Sayfalar

Tayfun Taşdemir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tayfun Taşdemir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2024 Salı

Üç Bant Evrenine Hoş Geldin Çin!

13.500 m²lik yer üzerine kurulu Yushan Bilardo Spor Merkezi


Çin, snookerdan sonra üç bant evrenine de adım atıyor. Hem de bazı ilklerle ve milyonlarca euroluk yatırımlarla... Çin, Jiangxi (Yiangşi) eyaletinin Yushan (Yuşan) ilçesini, Çin’in bilardo başkenti ilan etti. Üstelik Yushan’ı dünyanın en önde gelen bilardo kentlerinden biri yapma hedefinde. Yushan’da 13.500 m²lik alana kurulan Yushan Bilardo Spor Kompleksi'nin içinde yer alan Dünya Bilardo Müzesi 17 Mart’ta kapılarını sporseverlere açtı. Ayrıca, dünyada yine bir ilk olarak, bu komplekste üniversite düzeyinde Bilardo Spor Akademisi açıldı. Bu akademi snooker ağırlıklı olsa da 3 bant branşında da mezunlar verecek. 10 yıldır süren hazırlıklar sonucu açılan kompleksin dünyadaki bütün bilardo branşlarına (3 top, pool ve snooker) ait birlik ve federasyonlardan tam destek aldığını da ekleyelim. 

Yushan Dünya Bilardo Müzesi Açılışı Gösteri Turnuvası'nda dört büyük 3 bant ustasının izleyicisi bir snooker efsanesiydi: Ronnie O'Sullivan 

Müzenin açılışıyla birlikte 3 bant bilardonun Çin’e tanıtılması kapsamında ülkemizden Tayfun Taşdemir’le birlikte Phuong Vinh Bao (Vietnam), Sameh Sidhom (Mısır) ve Haeng Jik Kim (G. Kore) aynı tarihlerde Yushan’da bir gösteri turnuvasında boy gösterdi. Bu 3 bant gösterisinin onur konukları arasında, dünyaca ünlü snooker ve pool efsaneleri Ronnie O’Sullivan ve Efren Reyes (aslen Filipinli yani bir Asyalı) de yer aldı. Yine aynı kompleks içinde yer alan 8 snooker masalı salon, World Snooker Tour'un Yushan ayağına da ev sahipliği yaptı. 24 Mart'taki final Ding Junhui ile Judd Trump'ın rekabetine sahne oldu ve zafer, Çinli oyuncuyu kendi evinde mağlup etmeyi başaran İngiliz Trump'ın oldu. 

Ali Rıza Gel, Yushan'daki Dünya Bilardo Müzesi açılışında, 
müzeye katkılarından dolayı plaket alıyor


Dünya Bilardo Müzesi'nde Türkiye'den Bir Koleksiyoner: Ali Rıza Gel

Bu şöhretlerin yanında ülkemizi temsil eden bir kişi daha vardı: Dünyanın en büyük bilardo koleksiyonerlerinden Ali Rıza Gel. Kendisi uzun yıllardır Belçika’da yaşasa da her sene memleketi Türkiye'yi ziyaret ediyor. Bu koleksiyonda, tarihi birkaç yüzyıla uzanan masalar, ıstakalar, sayı tabelaları, biblolar, kupalar, minyatürler, tebeşirler, kitaplar, şu an yaşamayan çeşitli bilardo branşlarına ait objeler ve daha nice sanat eseri eşsiz parçalar var. Onun bu eşsiz koleksiyonundan haberdar olan Çin Bilardo Federasyonu birkaç sene evvel Ali Rıza Gel’e ulaşıyor. Ve dünyadaki ilk bilardo müzesini kuracaklarını ve Gel'in koleksiyonundaki bazı parçaları müzede sergileme arzularını iletiyorlar. Aslında Ali Rıza Gel’in hayali, koleksiyonunu kendi ülkesinde kurulacak bir müzede sergilemek olsa da Çin’in nazik teklifini geri çevirmiyor ve koleksiyonunun bir kısmını Müze'ye bağışlayarak 17 Mart’ta Yushan'daki ‘Bilardo Şöhretler Geçidi’nde yerini alıyor. 

Evet, Yushan'a 17 Mart'ta müze ve akademi açılışının yanı sıra dünya bilardo tarihinde enteresan bir ilke daha sahne oldu. Aralarında Ali Rıza Gel'in de bulunduğu 12 kişilik Dünya Bilardo Şöhretleri Seçim Kurulu her sene, yaklaşık 6 asırlık bilardo tarihine katkıda bulunan şöhretleri onurlandıracak. Ve bu isimler Dünya Bilardo Müzesi'nin 'Şeref Salonu'nda (Hall of Fame) yerlerini alacaklar. Kurul bu payeye bu yıl 7 ismi layık gördü:
 
* 7 kez dünya şampiyonu olan İngiliz snooker efsanesi Ronnie O'Sullivan 
Filipinli pool efsanesi Efren Reyes
* 3 top branşlarının Belçikalı efsanesi Raymond Ceulemans 
* İngiliz kadın snooker ve pool oyuncusu Allison Fisher  
* Çin'in en büyük snooker efsanesi Ding Junhui
* Dünya Profesyonel Snooker Birliği (WPBSA) Başdanışmanı Çinli Gan Lianfang
Dünya Bilardo Sporları Konfederasyonu'nun (WCBS) ilk başkanı, eski Dünya Bilardo Birliği (UMB) başkanı olan ve 1996'da vefat eden İsviçreli André Gagnaux

Türkiye 1990'lardan beri kazandığı başarılarla ve son yıllardaki tesisleşme atılımlarıyla dünyanın en önemli bilardo ülkelerinden biri. Dünya Bilardo Müzesi, her yıl büyüyecek 'Şeref Salonu' fikri ve Bilardo Akademisi, Çin'in bilardoya yaptığı vizyoner katkılar. Ali Rıza Gel de bu büyük spor müzesine yaptığı gönüllü katkıyla büyük resimde Türkiye'nin de adının yer almasında pay sahiplerinden biri oldu. Üç topta Asyalılardan daha eski bir geçmişe sahip Türkiye de bir gün bütün branşlarındaki bilardo hafızasını bir müzeye dönüştürecektir umarım. Bu hafızanın içinde en başta, yaşayan sporcu ve bilardo emekçilerimizin anlatacakları ve kaydedilmesi gereken anılar olsa gerek. Ve elbette arkasında tatlı öyküler barındıran bir dolu bilardo objesi. Turnuvalar bir sporun bel kemiği elbette. Öte yandan o spora bağlı kültürel ve sanatsal üretimler, eğitim materyalleri, spor edebiyatı ve yayıncılığı da o sporun yaygınlaşmasında, özendirilmesinde –ve dahası– spor endüstrisini tetiklemede hayati rolde.

Rifat Özçöllü

Ali Rıza Gel, Dünya Bilardo Birliği (UMB) ve Dünya Bilardo Sporları Konfederasyonu (WCBS) Başkanı Farouk Barki'nin elinden plaketini alırken

 
Ronnie O'Sullivan ve Ali Rıza Gel 


Ali Rıza Gel, 12 kişilik Dünya Bilardo Şöhretleri Seçim Kurulu'nda yer aldı


Gel'in Dünya Bilardo Müzesi'ne bağışladığı parçalardan bazıları

Dünya Bilardo Müzesi 

Dünya Bilardo Müzesi 

Dünya Bilardo Müzesi'nin de içinde olduğu Yushan Bilardo Spor Kompleksi


Dünya Bilardo Müzesi 



Dünya Bilardo Müzesi

Yushan Bilardo Spor Kompleksi

Yushan Bilardo Akademisi 


Yushan Bilardo Spor Kompleksi'nin altın kaplamalı kristal minyatürü,
Müze'ye katkılarından dolayı Ali Rıza Gel'e hediye edilmiş


Yushan Bilardo Akademisi'nden teknoloji destekli snooker dersinden bir kesit

Yushan Bilardo Akademisi 3 Bant Ders Salonu


5 Eylül 2023 Salı

Bilardocu tek beden giyer mi? - Bert van Manen (9)

Sevgili Bert van Manen’in bu yazısının çevirisi birkaç gün önce yitirdiğimiz çok sevgili Naci Güçhan’ın ruhuna gitsin. Aslında beni yaklaşık bir sene evvel aradığında Manen’in “Blomdahl Çağı” kitabının dilimize çevrilmesi için bazı girişimlerde bulunduğunu anlattı. Ben de tevafuk, o yazıları bir süredir çok çevirmek istediğimden söz ettim Hoca’ya. Sonra hemen sevgili Mehmet Varlık’ı aradı, o da Manen’le iletişime geçti… Derken o günden beri, Manen’in özellikle gençlerin ve tüm bilardocuların mental sportif gelişimine çok faydası olan bu yazılarının dilimizde okunabilmesi için çalışıyorum. Bu yazı, bilardoda duruş, tutuş, vuruş gibi teknik konular üzerine yine zihinleri kışkırtıcı bir biçimde kafa yoruyor ve tekstildeki “tek beden” teriminden yola çıkarak hiçbir bilardocunun tek bedene sığamayacağının altını çiziyor. Umarım Hadise tınılı başlık ve bu başka sporlara da dokunan yazı ilginizi çeker. Çeviriye, sağ olsun, Semih Saygıner duruş tutuşuyla ilgili özel bir not da ekledi. 75. Dünya Şampiyonası’nda her biri çok sevgili Tayfun Taşdemir, Tolgahan Kiraz, Ömer Karakurt ve Berkay Karakurt’a canıgönülden başarılar dilerim. 

Semih Saygıner, 1982.
1964 doğumlu Saygıner bir keresinde, ilk duruş-tutuşunu geliştirdiği zamanlarda, 1976'da ülkemize gelen Belçikalı Ludo Dielis'in (1945-) gazetelerden birinde gördüğü fotoğrafını hatırlayan fotoğrafik belleğinin kendisine yön verdiğini söylemişti.—R.Ö

Belçika'nın iki büyük bilardo efsanesi Ludo Dielis ve Raymond Ceulemans

Bilardocu tek beden giyer mi?

