Taşdemir'in Astrolojik Çeyrek Finalindeki Büyük Rakipleri
Survival 2024 Seul'de başladı! (İlki 2018'deydi.) Survival'ın sayı sayma formatı ve atmosferi vadettikleri adrenali gerçekten sağlıyor. Korkmayın, brikollere 2 yazmıyorlar.😊Formül şu: 4 kişi oynuyor. Atana 3, yiyene -1! Tolgahan Kiraz ve Taşdemir sabah aynı masadaydı ve ilk raundu beraberce geçtiler. Tolgahan 2'inciliğini, genel mizacının aksine maça dinamik ve sinirlerini sağlam tutarak başlamasına borçlu. Darbeli acem ve pikesi lokumdu, özet videoda var, link aşağıda. Yeni sakal modeliyle boy gösteren TT ise çoğunlukla yaptığı gibi kondisyonunu genele yaydı ve 4'lü ring dövüşünden 1. çıktı.😊 Evet, sanırım bu formatta, kilit kelime "kondisyon". Dikkat, performans kondisyonunu genele olabildiğince homojen yaymak! Sevgili Berkay Karakurt'a da başarılar!
Survival yani ‘Hayatta Kalanlar’da Blomdahl, ilk turda pek bi yaşam emaresi göstermemişti. Ancak dünkü “teselli turu”ndan çeyrek final çıkarmayı bilmişti malum. Modern bilardonun miladı kabul edilen 61’lik Blomdahl, bugün maç boyu ‘eski havalar’ından sundu. Unutmayın, ilk Dünya Kupası’nı 1987’de kaldırmış biri. Belki 2010’lardaki hızında değil ama 2020’lerde de estiriyor. Hâlâ pire gibi! Dostlar, aşağıya linki koydum, 2.04.00’dan sonrasını izleyin: Fransız Bury o son zikzağını tuşlatıp Taşdemir’i 3’üncülüğe itemeyince masada sürpriz bir final sahnesi başlıyor: Belki de astroloji devreye giriyor. Boğa (ör. Çenet) gibi toprak burçları, aslanlar (ör. Jaspers), akrep burçları (ör. Saygıner, Taşdemir) dirençlidirler. İlaveten, akreplerin krizleri fırsata dönüştürebildikleri de söylenir. 2’inciliği ve yarı finali garantileyip rahatlayan Taşdemir, ilk önce 2 zikzak gösterip sevgili Jérémy Bury'ye“zikzaklı kinaye” yapıyor. 😊Sonra bir tek bant var ki çerçeveletip asın veya Jaspers’a hediye olarak da düşünebilirsiniz!
😊 Ve Blomdahl’la fark 1 sayıya iniyor. Yani son saniyede 1’incilik fırsatı doğuyor! Oyunbozan tuş, fantastik denemesine izin vermiyor ama Survival’a yakışan bir son sunuyor bize Taşdemir. Yarı finaller ve finaller yarın. Ayrıca sevgiliLütfi Çenet PBA’da son 32’de Saygıner Usta’yı mağlup ettikten sonra bugün son 16’yı da geçti. Yarın Taşdemir ve Çenet’e başarılar!
“Porto Kapışması: Bilardoda Zoru Kolay ve Zor Gösterenler”
yazısında 1990’larda bilardonun yaşadığı devrim sonrası “modern bilardo”ya
geçişten de söz etmiştim. Bu geçiş sürecindeki teknik detaylardan bahsederken
Yılmaz Özcan, Levent Özçöllü ve Mehmet Varlık’a cümlelerimi teyit ettirip kendimi
garantiye almıştım. J Yazıda Zanetti’yle
ilgili şöyle bir cümle var: “Nitekim
kendisine has, topuna yakın köprüler kurup, ıstakasını geriye-öne minimum
sallayarak o kısa sarkaç hareketiyle kleps, sırt, dantel, masse fark etmez
topuna yüksek momentumlar verebilen bir tekniği var.” Buradaki “sarkaç”
ifadesini bana Mehmet Varlık önermişti. Üstelik Varlık, ıstakanın topla
buluşmadan önceki sallama hareketi esnasında meydana gelen fizik
parametrelerini detaylar ve nefis gondol metaforuyla anlatmıştı. Ben
kendisinden bunu başka bir yazıya dönüştürmesini rica ettim, sağ olsun kırmadı.
