar kadar oyununuzu şaha kaldıracak hiçbir şey yoktur. DurKarSeyTek alışkanlığı bana çok şey kattı, yeni sayılar öğrenmek anlamında değil ama en çok, yıllarca boş yere tutunduğum kalıplardan uzaklaşmak anlamında. 

Kozoom’un Kasa Dairesi’nde biraz gezinip kıymetli parçalar buldum size (tabii hâlâ görmediyseniz):

Jaspers - Haeng Jik Kim, Porto, Nisan 2015

Dick’in 2015’te çıkardığı en iyi maçlardan biri. Evet, Haeng Jik çenesine birkaç yumruk almak zorunda kaldı, ancak üzülmeyin, gelecek yıllarda çok kişiyi tokatlayacağından şüphem yok. 

Leppens - Caudron, Hooglede, Mayıs 2015 

Dördü Olimpik standartlarda beş heyecanlı set. 

Merckx - Blomdahl, New York, Temmuz 2013

Bu parçanın fiyatı dudak uçuklatır! TB’den fantastik bir 11’lik seri. EM’den daha da iyi bir 8’lik cevap. Öyle parçalar ki bunlar, ağzınız açık kalır!

Blomdahl - Jae Ho Cho, Bordeaux, Aralık 2015 

Birbirlerinin kabiliyetlerine şapka çıkartan iki oyuncu. 

Her iki şekilde de sonuçlanabilirdi. Gerçekten. Söz konusu olan dünya şampiyonluğu ve ölüm kalım atışları vuruyorsunuz, hangi atışı seçerdiniz? Maçın finalinde bunlardan birkaç tane var. Evet, TB zirveye çıkıyor ancak aman Allah’ım, o Jae Ho Cho nasıl kreatif bir dâhidir? 

Dong Koong Kang - Sanchez, Guri, Eylül 2015

Muazzam bir vuruşa sahip, gergin Koreli, 2008’den beri büyük bir vaatti ama kararsız bir seyir izledi. Şimdi parçalar yerine oturuyor ve büyükleri devirmeye başladı.

Taşdemir - Caudron, Guri, Eylül 2015  

Ferrari ve Lamborghini karşı karşıya! Olabilecek en iyisi! Galip gelenin “mental kudretine” ilişkin sonuçlara varmadan evvel, penaltılarda tuşlara öpülmekten sadece 1 mm’yle kurtulduğunu hesaba katmayı unutmayın (*Manen, “Sensey”in 7-6 kazandığı penaltılardaki 4. sayısını kastediyor).

Umarım “DurKarSeyTek egzersizi” hoşunuza gitmiştir. “Bir içki koy, uzat ayakları ve otur maçın başına”dan daha iyi geliyor kulağa, değil mi?

Bert van Manen

Çeviri: Rifat Özçöllü

Yazının orijinali: https://www.kozoom.com/en/billiard-carom/news/the-padeware-practice-routine.html

19 Mart 2022 Cumartesi

Bilardoda (Milli) Takım Dinamikleri


Tayfun Usta ve "Can Savaşçı"mıza minnet! Bu sportif milli başarılar bize moralin ötesinde bir tür hayat motivasyonu vermiştir hep. 2002'de ekonomik kriz tehdidini hissettiriyorken, futboldaki dünya üçüncülüğü bize can suyu olmuştu.
Motivasyon derken: Usta, Sanchez'i 16 ıstakada yenerken sadece İspanya Milli Takımı'na büyük bir darbe indirmekle kalmadı, Legazpi’yi yenmek için Can’ın (zaten içinde var olan) cesaretini bulup çıkartmasını da sağladı. Turnuvanın favori “ikinci adam”ı gösterilen Legazpi, takımının “birinci adamı” havlu atınca oyundan düştü de denebilir. Ancak Can öyle bir silkindi ki (çeyrekte rövanşı alsa da grup maçlarında Jacop Sorensen’e yenildiğini ve Türkiye’nin “zayıf halkası” şeklindeki yorumların yarattığı baskıyı da hesaba katın) final maçında hem sorumluluk ve inisiyatif bayrağını devraldı hem de yorgunluk emareleri veren Usta’yı diriltene dek savaştı. (Çok kıymetli Van Manen, uzaktan çok tanımıyor olabilir Can’ı ama ben hiç şaşırmadım buna, zaman zaman pozisyon oyunundan taviz verse de, savaşçılığından hiç taviz vermediğini biliyorum. Ve bir diğer savaşçı Lütfi Usta’nın “mesaj kutusu”na verdiği tepkileri de son derece haklı buluyorum. Öncümüz Saygıner’in açtığı yolda biz bir ekol ülkeyiz, seyircilerimiz de üsluplarıyla oyuncularımızın gerisinde kalmamalı.) Ve Can, cevval Kolombiyalı Catano’ya “bugün sana masa dar, hadi gel seni seyirci sandalyesine alalım” dedikten sonra Tayfun Usta yorgunluğuna rağmen klasını yine gösterdi ve bu kez de Can’ın içinden gözyaşları çıktı geldi. Tayfun Usta Dünya Kupası’nda Sanchez maçında 40’ı geçtikten sonra (43-11’di skor!) yaptığı gibi, son sayıyı o kadar bekleyecek lüksü olmadığını biliyordu bu kez. Ama böylesi bir efor, turnuvanın son günü de olduğu düşünülürse, hem mental hem fiziksel bir yorgunluğa yol açtı muhtemelen. Belki de Can’ın ateşi aldığını fark etti ve bu sefer de o Can’ın arkasına takıldı. Yani özetle, cesaret, özveri, inisiyatif alma, sorumluluk üstlenme, iki oyuncu arasında sürekli değişen lokomotif-arka vagon denklemi gibi dinamikleri iyi işleten Milli Takım 6. dünya şampiyonluğunu göğüslemiş oldu.
Not: Özellikle Catano ve Garcia oyunlarıyla, Murat Naci Usta’nın yıllar önce kırdığı zincirlere takılıyorlar gibi. Güney Kore seviyesinde bir ekonomileri yok ve devlet destekleri ne derecede bilmiyorum ama ülkelerinde çok salon olduğunu ve bilardonun çok sevildiğini biliyorum, dolayısıyla Kolombiya’dan da şampiyon çıkabilir birkaç sene içinde. Dolayısıyla 3 bant bilardonun globalleşmesi yolunda Asya’dan sonra Güney Amerika’yla birlikte eksik parçalar tamamlanmaya devam edecek. (Umarım Siyah Afrika’dan da oyuncular çıkacak bir gün bilardo sahnesine.) Ve de ne güzel olacak böyle bir şey, hatta bir gün olimpiyat branşı haline gelecek, kim bilir?