Birkaç yıl evvel Belçika Ligi’nde ikisi de Freddy adında iki bilardocunun maçını izliyordum. Evet, adları aynıydı ama tıpkı Laurel & Hardy’nin ikizleri gibiydiler. Büyük Freddy 1,93’tü ve hayli kiloluydu: Dağ gibi adam yani. Küçük Freddy ise topuklar dahil 1,60’tı. Yemekle arası nasıl mı? “Az yiyen olur veli” cinsinden bir âdem işte. Her ikisi de iyi, deneyimli oyuncular: 0,750-0,900 arasında bir yerlerdeler. Merak bu ya, maç bitince gidip ikisinin de ıstakasına bir bakayım dedim. Ne desem beğenirsiniz? İkisi de aynı boy, aynı ağırlıkta. 

Bir bakıma tuhaf bir şey değil mi bu? Yüzden fazla kot bedeni üretilir, fakat ıstakaya gelince “herkese tek beden”! O ıstakaya uyum sağlamak, onunla topları nasıl zaptedeceğini öğrenmek oyuncuların marifetine kalıyor. Şayet ortalama bir boyun cismin varsa ne âlâ. Fakat örneğin, bizim Freddylerden bunu istemek haksızlık. Rahat (ve düzgün) bir vuruş yapıp hassas bir isabet sağlayabilmeleri için ıstaka tutuş ve duruşlarına ince ayar çekmeleri şart. Diz ve dirseklerin bükülme derecesi, sırtın kavisi ve hatta kafanın duruşu. Nitekim iki bilardocu bile aynı atış karşısında aynı pozisyonda durmaz. Ama mesele atışı sayıya çevirmekse çoğu oyuncu bunun üstesinden gelir. Bazıları az yürünse de Roma’ya çıkan yollar çoktur.   

Bir bilardo atışının icrasında çok az hatadan ucuza kurtulabilirsiniz. Başınızı oynatıyor, köprü elinizi kaldırıyor, ıstakayı sağa sola sallıyor musunuz? Bunlar oyununuzu berbat eder, ilerlemenize ket vurur. Ya kurallara boyun eğersiniz ya da bedelini ödersiniz! Ancak açıkça söyleyeyim, bir atışa hazırlanırken farklı vücutlar farklı şeyler yapmaya mecburdur. Evet, kurallar var, tamam. Fakat sıklıkla ve itinayla çiğnenirler kendileri.

Bir Belçikalı oyuncu var, duruşu o kadar dik ki atış esnasında kafası, ortalamanın 10-15 santim üzerine çıkar. Garip, yapay ve rahatsız gözükür. Acaba bilardoya başlarken düzgün bir hoca bulma şansına nail olamamış mı dersiniz? Kurt Ceulemans’tan bahsediyorum, kimin oğlu olduğunu elbette biliyorsunuz, Raymond Ceulemans’ın. 1,3 genel ortalamaya sahip korkulu bir rakiptir kendileri. (Efsane’nin oğlu Kurt Ceulemans’ın kendisine özgü duruşu için: https://www.youtube.com/watch?v=OLBHa2czCYI&t=262s)

Bir de göğe merdiven dayamış Hollandalımıza bakalım. (Onun ıstakası da normal ebatlarda bu arada!) Atışlarda yeterince eğilme sorunu var bu adamın. Dizlerini bükmekten hoşlanmadığı aşikâr, bu yüzden bacaklarını açıyor. Öyle böyle değil. Leylek gibi! İnanın bana, biraz daha açılsalar aralarında saat farkı oluşacak! Hadi canım, böyle atış mı yapılır yav, demeyin. Yapıyor, onun adı Dave van Geel, hem de 1,2 genel ortalamasıyla tertemiz bir 3 bantçı. (Daha birkaç gün önce özel bir turnuvada kürsüde gördüğümüz Sevgili Furkan Şenel’in kulakları çınlamış mıdır?—R.Ö)

Bir de Amerikan bir oyuncu var, onun için de şimdiye dek gördüğüm “ıstakayı en tasarruflu kullanan” oyuncu diyebilirim. İster avanta (ticky) atsın ister beş bant, sağ eli ıstaka gövdesinin ortasındadır. “Ziyan bir teknik, bu tutuşla kaliteli vuruşu rüyasında görür!” mü dediniz? Kendisi 2005 ABD Şampiyonu Sonny Cho, 1 ortalamanın epey üstündedir ve oyunu hem kudretli hem de hoştur. (Sonny Cho’nun tutuşuna göz atmak için: https://www.youtube.com/watch?v=C8_wsHUy1Nk)

Temkinli olmak adına şu anekdotu da aktarayım. Yetenekli fakat eksantrik John van der Stappen bir lig maçındaydı, o gün uzatma parçasına başvurmak durumunda kaldı, o parçayla üst üste üç atış sayı yaptı. “Bu iyi geldi,” dedi maçtan sonra. Birkaç hafta sonra kendisine özel, 160 santimlik özel bir ıstakayla çıkageldi. Tüm sezon o özel ıstakayla oynadı. 140 santimlik ıstakasıyla genel ortalaması 1,1’di, 160’lıkla kaç oldu dersiniz? Yine 1,1! Güney Amerika’daki Surinam’ın başkenti Paramaribo’nun en iyi oyuncusu şu an.

Esrarengiz yetenek Filipos “Nefis Titreşimler” Kasidokostas’tan söz etmedim bile. 2009 Dünya ve 2012 Avrupa Şampiyonu. O yaptığı şeyleri nasıl yapıyor, hiçbir zaman almayacak zavallı aklım.

(Kasidokostas’un başka bir akıl almazlığı için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/search?q=kasidokostas)

Yine de şeytan dürtüyor, şu soruyu sor, diyor: “Eyvallah, bu oyuncular kendilerine has stilleriyle oyunlarını olabilecek en iyi yere götürdüler, ancak daha düzgün bir duruş ve daha geleneksel ıstaka tutuşuyla daha da güçlü olabilirler miydi?” Bakın, bu doğru bir önerme midir, emin değilim. Şuna ikna değilim ki kitabi bir duruş olsun, kopyalanıp çoğaltılsın da öğretilsin. Sanırım, duruş ve vuruş tekniği meselesi şahsi bir hadise, nihayetinde literatürün dediği değil vücudun ve beynin dediği oluyor.

Belki Kurt, Dave ve Sonny’den daha az derecededir, fakat çoğu oyuncu bir şekilde normlardan sapar, ya böyle icap etmektedir, bu oyunu bedenlerinin şekil ve işlevlerine uydurmaları lazımdır, ya da bireysel yeteneklerini sonuna kadar kullanmaları gerektiğinden. Hatta güçlerinin bir kısmı bu kural ihlallerine “rağmen” değil, tam da bu sapmaları “sayesindedir.”

Elbette kimseye ıstakasını Sonny Cho gibi tutmasını veya Kurt Ceulemans gibi durmasını tavsiye etmem. Ve, bana sorarlarsa şayet, asla bu iki oyuncuya da “Farklılıklarınızı düzleyin,” demem. Öğrencilerime gelince; onlara iyi gelen duruş neyse onu bulmalarını söylerim, benimkini kopyalamalarını değil. Çocuklara öğretmek… O farklı bir olay: Onlara yerleşik temelleri verirsiniz. Ayaklar buraya, eller şuraya, baş düzgün! Yarın müzik yapmaları için onlara en iyi şansı verecek temel: DO-RE-Mi. Sonra kendi tarzlarını kendileri geliştirirlerse (nitekim çoğu beceriyor) problem yok. Yok, bir yetişkinsiniz ve bu oyunu senelerce oynadınız ve bir sebepten bazı ayarlamalar yapmak zorunda hissediyorsunuz: Bunları ufak ufak ve zamana yayarak yapın. Aman katı olmayın: yoksa içinizdeki (sezgisel) hesap makinesi buna ayak uyduramaz. Aksi takdirde şüphe zehri damarlarınıza ve beyninize yıllarca musallat olur. Ne yazık ki buna şahit oldum, bedbaht bir şeydir bu.

Teknik noksanlar ne kadar zararlıdır? Veya şöyle soralım: Kusursuzdan aşağı bir teknikle oyununuzu ne kadar yukarı çekebilirsiniz? Belli mi olur, belki Semih Saygıner olursunuz (ki ıstaka tutuşu bariz bir şekilde “çarpık”tı) yahut da Marco Zanetti (onun da sağ eli hiçbir antrenörün zinhar önermeyeceği biçimde yatıktır). Bu oyunun en efsanevi vuruşu Saygıner de, bilardoya damgasını vurmuş Zanetti de bireyci, türünün tek örneği ve normlardan sapan sporculardır. İşin gerçeği, tıpkı bizim gibi. Aslında bunun bize söylediği şey şu: Oyununuzda bir kusur olsa bile sınırınız ancak gök kubbedir. Steffi Graf hayat kurtaracak bir teknikten yoksundu: raketinin tersiyle üst falso veremezdi, ama ne gam, parlak bir kariyeri oldu Alman tenisçinin. Büyük İspanyol golfçü Seve Ballesteros bütün başlangıç atışlarında rakiplerine yaklaşık 30 metre verirdi fakat neticede hepsini sollayan o olurdu.

Bu fotoğrafta görüldüğü gibi tutuşu "kitabi" değil, kendisine özgü. Istaka, vücudundan açık. Manen'in de vurgulayarak belirttiği gibi bilardo literatürüne armağan ettiği mucit sayılarını hep bu "çarpık" tutuşla yapmıştır. 7 yıllık aranın ardından bilardo müsabakalarına döndükten sonra ıstakasını gövdesine gitgide yaklaştırmıştır.—R.Ö  

Hâlâ bir oyuncuya öykünmekte ısrar ediyorsunuz, ve Semih veya Marco bile dört dörtlük, kitabi bir örnek teşkil etmiyorlar, e ne olacak, rol model kim alınacak? Benim önerim (şimdilerde PBA’ya transfer olan) Sung Won Choi olur. Zanetti bu sporun bütün departmanlarında onun önünde ve Choi, hiçbir zaman Saygıner gibi ağızları bir karış açıkta bırakacak atışlar yapmayacak. Tamam, ama duruş, tutuş, vuruş diyorsanız mükemmelliğe bela şekilde yakın olan o.