Bu yazı, spor ve bilardo üzerine bir bilimsel düşünme pratiği. Hem sade bir
dile sahip hem de bilardoculara “vuruş” anlamında farklı ufuklar açacak. Şimdi sözü
bütün zarafetiyle Mehmet Varlık’a bırakalım. –Rifat Özçöllü
***
Mehmet Varlık ve Eşi Foto: Erdoğan Avcı
Zanetti Sarkacı ve Bilardocu Kolunun Anatomisi – Mehmet Varlık
Bilardocunun ıstakayı geriye-öne minimum sallaması aslında avantajdır.
Dirsekten sallanan sarkaç ne kadar kısa mesafede hareket ediyorsa mükemmele
yakın sonuçlar elde etmek o kadar kolaylaşıyor. Ufak tefek diyemeyeceğimiz bir
Avrupalı olan Zanetti ile “minicik” Cho'yu ortaklaştıran şey işte bu sarkacı
kısacık mesafede kullanabilir olmaları. Marco bunu, yılların deneyimiyle, işin
fiziğine de kafa yorarak geliştirdiği kendine has tekniğiyle yaparken Cho
doğuştan gelen anatomik özelliklerini (kısacık kollar) avantaja çevirerek
yapıyor. Her ne kadar onu dünya turnuvalarında henüz o düzeylerde görmesek de,
kısa sarkaç kullanımının ne kadar işe yaradığına güzel bir örnek de ülkemizden,
Yavuz Güngördü. Üstelik kendisi de bunun farkında, bunu bilinçli olarak
yapıyor.
Zanetti ve M.W. Cho'nun kol hareketleri burada görülebilir.
Sarkaç arkaya ne kadar az hareket ederse ıstakanın masaya paralel hareketinden
o kadar az uzaklaşmış oluruz. Nitekim masaya tamamen paralel ıstaka hareketi
anatomimiz ve dirsek eklemimizin çalışma mekaniği sebebiyle imkânsızdır. Bu
“kusursuz paralel devinim” teorik bir ütopyadır. Gerçek hayatta nadiren
karşımıza çıkmasının bir diğer sebebi topun çapı 61,5 mm iken bant yüksekliğinin
38,5 mm kadar olmasıdır.
Istaka ucunu top üzerinde temas ettirmeye niyetlendiğimiz noktanın
38,5 mm’nin daha aşağısında kaldığı her vuruşta ıstakanın dibini 1 cm de olsa
kaldırmak zorunda kalırız çünkü küpeşte yüksekliği (bant yüksekliği) bunu
mecbur kılar. Bu da ıstakanın masa yüzeyi ile kaçınılmaz olarak bir açı
yapmasına yol açar. Hatta ağır çekimde topların çarpışmadan sonra zıpladığını
görürsünüz. Bu, paralelliğin sağlanamamış olmasındandır. Hatta ıstakanın
arkasını 1 cm bile olsa kaldırdığımız her vuruş artık mini bir massedir.
Çuhaların üzerinde o yüzlerce top izi daireciklerini bırakan şey tam olarak
budur.
Hakikaten bu etki ağır çekimde çok daha net gözükür. İlk izleyişte
vuruş anında hafiften bir yay çizmiş gibi gözüken acem 4 bant bir atışın
(kısa-uzun-kısa/uzun) ağır çekiminde 1 ve 2 numaranın (ıstaka topu ve hedef top)
çarpışmasından sonra ıstaka topunun deli gibi zıpladığını görürüz. Ortada fol
yok yumurta yok gibi gelebilir. Ama işte ıstaka dibinin 1-2 cm’lik yani gözle
fark etmesi zor minicik yükselişi bile buna sebebiyet verebilir. Hele bir
de vuruş, topun ekvatoral ekseninin üzerinde bir noktadan yapıldıysa zıplama
olasılığı artar.
Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için lunaparktaki gondolu örnek
verebiliriz. Gondolda tam ortaya oturanlar en az sarkaç etkisine maruz
kaldıkları için ne kadar stabil bir seans geçirirler. Diğer tarafta en uçlara
oturanların ise içi dışına çıkar. Bilardocu
odur ki ıstakayı tuttuğu eline gondolun en ucunda oturanların gücünü yüklerken
aynı eli gondolun en ortasında oturanların stabilitesinde hareket ettirebilsin.
Tabii şunu da eklemek lazım: Fizikte iş-güç-enerji denkleminde bir
taraftan kaybımız varsa onu başka bir yerden kompanse etmemiz lazım ki nihai
ürün güdük kalmasın. Ne demek istiyorum? Gondolun en ucuna oturmuyorsak hareket
edeceğimiz mesafe oldukça kısıtlıdır. Bu da kuvvet kaybına yol açar. Bunu telafi
edebilmenin en etkili yöntemi de "brachialis ve brachioradialis"
dediğimiz, dirsek ve bilek arasında uzanan ve birbirine kontra çalışan iki kas
grubunu iyice kuvvetlendirmekten geçer.
“Tak diye vurdu yedi bandı, acem atacak sandık!” cümlesindeki oyuncunun
o iki kası muhtemelen çok kuvvetlidir. Bu kaslar bilek güreşçileri ve okçuların
da en çok yararlandığı kaslardır. Bir diğer teknik ise atışın boyu uzadıkça (3
bant, 5 bant, 7 bant gibi) ya da ihtiyaç duyulan güç arttıkça, ıstakayı daha geriden
tutmaktır. Burada yine çok temel bir fizik kanunundan yararlanıp, ıstakayı bir
basit kaldıraç gibi düşünerek kuvvet kolunu uzatmış oluyoruz. Ancak burada
başka bir handikap ortaya çıkar. Sağ elimizi ne kadar geriye çekersek, köprüyü
kurduğumuz sol elimizi de o kadar geriye çekmemiz gerekir ki ıstaka, masaya
ideale yakın paralellikten minimum uzaklaşsın. Bu da köprü mesafesinde uzamaya
ve dolayısıyla ıstaka ucunun top üzerinde tam olarak hedeflenen noktaya temas
edememesi riskine yol açabilir.
O yüzden en güzeli her zaman brachialis ve brachioradialis
kaslarını maksimum güçlü tutmaktır. Bu, oyuncuya, son derece kontrollü bir güç
sağlar. Ve akıldan çıkarılmaması gerekir ki bu güce asıl ihtiyacımız olan yer
7-8 bant gibi ekstrem uzunluktaki atışlar değil tam aksine kısa mesafeli atışlardır.
Çünkü güçlü dirsek altı kaslarının sağladığı kontrollü güce, topa hızlı vurmak
için değil ironik bir şekilde yavaş vurmak için daha çok ihtiyaç duyarız. İşte
tam da bu noktada kontrollü seri oyunu (position play) devreye girer. 2
numarayı elinle koyar gibi bir o köşeye bir bu köşeye, bir masanın ortasına vs.
alabilmenin yolu o kaslardaki kontrollü güçten geçer. Nitekim bu kadar hassas çarkların,
sarkaçların altında veya üstünde dönen topların oyunu olan bilardo, Dünya Oyunları’nda
(World Games) “Hassasiyet Oyunları” (Precision Games) kategorisinde yer
alır.