Güney Koreli Usta Sung Won Choi
Bir Choi değil misiniz? Steffi’yi, Semih’i ve Seve’yi unutmayın. Kusurlu iyidir. Kusurlu iş yapar!

Bert van Manen 

Çeviri: Rifat Özçöllü 

Yazının İngilizce orijinali için: https://www.carom.gr/reblog/one-size-fits-all/

26 Mayıs 2023 Cuma

120 GÜNDE DÜNYA BİLARDOSUNU SALLAYAN “TAYFUN” KASIRGASI

Tayfun Taşdemir

Meşhur bilimkurgucu Jules Verne’e, roman karakterine dünyayı dolaştırmak için 80 gün yetmişti. Ve “80 Günde Devriâlem”i yazdı. Türkiye kaynaklı bir “Tayfun” kasırgası ise bilardo evrenini baştan sona kasıp kavurabilmek için fazladan sadece 40 gün istedi. Evet, 120 günde 3 bant bilardo evrenini sallayan Tayfun Taşdemir’den bahsediyorum. Kasım 2022’de Dünya Şampiyonu oldu. Mart 2023’te Dünya Kupası’nın Las Vegas Ayağı’nda şampiyon oldu. Yetmedi, sadece bir hafta sonra Semih Saygıner’le birlikte Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nu da kazandı!

Bazı sporlar bazı ülkelerle özdeşleşmiştir:

ABD’nin serbest, kelebek, kurbağalama stil fark etmez Michael Phelps’i ve yüzücüleri vardır.

Çin’in Kung Fu Panda’sının uçan tekmelerine ilaveten pingpong toplarına havada sersem taklalar attıran masa tenisçileri vardır. 

Genetik mi, doğal beslenme mi, azimli çalışma mı, yoksa egzotik doğalarındaki diğer canlılara kafa tutma dürtülerinden mi bilinmez Kenya’nın hep maratoncuları vardır.

Belki şaşıracaksınız, Almanya’nın üstünlüğünün tartışılmadığı spor biniciliktir. Diğer ekonomik dev Japonya’nınki ise judodur.

Sovyet döneminden beri güreşteki iddiasından hiç vazgeçmeyen Rusya satranç dâhilerinin de anayurdudur.

Bilardo da satranç gibi “fotoğraf ve bellek oyunu”. Bu çok sevdiğim tanım Türkiye’nin dünyadaki birçok bilardo markasından biri olan Lütfi Çenet’e ait. Avrupa’da ya da dünyada şampiyonluğa veya madalyaya sahip diğer markalar kimler mi? Yılmaz Özcan, Murat Naci Çoklu, Adnan Yüksel, Can Çapak, Birol Uymaz, Hacı Arap Yaman, Serdar Gümüş, Barış Cin, Tolgahan Kiraz, Ömer ve Berkay Karakurt, Burak Haşhaş, Denizcan Akkoca, Seymen Özbaş. Gelelim kadın sporculara: Eylül Kibaroğlu, Gülşen Degener, Burcu Kantar, Gülhan Günal, Güzin Müjde Karakaşlı…
Ve elbette hem Türkiye’de hem dünyada bir bilardo misyoneri Semih Saygıner!

Bir çırpıda bu kadar şampiyon sayabilme hakikati dururken yukarıda andığım ülke-spor ikililerine “Türkiye-bilardo”yu da eklemek Allah’ın emri olsa gerek. Her biri farklı tarz sahibi olan bu isimlere tek tek sayfa açmak lazım. Ancak burada sadece Tayfun Taşdemir’den ve onun bilardo evreninde Kasım 2022’den Mart 2023’e kadar estirdiği 120 günlük “Tayfun” kasırgasından bahsetmek istiyorum.

Varan 1: Bilardonun Yükselen Yeni Coğrafyası G. Kore’de Dünya Şampiyonluğu

İlk önce bilardoda herhangi bir kupada şampiyon olmanın ne anlama geldiğini soralım. Şu an dünya sıralamasındaki ilk 30 oyuncunun 20’den fazlasının ya Dünya Kupası Ayak Şampiyonluğu ya da Kıta veya Dünya Şampiyonluğu bulunuyor. Bazıları tek ıstakada 28 çekmek gibi kırılması zor rekorların sahibi. Bazıları hâlâ yaşayan efsane statüsünde, hem de hâlâ kupa kazanan cinsinden: Blomdahl, Jaspers, Caudron, Zanetti, Saygıner, Sanchez, Merckx. Oyun, Batı Avrupa menşeli. Ancak son yıllarda bilardo endüstrisinde de nüfuz sahibi Asya’nın salvoları var. Öyle ki büyük çoğunluğu son 15 senede olmak üzere G. Kore’nin Dünya Kupası Ayağı kazanmış 8 şampiyonu var! 1 şampiyon da Vietnam’dan. Örneğin, 1930’dan beri düzenlenen FIFA Dünya Kupası’nı tarih boyunca kazanan ülke sayısı yalnızca 8. Basketbolda ise bu sayı sadece 6… Yani uluslararası bilardo turnuvaları daha ‘son 32 turu’ndan itibaren yangın yeri! Yani yine futboldan gidersek, sadece İtalya, Brezilya, Arjantin, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin klonlarından oluşan 32 rakibin kapıştığı bir turnuva hayal edin… İşte öyle bir ortam!

Tayfun Taşdemir’in yıllar geçtikçe oyununda güncellemelere ve revizyonlara gittiğini gördük. Kendisi dünyada ‘seri oyun’un büyük kompetanlarından biri olarak kabul ediliyor. Seri oyun, tek elde üst üste 8, 10, 15 ve üzeri sayı çekebilmek için birbirine ahenkle bağlanan doğurgan pozisyonlarla bir kompozisyon bütünü yaratmak demek. Kendisinin bu kompozisyonda oynayarak gayriresmî maçlarda 30’un üzerinde sayı çektiği de vaki. Ancak 30 senedir kırılmayı bekleyen resmî dünya seri rekoru 28! Ve Taşdemir bu oyun yordamıyla rekoru kırmaya aday gösterilen birkaç oyuncudan biri. Bununla birlikte, Taşdemir’in Dünya Şampiyonası’nda bu oyun tarzını esnettiğini gördük. Bu zorlu arenadan muzaffer çıkabilmek uğruna sıkıştığı anlarda çok kez artistik nitelikte sayı çözümlerine yöneldiğini gördük. İkinci göze çarpan nokta ise son viraj sendromuna hiç yakalanmamasıydı. Önceki yıllarda pek çok kez, 50 sayıda bitmesi gereken maçı 40’lara getirip sündürdüğünü hatta bu yüzden maç kaybettiğine de şahit oluyorduk. Ancak örneğin, son yılların alt edilmesi en zor oyuncusu Jaspers karşısında 50-47 biten yarı finalde kesinlikle tutukluk yapmadı. Finalde de öylesine odaklıydı ki İspanyalı rakibi Legazpi daha 15. sayıya varamamışken 15 ıstakada 50 sayıyı buldu. Turnuva sonunda Hollandalı bilardo tarihçisi Bert van Manen’le sohbetimizde o da benzer bir yorum yaptı: “Üst seviye bilardocunun hiç rijit olmaması, esnek ve adaptasyonunun kuvvetli olması, masada doğaçlama yapabilmesi gerekiyor. Hafta sonu bu silahların hepsi Tayfun’un belindeydi.” Nihayetinde, Türkiye’ye Semih Saygıner’in 2003’teki şampiyonluğunun ardından ikinci kez Dünya Şampiyonluğu’nu getirmiş oldu.

Varan 2: Kapitalizmin Bağrında, Las Vegas’ta Buruk Bir Star

Taşdemir daha Dünya Şampiyonluğu sevincine doyamamışken Türkiye 6 Şubat’ta kıyametvari bir deprem felakatiyle karşılaştı. Aslen Muşlu olan Taşdemir’in ise daha depremin üstünden bir ay bile geçmemişken 2 Mart’ta ABD’de bilardo masasının başında olması gerekiyordu. Sonuçta Las Vegas’taki Dünya Kupası’na “kazanacağım bir başarıyla en azından ufak bir teselli olabilir miyim ümidiyle” de gittiğini ifade etti. 1975 doğumlu Taşdemir bilardoya 18 yaşında Marmara Üniversitesi’nde İktisat öğrencisiyken başlamış. İlk defa bir bayram günü bayram harçlıklarıyla gittiği salonda almış ıstakayı eline. İktisat’tan mezun olmuş ama o günden beri bilardodan başka hiçbir iş yapmamış. Eşi her sabah arabasıyla bebeklerini kreşe, kocasını da tam 9’da salona teslim ediyor. Sonuçta ‘Hassasiyet Oyunları’ kategorisinde yer alıyor bilardo. Elinin soğumaması elzem. Ancak 5 Kasım doğumlu oyuncu akrep burcu ve duygusal anlamda da hassas bir mizaç taşıyor. Bilardoda başarıyı taşıyan en kritik kolonlar ise teknik bilgi, fotoğrafik hatta sinematik bir bellek, antrenman, odaklanma ve severek, keyif alarak oynama. Las Vegas’ta da bu kolonların hepsini sağlam tutan Taşdemir yarı finalde İtalyan dev Zanetti’yi, finalde de G. Koreli Haeng-Jik Kim’i mağlup ederek üçüncü Dünya Kupası Ayak Şampiyonluğu’nu elde etti. Kişi başı gayrisafi yurtiçi hasılası yaklaşık 80.000 dolarlık dünyanın en büyük ekonomisinde, kişi başı gayrisafi yurtiçi hasılası aşağı yukarı 10.000 dolarlık bir ülkenin “küresel bilardo starı” olarak herkese bilardo ziyafeti sundu. Maç sonunda bırakın ıstakasını, yumruğunu havalara kaldırmayı ülkesindeki trajedinin ağırlığıyla bir tebessüm dahi beliremedi yüzünde. Ama İstiklal Marşı’nı dinlerkenki burukluğuna en azından “ufak bir teselli olabildim” ferahlığı eşlik edebilmiş oldu. Hayat böyle işte, dünyada yüzlerce sporcunun hayalini süsleyip uğruna on yıllarca çalışılan kürsünün zirvesinde sızım sızım bir mahcubiyet hâli…  

Varan 3: Ve Milli Takımlarda Türkiye’nin 7. Dünya Şampiyonluğu

Las Vegas’tan sadece bir hafta sonra Semih Saygıner ve Tayfun Taşdemir’den oluşan Türkiye 3 Bant Milli Takımı Almanya’ya üst üste üçüncü Dünya Şampiyonluğu’nu kazanmak için uçacaktı. Hedef ‘hat trick’ yapmaktı. Aslında hat trick deyimi, sihirbazların el çabukluğuyla 3 aşamada şapkadan tavşan çıkarma numaralarından doğmuş. Gerçi Saygıner’in ‘Mr. Magic’ diye bir lakabı da var ve izleyene bazı sayılar sihir gibi geliyor da olabilir. Ancak bilardodaki mevzunun büyüyle, efsunla, üfürükçülükle hiç alakası yok. Nihayetinde oyuncular küresel cisimler olan toplarla yani fizikle ve de birbirine eşit iki kareden oluşan bir dikdörtgen masayla yani geometriyle meşguller.

Türkiye’ye bilardoda Milli Takım şampiyonluklarının ilk ikisi 2003 ve 2004’te Semih Saygıner & Tayfun Taşdemir takımıyla geliyor. 3. şampiyonluk 2010’da Murat Naci Çoklu & Adnan Yüksel takımından. 4’üncüsü 2011’de Tayfun Taşdemir & Lütfi Çenet takımıyla. 5’incisi 2019’da Lütfi Çenet ve Murat Naci Çoklu ustalarla. 6’ıncı gurur ise 2022’de Tayfun Taşdemir ve Can Çapak’a aitti. Yani, 2020 ve 2021’de Pandemi yüzünden bu şampiyona oynanmadığından son iki şampiyonluk Türkiye’nin elindeydi. Yani üçüncü defa iki sene üst üste şampiyonluk kazanılmıştı. Bu sefer şeytanın bacağı kırılıp hat trick yapılır mıydı?

Gerçekten de Milli Takım çeyrek finalde Nikos Polychronopoulos’lu Yunanistan’ı, yarı finalde Dick Jaspers’lı Hollanda’yı, finalde de Torbjörn Blomdahl’lı İsveç’i devirdi. Ve üst üste 3. kez toplamda da 7. Kez Dünya Şampiyonluğu’nu Türkiye Bilardo Federasyonu’nun müzesine götürmüş oldu. Bu şu demek oluyor ki Tayfun Taşdemir bu 7 şampiyonluğun 5’inde ter dökme gururunu yaşadı. Buna en çok sevinmeyi hak edenlerden biri Bilardo Federasyonu Başkanı Ersan Ercan’dır kuşkusuz. Bilardo, madalya koleksiyonunu her geçen yıl genişleterek hem ülkeyi yurtdışında temsil ediyor hem de Türkiye’deki popüler branşlardan biri olmaya doğru gidiyor.

Ülkelerin refah düzeyleri ve sportif başarılarıyla ilgili karşılaştırmalar, analizler yapar dururuz. Gayrisafi yurtiçi hasılası ilk 100’de bile olmayan Jamaika’nın Usain Bolt’unun 3 olimpiyat üst üste rekorlara ambargo koyması yıllarca gündemden düşmedi mesela. Aslında bu ülke-spor denklemlerini genel teorilerle açıklamak zor, her branşın kendine özgü koşulları var. Belki de ülkenin ‘diğer’ alanlardaki başarı açlığını bu sporlara yüklenerek telafi etme arzusu da rol oynuyordur. Sonuçta ülkenin uluslararası prestijini yükselten hadiseler bunlar. E demiştik bu işin sihirle, büyüyle alakası yok diye. Bu da herhalde sporun psikolojik yanlarından biri. Tamam, fizik, geometri, fotoğraf, bellek, psikoloji dedik. Peki, Tayfun Taşdemir ne diyor? Son sözleri işin ustasına bırakalım:

“Teknoloji, bilgi ve bilim dönemindeyiz. Bilardonun duayeni olan Raymond Ceulemans’ın şöyle bir sözü var: ‘Bilardo ilk önce bir kültürdür sonra spordur.’ Bilardoda matematiksel diyagramlar var. Bizzat bilimin kendisi bu spor. Hem sanatsal hem de bilimsel tarafları var. Gelişim anlamında bütün ailelere tavsiye ediyorum. Sporda herhangi bir yenilgide mazeret üretme vardır. Bizde öyle bir durum yok. Vurup sayı yapamadıysanız eğer yüzde 99,9 sizin hatanızdan dolayıdır. Bu oyunda maçtan sonra istisnasız her bilardocu gidip rakibinin elini sıkar. Eleştiriyi önce kendiniz yapıyorsunuz. Bu da sizin gelişmenizi sağlıyor. İşin psikolojik tarafını söylemek gerekirse; korku, heyecan ve egonuzla masada tek başınasınız. Topluluk önünde korku, heyecan ve stres yönetimi var. Sizin kendinizi anlattığınız ve karakterinizi yansıttığınız bir spor dalı. Kişisel gelişim olarak inanılmaz faydalı. Şiddetin hiç olmadığı sosyal bir ortam sağlıyor. Saygı, birliktelik ve paylaşım var.”

“Yetenekli ve zeki olmak bahşedilmiş bir şey. Asıl alkışlanması gereken çalışmak. Çünkü orada irade var, fedakârlık var. Biz çalışmayı alkışlamalıyız. Disiplini alkışlamalıyız.”

“Rakibin kötü oynaması veya zayıflığındansa iyi oynarken dahi ondan daha iyi olmak daha önemlidir.”

Not: "BİLARDO EVRENİ ARTIK İKİ KUTUPLU: UMB-PBA ÇAĞI" adlı yazım için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/2023/05/bilardo-evreni-artik-iki-kutuplu-umb.html 

Rifat Özçöllü

BİLARDO EVRENİ ARTIK İKİ KUTUPLU: UMB-PBA ÇAĞI

Bilardoda UMB-PBA İkiliği
Görsel: saigonbilliards.com

2023 Dünya Kupası 2. Ayağı Vietnam başladı. 60’lık Blomdahl’ımız 26’sıyla bizi uçurmaktan yine geri durmadı!!! Kral, elini ıstakasından çekmediği müddetçe meydan okuma sürüyor demektir! Tayfun Taşdemir ve Tolgahan Kiraz son 16’da! Tolgahan’ın çıkışını sürdürmesi göğsümüzü kabartıyor! Final 28 Mayıs Pazar günü.

Aslında klavyenin başına, UMB’deki “artık ve şimdilik tek favorimiz” olan ve 2022’yi (bilardonun da ötesinde) Türkiye’de sporun zirvesinde tamamlayan Tayfun Taşdemir hakkında bir yazı yazmak için oturmuştum. “Artık ve şimdilik tek favorimiz” diyorum çünkü PBA’ya giden Semih Saygıner, Murat Naci Çoklu ve Lütfi Çenet bilardoda her zaman, herhangi bir kupanın doğal favorileri arasındadır. Umarım, UMB’de kalan oyuncularımız da yıllar içinde kazandıkları başarılarla “favori” statüsüne erişecektir. Hatırlayacaksınız Taşdemir’in Dünya Şampiyonluğu’nu burada uzun bir analizle kutlamıştık. Taşdemir, ardından bununla yetinmeyip Dünya Kupası Las Vegas Ayağı’nı ve Saygıner’le birlikte Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nu kazandı. Bu olağanüstü bir spor hadisesi ve ülkede bunun yeterince anlaşılmadığı ve yankı bulmadığı açık. Ancak bilardo evreninin Asya yakasında birkaç senedir esen rüzgâr büyük bir hamle yaptı. Ve 3 bant, eski BWA-UMB yarılmasından çok daha radikal bir değişim kasırgasıyla karşı karşıya. Evet, 120 günde dünya bilardosunu sallayan “Tayfun” kasırgasını anla(t)madan önce Asya kasırgasına ve PBA-UMB kutuplaşmasına bakalım:

Dünya bilardosunun en kıdemli ve faal 7 büyük isminden 3’ü Dünya Bilardo Birliği UMB’yi bırakıp G. Kore organizasyonu PBA’ya transfer olmuş durumda: Caudron, Sanchez ve Saygıner.

Adı ve atmosferiyle bariz bir şekilde NBA’i çağrıştıran PBA, elbette ilk önce Caudron olmak üzere, Filippos Kasidokostas, Adnan Yüksel, Jae-Ho Cho, Dong-Koong Kang gibi Dünya Kupası sahibi oyuncuları çoktan bünyesine katmıştı. Ayrıca Eddy Leppens, David Zapata, David Martinez, Dinh Nai Ngo, Nguyen Quoc Nguyen gibi değerli oyuncular da bu cazibeye boyun eğmişti. Türkiye’yi temsilen ise Yüksel’in yanı sıra Birol Uymaz, Savaş Bulut ve Can Çapak da bu şov atmosferinde boy gösteriyordu. Ancak PBA daha da büyümeye kararlıydı: Ve bu sezon başında Sanchez ve Saygıner gibi iki efsane ismin yanında, Murat Naci Çoklu, Sung-Won Choi, Lütfi Çenet, Choong-Bok Lee gibi 3 bant starlarını da arenaya çekmeyi başardı. Hatırlatayım, bu hafta, Çoklu ve Çenet PBA’dan önceki son UMB turnuvalarını oynadılar Vietnam’da. Neticede PBA’nın marka değeri gittikçe büyüyor.  

Gelelim UMB’ye: 7 kıdemli efsaneden 4’ü yani Blomdahl, Jaspers, Zanetti ve Merckx, Dünya Bilardo Birliği’nin kalan sağları arasında. Ülkemizden, yakın dönem performansları itibariyle, Berkay ve Ömer Karakurt, Tolgahan Kiraz, Turgay Orak, Gökhan Salman gibi yetenekler her zaman sürpriz yapmaya aday konumdalar. Ancak şu an, bırakın Türkiye’nin tek favori temsilcisi olmasını, Dünya Genel Klasmanı’nda 3. sırada bulunan Tayfun Taşdemir UMB’nin elinde tutabildiği en ağır toplarından biri konumunda. PBA’ya gidenlerin de UMB’de kalanların da önü açık olsun!   

UMB de Avrupa Bilardo Birliği CEB de ülkemiz federasyonu da yıllardır bu sporu son derece düzgün organizasyonlara kavuşturdular. Ancak bir spor dalının global bir cazibe kazanabilmesi için üç temel direk var: Parlak yıldızlar, seyirci ve endüstri. 3 bandın parlak yıldızları her zaman oldu. Ancak 3 bant, snookerdan daha karmaşık bir spor olmasa da hiçbir zaman snooker kadar izleyici çekemedi. Elbette Kozoom ve Five&Six bu konuda önemli bir fonksiyonu icra ediyorlar yıllarca. Ve elbette haklı sebepleri vardır ancak Antalya’da düzenlenen şampiyona öncesinde Kozoom, TL tarifesini kaldırdı. Hatta sitesinin Türkçe kısmını da kapattı. Şampiyona izleme bedeli 24,99 euro idi, yani o günün kuruyla bile 500 TL civarındaydı. Kozoom’un yıllık tarifesi ise 99,99 euro. Şu an Netflix’in aylık ücretinin 63,99 TL, Disney Plus’unkinin ise 64,99 olduğunu hatırlatalım. Örneğin ben, oktan farksız vuruş tekniklerine hayran olduğum Barış Cin ve Hacı Arap Yaman’ın şampiyonluğunu, Gülşen Degener ve Müjde Karakaşlı’nın heyecan dolu finalini canlı izleyemedim. Dünyanın en büyük seyirci potansiyeline sahip ülkelerinden birinde vaziyet bu.

Lakin belirtmeli ki bu yayın ayağı federasyonları aşan bir olgu. PBA bazı eksikleri gördü ve G. Kore Federasyonu’yla da işbirliği yaparak ama çok daha fazla ve güçlü bileşeni yanına alarak bir organizasyon yarattı. En temel farklardan biri şu: Dünyada bir geleneğin devamı olarak sadece Batı Avrupa’ya özgü olan ve seyirci potansiyeli çok zayıf olan karambol, 5 pin, kadre, tek bant gibi bazı sair branşlarla enerjisini dağıtmıyor. Sporun hiçbir branşına karşı değilim ancak kapitalist ve global mantık, her zaman basit, anlaşılır, odaklı ve seyir cazibesi yüksek olanı arar. İkincisi yine geleneksel ve tarihî gerçeklere dayanan “saray oyunu mentalitesi” PBA organizasyonunun ruhunda kat’a yok. İki yapı ortak bir maç yapmaya kalksa aralarında ihtilaf meselesi olabilecek birkaç kural (brikol puanı ve aso şekli) hariç, bilardo bildiğimiz bilardo. Fakat çuhalar feminen. Üstelik ortamın hormonal metabolizması (!) orta yaşlı Batı Avrupa atmosferinden epey farklı. Fotoğraf çekimleri hariç papyon yok. NBA’i çağrıştıran “libido”, ponpon kızlar, müzik sporun ritminin bir parçası haline gelmiş. Oyunculara bakarsanız en kerli ferli Caudron’undan en sempatik Nguyen’ine kadar herkes bu duruma adapte olmuş durumda, yüksek ortalamalar yine gırla! Ayrıca oyunun centilmen ruhu korunuyor yani “maçtan sonra rakibine gidip sarılanların oyunu”J tanımına hiçbir halel gelmemiş. Ama takımsal ve bireysel rekabet daha canlı. Yani heyecan ve coşkuyla birlikte bu rekabet, tribünlere de yayılıyor.

Muhtemelen, PBA’nın bizde en çok reyting yaptığı dönem sevgili Birol’un şampiyon olduğu ayaktır. Yarı finalde Caudron’la kapışması, finaldeki üstün performansı hâlâ hafızalarda. Hatırlıyor musunuz Birol, o finalin ardından birincilik kürsüsüne “uluslararası şampiyon” unvanıyla çıktı. Evet, bütün kıtalardan oyunculara sahip bu organizasyon. Ancak NBA’in izinden giden ve uluslararası olduğunu iddia eden bu yapının maç yayınlarında İngilizce spikeri bile yok. Arada sırada hatırlatıyorum, çok temel bir şeyi unutuyoruz: Michael Jordan’ı Murat Murathanoğlu olmasa Türkiye’de çok az kişi tanıyacaktı. Kaan Kural gibi bilgili ve coşkulu bir anlatıcı olmasa Kobe’nin Lakers forması o satışlara sittin sene ulaşamazdı Türkiye pazarında. Ve “Eurosport Türkiye” sayesinde bu ülkede insanlar, hiçbir şampiyonları olmamasına rağmen 3 banda kıyasla snooker branşını daha çok tanıyor.

Sevgili Emel Kökçelik Çoklu’nun çok kıymetli ve düzenli Türkçe haber akışına rağmen Kozoom canlı maç yayınlarına dil yatırımı yapamadı. Türkçe analiz, yorum veya magazin içeren sosyal medya videolarına da bütçe ayıramadı. Five&Six’in ise bazen Korece bazen de İngilizce yayınları var. Bazı maçlarda ise duyabileceğiniz en fazla top sesi… Oysa bütün popüler spor organizasyonlarının bütün dünyada her dilde düzenli yayını var. Üzerine basıyorum, Messi ve Ronaldo Türkçe konuşan spikerler olmasa çok dar bir çevre tarafından bilinirdi Türkiye’de! Ama PBA, bu sporu G. Kore ölçeğinden dışarı çıkarmaya kararlı görünüyor. Bu konuda da yatırım yapabilir.

Yani demek istediğim, bu spor kısa zamanda G. Kore’nin en popüler spor dallarından biri haline gelebildiyse dünyada da popülerlik kazanabilir pekâlâ. “Futbol sadece futbol değildir” ya hani. Evet, futbol olmayan kısımlarında kişisel hikâyeler var, drama var, ton var vurgu var, duygular var, empati, özdeşleşme var, korku, tutku, taraf olma, grup aidiyeti, siyaset, şarkılar, tezahüratlar, zaferler, hüsranlar, tribünlerin bir toplumun sosyolojik minyatürü olması gibi pek çok şey var… Ama Türkçe anlatılmazsa bunların hiçbiri yok, olsa bile çok güdük. PBA bir şeyin daha farkında, o da magazin. Evet, seviyeli magazin, sporu ilave duygularla tamamlayıp, hayatın içine sokuyor ve kitleselleştiriyor. Sporun içinde zaten var olan ve gerekli de olan eğlence fonksiyonunu öne çıkarıyor.

Bu zeminleri sağlayıp gitgide genişleten G. Kore’de bilardo; parlak yıldızları, seyircileri ve endüstrisiyle bir “ülke içinde ülke”. Görünen o ki bu ülkede oyuncular, hakemler, ponpon kızlar, antrenörler, yayıncılar, tribünler ve malzeme fabrikatörleri beraberce ekmek yiyerek spor yapıyor ve “çok eğleniyor”! Bu sporun beşiği Avrupa, yeni projeler ve yapılar geliştirmezse Asya kasırgasınca yutulmayı göze almak zorunda. Biz yine de şimdilik bir yana bırakalım bu Asya kasırgasını da dünya bilardosunu 120 gün boyunca sallayan “Tayfun” kasırgasının müziğinde kaybolalım.  

Rifat Özçöllü

Not: “120 GÜNDE DÜNYA BİLARDOSUNU SALLAYAN ‘TAYFUN’ KASIRGASI” başlıklı yazım için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/2023/05/120-gunde-dunya-bilardosunu-sallayan.html

1 Şubat 2023 Çarşamba

Bilardoda Galip ve Mağlubun Önündeki İki Seçenek

Blomdahl-Zanetti                
Hotel Inter Burgo Wonju 3 Bant Dünya Şampiyonası Yarı Finali

Güney Kore Hotel Inter Burgo Wonju 3 Bant Dünya Şampiyonası’ndaki format biraz karışık bulunsa da sonuçta üstatlar turnuva boyunca, sayı hedefine koşmayıp akıp giden saniyeleri yakalamaya çalıştı. Öncelikle Haeng-Jik Kim’e elense de bu bilmeceyi bir şekilde çözerek yarı finale kalmayı başaran Tayfun Taşdemir’i tebrik ederim. 2023’e fena bir başlangıç sayılmaz. Gelelim dramatik ve enfes Blomdahl-Zanetti yarı finaline. Son sette Zanetti 14-2’den 12 çekip Blomdahl’ı yakaladı, 13. sayıyı kaçırdı ama penaltılarda kazandı. Gerçekten nefes kesiciydi. Bulunmaz Hint kumaşıydı! Seyirciler maçı ayakta izledi! Maçın linki aşağıda zaten. Zanetti maçı kazandığında haklı bir zafer sevinciyle psikolojik bir harpten çıkmanın yükünü aynı anda taşırken Blomdahl yamacına yanaşıverdi. Daha babasıyla Amerikan oynadığı yıllardaki naif hırsını hiç kaybetmeyen ve bu maçta da son saniyeye kadar koşan Blomdahl’ın da iki seçeneği vardı önünde: ya hayal kırıklığına sığınacak ya da 60’ındaki akranına olgunlukla “kadim dostum bu kavgayı da bitirdik, sen bir yumruk daha fazla atmayı başardın, o zaman niye duruluyorsun öyle, hakkındır, keyfini sür!” diyecekti. O ikincisini yaptı elbette... 👏👏👏

17 Kasım 2022 Perşembe

Bilardo Kozmosunun Kalbinde Yeni İmza: Tayfun Taşdemir

Dünya Şampiyonu Taşdemir'den imzayı kapan G. Koreli taraftar
finalde defterini kameralara gururla doğrultuyor!

1/7. Bölüm: Global Başarı, Global Kişilik

[O haykırınca biz de haykırdık, ağlayınca biz de ağladık. Ancak birkaç saat sonra yaşanan olayın acısı yüreğimize oturdu, hayatını yitiren canlara rahmet olsun.]

Resimdeki imzayı kapan G. Koreli taraftar, 74. 3 Bant Dünya Şampiyonası finali sırasında defterinin altın sayfasını işte böyle gururla doğrultuyordu kameralara. Aramızdaki kilometre farkı 8.000. Ancak 72 sene önce savaş cephesindeki o kader ortaklığı, komşuluktan da öteye taşımış iki ülke arasındaki ilişkiyi. Hatırlıyor musunuz, 2002 Futbol Dünya Kupası’nda bizle oynayan takımlar deplasmanda gibiydi. Ama bilardocularımıza olan hayranlıklarına gelince iş vefa duygusunu aşıyor: bilardodan iyi anlayan bir halkın hayranlığı bu. 

Sadece Asya mı? Kıymetli bilardo tarihçisi Bert van Manen “hayran olduğu üç bilardocu” listesine onu çoktan yazdı bile. Dün görüşmemizde şu minvalde bir tarif yaptı: “Üst seviye bilardocunun hiç rijit olmaması, esnek ve adaptasyonunun kuvvetli olması, masada doğaçlama yapabilmesi gerekiyor. Hafta sonu bu silahların hepsi Tayfun’un belindeydi.” Taşdemir’in Dünya Şampiyonluğu öyküsünü anlatan ve 7 bölümden oluşan bu yazı dizisinde asla kuru övgü değil amacım, türlü hisseler çıkarabilmek. İlk söz şu: Taşdemir, oyununu, hatta duruş tutuşunu bile sürekli gözden geçirip kendisini hep güncelleyen, saygılı ve nitelikli eleştirilere açık, alçak gönüllü bir kişilik. Belki en başta bu yüzden Avrupai hatta global bir figür... (Devamı 2. Bölümde...)

2/7. Bölüm: Dünya Şampiyonası Dünya Kupası Farkı: Balın tadını ancak tadan bilir 

Bu sene 74’üncüsü düzenlenen Dünya Şampiyonası, neredeyse 100 yıllık geçmişiyle tarihî bir spor olayı. İlki 1928’de yapılmış. Savaş, salgın, ekonomik buhranlar gibi istisnai durumlar hariç senede bir kez düzenleniyor. Dünya Kupası ise örneğin bu sene 6 etaptan (ayaktan) oluşuyor. 1986’dan beri düzenlenen kupanın etap sayısı bugüne kadar 3 ile 10 arasında değişti. Etap şampiyonu olanın kupasında örneğin, “Dünya Kupası / Hurghada, Mısır 2011” yazar (Adnan Yüksel). O seneki bütün etaplar neticesinde kazanılan toplam puanlara göre birinci gelenin kupasında ise, örneğin “Dünya Kupası 2011” yazar (Blomdahl). Dünya Kupası’nın sıralaması ayrı tutulur. Ayrıca bütün turnuvaların hesaba katıldığı Genel Dünya Sıralaması da vardır. Bu sıralamada Dünya Şampiyonası 120 puan kazandırırken Dünya Kupası etabının puanı 80’dir. Dünya Şampiyonası’nın para ödülü daha yüksektir. Devletler yasa gereği bu şampiyonayı kazanana ayrıca ödül verir. Bütün spor branşlarında itibarı en yüksek hadise Dünya Şampiyonası’dır. Semih Saygıner 2003’te bu şampiyonayı kazanan ilk Türk sporcudur. İkinci finalistimizse geçen sene Jaspers’a kıl payı kaybeden Murat Naci Çoklu’dur. “Balın tadını ancak tadan bilir” derler ya, Semih Saygıner bilardoya döndükten sonra 2016, 2018 ve 2019’da ikinci kez o zirveye çıkabilmek için büyük efor sarf etmiş ancak ne yazık ki 3’ünde de 3. olmuştur. 19 sene aradan sonra Türkiye’ye 2. Dünya Şampiyonluğu getirme şerefine Tayfun Taşdemir nail olmuştur… (Devamı 3. Bölümde…)

3/7. Bölüm: “Fotoğraf ve Bellek Oyunu Bilardo” 

Aynı zamanda bir bilardo entelektüeli olan Lütfi Çenet bilardoyu “fotoğraf ve bellek oyunu” diye tanımlıyor. Evet, “Aso hariç asla aynı atışı iki kez oynayamayacaksın!” ilkesi geçerli. Tamam, sayı olasılıkları milyonlarca. Ancak mesele falso, kalınlık, tempo, vuruş tekniği ve bu 4 enstrümanın kombinasyonlarından oluşan kalıpların sayısına geldiğinde sayı, efsane Zanetti’ye göre yüzün altına düşüyor. Dünya şampiyonu adayının, böylesine tarihî ve ulusal anlam yüklü bir turnuvada, doğru sayı kalıbı fotoğrafını doğru anda doğru bir şekilde hatırlayıp, masa başında doğru bir şekilde uygulaması gerekiyor. Bir de belleğin şu boyutu var: “Nihayetinde şampiyon olan üst üste 7 maç kazandı” denebilir. Ancak insan bilinçaltı öyle çalışmıyor. Oyuncu, rakibiyle önceden oynadığı bütün maçları o anda tekrar oynuyor zihninde. Bir de her bir kalıp sayının geçmişteki kritik kaçırılma anlarına dair belleğin tuttuğu negatif kayıtlar da mevcut. Taşdemir’in en “rahat” galip geldiği düşünülen Legazpi maçına dair bellek kayıtlarını hatırlatayım mı? Legazpi’nin en büyük Dünya Kupası başarısı gümüş madalyadır (2013). Finalde Blomdahl’a kaybettiği o turnuvada yarı finalde kimi yenmişti? Taşdemir’i. 2011’den beri 3 kez oynamışlardı ve bu maç öncesinde Taşdemir’in galibiyet sayısı 1’di. Ve 2021’de Legazpi, Kozoom Challenge Cup’ı almıştı. Ya Merckx’e karşı terzi hassasiyetindeki o müthiş yarı finali… Taşdemir, birkaç yıldır “Geliyorum” diyen bu zarif adamın bütün bu adımlarından habersiz miydi? Elbette hayır. Ya nasıl önlemler alacaktı? (Devamı 4. Bölümde…) 

4/7. Bölüm: Taşdemir Meşhur Seri Oyununda Revizyona mı Gitti? 

Bilardoya, görece geç bir yaşta, 18’inde üniversite öğrencisiyken başlayan Taşdemir 47 yaşında oyununu çok olgun bir düzeye taşımış durumda. Dileriz ki bundan sonraki 10-15 senesi, gözlerini Dünya Sıralamasında ilk 3’teki yerine dikmiş 30 civarı sporcuya karşı mücadeleyle geçecek. Türkiye’nin büyük bir bilardo ülkesi olmasının sebeplerinden biri büyük bilardocularımızın kendilerini hep yenilemesiyle de alakalı. Taşdemir seri oyunu mütehassısı ancak bu turnuvadaki serilerinin karakteri biraz farklıydı: klasik sayılar dizilerinin arasına “ekstra” sayılar serpiştiriyordu. Çünkü turnuva ağacında onun yoluna çıkan cevizler “ekstra” çetindi. Son 16 maçı, skor 13-13. Artistik bir klepsle başladığı 13’lük seri kompozisyonuna hemen 14’le karşılık veriverdi Forthomme. Nihayetinde Taşdemir, 28 sayı rekortmeni Forthomme’un presini savuşturmak için 34. sayısında masa boyu klepse gitmekten gözünü sakınmayacaktı. Çeyrekte ise karşısında, çok özel bir oyuncu olan Heo ile Sanchez’i deviren Nikos vardı. O maçta da yine bu sentezde ısrar etti, seri oyununa ilaveten cebinden ekstraları çıkarıp durdu. Önceki iki oyuncunun yaptığı gibi Nikos’la çekişme riskine hiç bulaşmadı. Zira, 18 sayıda Nikos’u paralize etme gücü ancak onun ıstakasındaydı o gün. Mecazen demiyorum, ıstakasıyla gitgide çok uyumlu bir portre çizmekteydi gerçekten. Klepsler, sırtlar, darbeliler hepsi ideal tempolarda akıyordu ve bir kere çıt sesi duyulmuyordu. Sahi, çıt bu kadar da önemli mi? (Devamı 5. Bölümde…) 

5/7. Bölüm: Jaspers’ı Yenmenin 2 Sırrı: 

1) 0 Çıt 6 Tuştan Evladır! 
2) Son Viraj Sendromuna Elveda!

Yenilmez değil. Ancak son yıllarda dünyada yenmesi en zor oyuncu unvanı Jaspers’ın. Nokta. Jaspers altıncı, Taşdemir’se ilk Dünya Şampiyonluğu için ter döküyordu, dolayısıyla kâğıt üzerinde favori Hollandalıydı. Üstelik yarı finalde Taşdemir, Jaspers karşısında 6 kere tuşlatırken birçok izleyici saçını başını yolmaya başlamıştı. Halbuki o 6 tuşa rağmen psikolojik üstünlük maç boyunca Taşdemir’deydi. Neden mi? Çünkü ıstaka hakimiyeti ondaydı. Daha ilk sayısında masa boyu kleps havuz atacak kadar kendisinden emindi. 50 sayıyı 20 ıstakada çekti, yani toplam 69 vuruş yaptı. Ama tuşlatmadan yaptığı 63 vuruşta efsane rakibine hep korku saldı ve Jaspers'ı 47'den öteye geçirmedi. Tayfun Usta nadiren de olsa yaptığı çıtlarla maçlarda psikolojik olarak dezavantajlı konuma düşebiliyordu. Ancak o 6 pozisyonda tuşlar kendisine dalaşsa da o ıstakasıyla hep barışıktı. Ve o güvenle bir diğer sendromundan, yani maçların son virajlarında tutukluk yapma sendromundan hiç muzdarip olmadı. Pek çok örnek hatırlıyorum ama en sonuncusu: Bu sene 1. etapta Ankara’da Sanchez’e karşı 43-11 öndeyken maç 47-41’e kadar gelmişti. Geçen hafta, 7 maçta da o sendromdan eser yoktu. Aynı ritimle son virajları almasını bildi. İşte büyük bilardocularımızın büyük olmalarının sırlarından biri: Sürekli eksik parça tespiti yapıyorlar ve “ilim Kore’de de olsa gidip alıp” yapbozu tamamlıyorlar. (Devamı 6. Bölümde…) 

6/7. Bölüm: Eski Hikâye “Eskimeden” Yeni Hikâye Yazılamaz

Evet, Legazpi, Sanchez’le birlikte Milli Takımlar Avrupa Şampiyonluğu’nu tatmış, bireyselde de Kozoom Challenge Cup’ı almış, Merckx’i (sondaki asil direnişi hariç) oyunun büyük bölümünde masadan silmişti. Ancak final maçı başladıktan hemen sonra görüldü ki Legazpi’nin Dünya Şampiyonası’nda finale kalma başarısının hazım süreci henüz devam ediyordu. Tecrübe böyle bir şeydir zaten, yarı finalde Merckx’i yenip finale kaldığını hem içinde hem dost meclislerinde aylarca ballandıra ballandıra anlatmaya ihtiyacın vardır daha. Sonra bu hikâyeler tat vermez olur, daha büyüklerini yazmaya koyulursun. Oysa bu maç öncesinde Legazpi’nin bir Dünya Kupası ikinciliği karşısında, Taşdemir 2 altın, 4 gümüş, 10 bronz madalyayla Dünya Kupalarında 16 kez kürsüye çıkmıştı. Yani bu tür lezzetlere aşinaydı, gözü “Kızıl Elma”daydı. Zaten Jaspers’ı yendikten hemen sonra odasına koşmuş, kapısını kilitlemiş, yapayalnız kalarak bütün olan biteni unutmaya başlamıştı. Unutmazsa bellek, nereye yazılacak yeni hikâye? Evet, hep yapayalnızdır bilardo oyuncusu. Takım sporu değildir oynadığı. Masada; otel odasında; gözleri kapalı, zihninde dolaşıp duran topları izlerken. Ancak o kadar da yalnız mıdır? “Ağaç kovuğundan çıkıp gökten zembille mi inmiştir?” (Devamı 7. ve Son Bölümde…) 

7/7. Bölüm: Bilardo Ülkesi Türkiye’nin 3 Bantta 2., Tüm Ferdî Branşlarda 5. Dünya Şampiyonu

Taşdemir aynı Nikos maçında olduğu gibi final maçında da Prensimiz Semih Saygıner’den sonra 2. Dünya Şampiyonu olma yolunda işi rizikoya sokmak istemedi. Düello falan istemiyordu. Rakibi daha 15. sayıya varamamışken 15 ıstakada 50 sayıyı buldu. Haykırışlar, gülücükler, kucaklamalar ve gözyaşlarıyla dolu dramatik bir şampiyonluk sahnesi yaşayıp yaşattı. Taşdemir’in hayatında majör değişiklikler olmuştu: son dönemde evlenip baba olmuş, Mart’ta Can Çapak’la Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nun ardından antrenman salonunu değiştirmişti. Bu geçiş sürecinde, son üç Dünya Kupası’nın ikisinde hiç tur atlayamamış, birinde son 16'da elenmişti. Ancak mayası sağlamdı. Ne de olsa Karatayların, Saygınerlerin, Yılmaz Özcanların, Tüzüllerin ikliminde büyümüştü, üstelik global bir görgüye sahipti. Kazanma arzusu, azmi, inancı ve can dostlarının desteği vardı. Ve ayakları yere basan bir kurumsal çatının altındaydı. Evet, ülkemizde diğer birçok spor branşı, devraldıkları “binanın” eksikleriyle hatta çürük temelleriyle boğuşuyor. Ancak hakkını teslim edelim, bizim federasyonumuz ve Ersan Ercan geldiklerinden beri 3 banttan pool’a, snooker’a yeni “binalar” inşa ediyor. Aynı, çatısının altındaki usta oyuncuları gibi sürekli eksik parça tespiti yapıp onları geliştirmeye çalışıyor. Velhasıl, Taşdemir Ustamızın Dünya Şampiyonluğu da “tesadüf” değil, on yıllardır dikilen bilardo binasına eklenen bir taşın ötesinde bir koca kattır. Tebrikler ki Tayfun Taşdemir, bilardo ülkesi Türkiye’nin, tüm ferdî branşlarda, Semih Saygıner (3 Bant, 2003), Hacı Arap Yaman (Artistik, 2008), Serdar Gümüş (Artistik, 2012) ve Burak Haşhaş’tan (3 Bant Gençler, 2022) sonra beşinci Dünya Şampiyonu olmuştur. Bizi bir kat daha büyütmüştür. 

Alkışlar Bilardo Kozmosunun Kalbindeki Yeni İmzaya!!!     

Rifat Özçöllü 


  


19 Mart 2022 Cumartesi

Bilardoda (Milli) Takım Dinamikleri


Tayfun Usta ve "Can Savaşçı"mıza minnet! Bu sportif milli başarılar bize moralin ötesinde bir tür hayat motivasyonu vermiştir hep. 2002'de ekonomik kriz tehdidini hissettiriyorken, futboldaki dünya üçüncülüğü bize can suyu olmuştu.
Motivasyon derken: Usta, Sanchez'i 16 ıstakada yenerken sadece İspanya Milli Takımı'na büyük bir darbe indirmekle kalmadı, Legazpi’yi yenmek için Can’ın (zaten içinde var olan) cesaretini bulup çıkartmasını da sağladı. Turnuvanın favori “ikinci adam”ı gösterilen Legazpi, takımının “birinci adamı” havlu atınca oyundan düştü de denebilir. Ancak Can öyle bir silkindi ki (çeyrekte rövanşı alsa da grup maçlarında Jacop Sorensen’e yenildiğini ve Türkiye’nin “zayıf halkası” şeklindeki yorumların yarattığı baskıyı da hesaba katın) final maçında hem sorumluluk ve inisiyatif bayrağını devraldı hem de yorgunluk emareleri veren Usta’yı diriltene dek savaştı. (Çok kıymetli Van Manen, uzaktan çok tanımıyor olabilir Can’ı ama ben hiç şaşırmadım buna, zaman zaman pozisyon oyunundan taviz verse de, savaşçılığından hiç taviz vermediğini biliyorum. Ve bir diğer savaşçı Lütfi Usta’nın “mesaj kutusu”na verdiği tepkileri de son derece haklı buluyorum. Öncümüz Saygıner’in açtığı yolda biz bir ekol ülkeyiz, seyircilerimiz de üsluplarıyla oyuncularımızın gerisinde kalmamalı.) Ve Can, cevval Kolombiyalı Catano’ya “bugün sana masa dar, hadi gel seni seyirci sandalyesine alalım” dedikten sonra Tayfun Usta yorgunluğuna rağmen klasını yine gösterdi ve bu kez de Can’ın içinden gözyaşları çıktı geldi. Tayfun Usta Dünya Kupası’nda Sanchez maçında 40’ı geçtikten sonra (43-11’di skor!) yaptığı gibi, son sayıyı o kadar bekleyecek lüksü olmadığını biliyordu bu kez. Ama böylesi bir efor, turnuvanın son günü de olduğu düşünülürse, hem mental hem fiziksel bir yorgunluğa yol açtı muhtemelen. Belki de Can’ın ateşi aldığını fark etti ve bu sefer de o Can’ın arkasına takıldı. Yani özetle, cesaret, özveri, inisiyatif alma, sorumluluk üstlenme, iki oyuncu arasında sürekli değişen lokomotif-arka vagon denklemi gibi dinamikleri iyi işleten Milli Takım 6. dünya şampiyonluğunu göğüslemiş oldu.
Not: Özellikle Catano ve Garcia oyunlarıyla, Murat Naci Usta’nın yıllar önce kırdığı zincirlere takılıyorlar gibi. Güney Kore seviyesinde bir ekonomileri yok ve devlet destekleri ne derecede bilmiyorum ama ülkelerinde çok salon olduğunu ve bilardonun çok sevildiğini biliyorum, dolayısıyla Kolombiya’dan da şampiyon çıkabilir birkaç sene içinde. Dolayısıyla 3 bant bilardonun globalleşmesi yolunda Asya’dan sonra Güney Amerika’yla birlikte eksik parçalar tamamlanmaya devam edecek. (Umarım Siyah Afrika’dan da oyuncular çıkacak bir gün bilardo sahnesine.) Ve de ne güzel olacak böyle bir şey, hatta bir gün olimpiyat branşı haline gelecek, kim bilir?

13 Eylül 2015 Pazar

3-Bant Bilardoda Metafizik Direniş İhtiyacı


Torbjorn Blomdahl
Dick Jaspers
                                               
3 Bant Bilardo Dünya Kupası Guri finaline birkaç saat kala.

Blomdahl 2012’de Peloponnese’teki (Yunanistan) turnuvada 3-bantta yeni bir düzey başlattı: 2,739’luk genel ortalamayla final sonunda havada ıstaka sallamak. Bu şu manaya geliyordu: 5 maç üst üste 15 el dahi kullanmadan maç kazanmak. Bu turnuvadan önceki rekor 2,420 idi. Fakat bu öyle yıllardır kırılamayan bir düzey değildi. Sadece 1 sene önce gelinmiş bir düzeydi (Viyana, 2011). Ve o düzey, o dönemler itibariyle yine bireysel kalabilecek kadar dar bir alandaydı. Eski rekor hazmedilememişti henüz. Ancak 3-4 maçlık serilerde buna yakın genel ortalamalar elde edilebiliyordu. 2,420’den öncesinde ise turnuvalar genelde 2,000 hatta bazen 1,500 genel ortalamanın altında kazanılabiliyordu. Blomdahl’ın 90 başlarında yükselttiği seviyeye (Tokyo, 1992: 2,204) yine Blomdahl, Jaspers veya birkaç oyuncu tarafından daha (örneğin, Saygıner’in Atina’da 2004’te 2,000 genel ortalamayla kazandığı turnuva) zaman zaman yaklaşılıyor veya o rekor egale ediliyor veya biraz biraz yükseltiliyordu ama bu birkaç oyuncu da genel istatistiğe göre 2,000 ortalamanın altında turnuva kazanıyorlardı. 
Bu tarz, maç içerisinde 15 civarında ataklar gerektiriyor. Fakat bu dozdaki performansların hemen ardından maç içinde 8-10’luk seriler bile nadir yakalanabiliyor. 15+10’luk serilere çok rastlanmıyor. Örneğin, Blomdahl neredeyse bir solukta yarıyı aşıp 30’lara geldikten sonra ezici bir istatistikle duraklamaya giriyor, bazen 5-10 ıstakaya kadar çıkıyor bu duraklama. Çünkü mental mod, üst üste iki-üç kere 10’luk serilere hazır değil henüz. Çünkü “gerek” duyulmuyor. Yani 25 sayı civarı farkları kapatmaya yeltenen cengâver pek çıkmıyor. Veya üşeniliyor mu desek? Malum, psikolojide her eylem bir “ihtiyaç”a göre güdülenir. Fakat gelinen bu seviyede, Jaspers, bu “ihtiyacı” bilardo mentalitesinin kavramlar dünyasına kazandırıyor. Bu nasıl tanımlanır bilemiyorum, “imkânsız direniş”? Geçen turnuvada Dae-Kwon Shin’le oynadığı unutulmaz, efsanevi ve vecde getirici maçta, daha öncesinde Tran’ı onca farktan sonra şaşkınlığa uğratışında bu “metafizik direniş”lerin örneklerini sunmuştu. Tran o tokattan sonra epey sarsıldı ama bu tarz bir tokadı bilardo tarihinde ilk sallayan Caudron’du. O maçı hatırlatmama gerek yok zaten, herkes anladı onu! Yani demek istediğim, Tran bir daha yerden kalkamaz dememeli, Tran da bir süre sonra Jaspers gibi âlemlerden seslenebilir. (!) Henüz Jaspers düzeyinde olmasa da yani 3 ortalama civarında 40 finişine burun buruna girmek gibi bir metafizik hadiseye bulaşmayıp bunu daha insani (!) düzeyde 1,600-2,000 civarında yapan epey savaşçı var: örneğin Taşdemir’in bir önceki düzeyi buydu, 2,000 ortalamayla çok maç kaybetti kıl payı ve Zanetti, Merckx, Leppens, Forthomme, Çenet, Nguyen, Tran, Horn, Choi, Cho da bu direnişçi kategorisindeler… Bu parantezin içinde Avrupalıların takipçileri olarak Koreli ve Vietnamlılar da var ama bugüne kadar 3-bantta bütün eşikleri yaratma geleneği kurucu figür olarak Avrupalıların… 
Velhâsıl, Blomdahl ve Caudron’dan sonra bu “ihtiyaç”a cevap verip bu 2,500 civarı genel ortalama savaşçıları kulübüne girmek ancak Sanchez ve Tayfun gibi iki ışıltılı yetenek ve bilardo bilgininin elinden olabilirdi. (Bu yazıyı final maçından önce gönderiyorum, maçın sonucu çok önemli değil, şimdiden tebrik ederim Usta’yı; umarım akış, Sanchez’in boşluklar bulamadığı şekilde cereyan eder.)

13 Aralık 2014 Cumartesi

“Yalnız ve Hırçın İtalyan”ın Bu Hayattaki “Oyun” Sahnesi Bilardo Mekânları



Dünya Kupası’nın Hurghada/Mısır Ayağına Dair… 


Marco'nun bu hayattaki sahnesi bilardo mekânları. Dünyanın neresinde olursa olsun, seyircisinin karşısına çıkıp "oynuyor". 30 küsur senedir... 52 yaşındaki "oyuncu" bugün kendine şampiyonluk rolünü biçti. Bazen ikinciliği, üçüncülüğü, ilk turda elenmeyi de oynasa son saniyeye kadar rolünün hakkını veriyor. Seyirciyle mücadele de rolünün spontane gelişen bir parçası oldu bugün. (Blomdahl da geçenlerde seyirciyi zapturapt altına alabilmek için karizma ve otoritesini kullanarak bir bakışla "herhangi bir oyuncu değilim"i hatırlatmak gereği duymuştu.) "Yalnız ve hırçın İtalyan", "oyunculuğu" yüzünden bazen eleştiriler de alıyor. Ama eleştirenlerin de "oynamasının" önünde hiçbir engel yok.
***
Kang'a (Dong-Koong) gelirsek, diğer Korelilerden birazcık farklı o, az daha sert, ritmini tutturması çok önemli. Biraz gözü kara bir ritim denebilir belki. Şampiyon olmayı ve büyükleri devirmeyi o pervasızlığıyla başarmıştı. Fakat yarı finalde de (son bölüm hariç) finalde de temkinli ve ürkek oynadı.
***
Semih Saygıner'le ilgili bir iki not: Psikoloji ve beden çalışmalarında "kas hafızası", "duyusal ve duygusal hafıza" diye kavramlar var. Adnan Yüksel başarılı maçların ardından kötü oynayarak veda etti denemez. Bununla birlikte bütünsel olarak psikolojik ve fizyolojik bünyesi eski kondisyonlarını hatırlar gibiydi. Demek ki hazırlıklı gelmiş. (Tayfun'u Blomdahl maçı yordu sanırım. Tam anlayamadım klasik son salvosunu niye yapamadığını.) Semih Saygıner'in de kaslarının ve zihninin hatırlamasını umduğumuz kondisyonlarının ne menem şeyler olduğunu göz önünde bulundurursak bunun rakipleri için pek bir dert olacağı kesin. Tabii hafıza nöronlarının önündeki perdelerin açılabilmesi sık ve bol uyarımla ilgili. Zanetti birkaç yılı bulan durgunluk döneminin ardından ısrarının karşılığını aldı, alıyor; Semih Saygıner usta da "hafıza"nın ilacının tekrar ve ısrar olduğunun hepimizden çok bilincinde.

29 Kasım 2014 Cumartesi

Kore’deki 3-Bant Bilardo Dünya Şampiyonası ve Mükellef Bir Şampiyon Choi



Genç olgunluk diye bir şey vardır ya hani, Choi'nin kendi atışına hakem sayı vermesine rağmen olmadı deyip Sanchez'i masaya davet etmesi o kabilden. (Tuncay Akay’a olmayan sayıyı kare kare tespit edip cümle âleme ispatladığı için teşekkür.) Biraz da dedikodu: J Bir de Zanetti'yi düşünün, geçen hafta adam çaçaron çaçaron, Sanchez'le kavga etti İsviçre'de. Hayır, hırsını, direncini seviyorum ama bu kez abartmıştı... İyi oldu vallahi, içimin yağı eridi. Tayfun bence kesinlikle sıradan bir oyuncu değil. İstisnasız her maçta o kadar orijinal çözüm(leme)leri oluyor ve bunları öyle rahat icra ediyor ki onun enteresan zekâsının yarısını (Choi hariç) Korelilerin çoğunda görmüyorum. Tamam efendi, disiplinli çocuklar da külliyen 40 sayı triple, turnike, havuz, acem izlerken sıkılıyor insan, ya onlar atarken sıkılmıyor mu?

Hem bunların atası Sang Lee en gözü kara varyeteciydi. Varyeteden kastım apaçık sayı varken maç disiplininden çıkıp artistiğe yeltenmek değil. Oyuncunun müşkül durumların altından yaratıcılığı, pozisyon ve teknik dağarcığıyla kalkabilmesi. Choi’nin olgunluğu hem kişiliğinde hem de oyununda. Bazı çözümleri taştan sıkılan su misali. Zaten karşılığını şampiyonluklarına bir tane daha ekleyerek aldı.

Bilardoyu sıkıcı Asya çağı mı bekliyor?

Bu turnuvada mesela Cho, Caudron'u sürKLASe etti. Öyle mi acep? Istaka her ona geçtiğinde pozisyon tercihim Blomdahl-Tran'a kaçmacacılık yönünde cereyan etti. Tran'ın (Vietnam) oyunu daha göze hoş geliyor bence. Ki Tran'ın “tarihinde” Blomdahl'la yaptığı bir maç vardır, çok geri düşmesine rağmen izleyenlerin ağzını açık bırakmıştır. O günkü maçın ve Tran'ın sonraki numaralarının Türkiye'de az izlendiğini sonra fark ettim. Çünkü Tran Türkiye'ye geldiğinde (Cho şampiyon olmuştu o turnuvada) tribünlerden bir dolu "bu çocuk da kim ya?" sesleri yükseliyordu.

Dikkatinizi çekti mi, bugün Cho zor bir pozisyonla karşılaşıp kısa süre sonra bîçare alt dudağı, üst dudağını örttüğünde Blomdahl o pozisyon için zihninde 2 varyeteyi çoktan elemiş 3.yle 4. arasında açık oturum veya referanduma gitmişti. (Cho sallayıverdi oturdu.) Pozisyon dağarcığı araştırmak, öğrenmek, çalışmak ve yaratıcılıkla büyür ama yaratıcılık da cesaretle ilgili bir şey. Tayfun'un bazen atış tercihlerinden dolayı eleştirildiğine şahit oluyorum, fakat bu tür oyunculara karşı galibiyet risk almadan kazanılmıyor. Tayfun şu an ilk 10’da, ilk 3’e girinceye dek pek çok deneme-yanılması olacaktır... Ya da Cho'nun zaman zaman yaptığı gibi baştan iyi start alıp ustaları zora sokmak mümkün. Cho'nun mücadele azmi ve gücünün yüksek olduğu da malum, 40-32'den şampiyon olduğunu unutmayalım. (Tayfun dünyada hem geriden gelerek tırnağıyla dişiyle hem de önde götürerek kazanma becerisine sahip nadir oyunculardan.) Velhasıl, Avrupalı üstadlar emekli olduğunda meydan Asya'ya kalacaksa oyunu daha izlenir kılmaları için onları zorlamalı. Yoksa bu monotonlukta devam edeceklerse ve uzun süreli bir “Asya çağı” yaşayacaksa bu spor, bilardonun eskisinden daha 'klas' olmayacağı yönünde şüphelerim var (şimdilik).