Yazan: Mehmet Varlık Görsel Araştırma: Rifat Özçöllü
Zoru kolay göstermek” diye bir deyim var. Bilardoda bu deyimin en çok uyduğu oyunculardan ikisi Caudron ve M.W. Cho. Elbette bu, iki yetenek küpünün çalışkan ve disiplinli oyuncular olmadığı anlamına gelmez. Cho’nun salonda günde 6-8 saatlere varan maç-antrenman pratiği olduğunu biliyoruz. Caudron da bildim bileli, şehir, ülke, kıta, “rakip müessese” fark etmez yıllardır turnuvadan turnuvaya koşturur. Ancak ikisinin de “özel” yetenekleriyle sivrildikleri aşikâr. Örneğin, Blomdahl’a göre Avrupa’da en iyi ters el Zanetti’nin. Nitekim kendisine has, topuna yakın köprüler kurup, ıstakasını geriye-öne minimum sallayarak o kısa sarkaç hareketiyle kleps, sırt, dantel, masse fark etmez topuna yüksek momentumlar verebilen bir tekniği var. Ve bu tekniğini sol eliyle de neredeyse benzer isabetle uygulayabiliyor. Ancak Cho’nun sol eli o kadar güçlü ki masada sadece Cho’nun olduğu ve Cho’nun sol eliyle sağ elinin kapıştığı bir maçı izlemek enteresan olabilirdi.
Myung Woo Cho
Ancak “özel yetenek” tek geçer akçe midir mavi çuhalarda?
Cho’nun Porto etabında finale dek sadece Ankara etabının galibi Heo’ya
yenildiğini hatırlatalım. Maç içerisinde oyuncuların sıkışıp kaldığı, çözüm
üretemediği kilit anlar vardır. Kadife serileriyle ünlü Heo, bu anlara kreatif
tek bant ve iki bant brikollerle çare bulup “özel” rakiplerine galebe çalmayı
bilir. Pek çok maçta üst üste 4-5 sayılık tek-iki bant brikol serileri
yakaladığına şahit oldum. Bütün brikoller “görme” meselesidir malum, ancak
görmek yetmez bunu salon pratiğinizde portföyünüze, repertuarınıza katmanız
gerekir. Bu kurtlar sofrasında podyuma çıkmak, fark yaratmak ancak paletinizdeki
artı renklerle mümkün. Örneğin tek bantlarda Jaspers’ı aratmayan Murat Naci’ye
bir gün bunun sırrını sorduğumda, bir ara sinek avlayan salonunda müşteri
beklerken 😊 haftalarını sadece bu pozisyona verdiğini anlatmıştı.
Aslında 1990’lardaki bilardo devrimi de masadaki
cenderelerden çıkma arayışlarından doğmuştu. Modern bilardonun kurucusu olarak
görülen Blomdahl, 1990’lar ve 2000’lerde, karambol tekniğine sıkışmış bilardoya
yeni bulvarlar açmıştı. İlk defa karambolden gelmeyen, Amerikan (pool) temelli
bir oyuncu öne çıkmıştı. Havuzlardaki, triplelerdeki kalınlık yordamı Ceulemans’tan
farklıydı. Ters bant kullanımları ilham verici olmanın ötesinde bilardo
repertuarının önemli parçalarından biri haline gelmişti. Ekstra çözümler
denemekte pervasızdı. Tuşlardan farklı kaçabiliyordu. Kritik anlardan tek bant
brikollerle (düz veya ters avantalar), şemsiyelerle yüksek yüzdeyle
çıkılabiliyordu artık. Masada klasik düz turnike resmi dururken darbeli
kısa-uzun-uzun paternlerini görmeye başlayınca mal bulmuş Mağribî gibi
olmuştuk. Maksimum falso dışında yeni falso noktalarını keşfetmeye başlamıştı oyuncular.
Üst falsonun bazen açı daraltmada bazen uzatmada işlevsel olduğu daha çok anlaşılmaya
başladı. Falsosuz vuruş ve tempo karışımları çok farklı geometrik şekiller sundu
gözümüze. Karambol, oyuncunun daha az eğildiği, topun bantlara, köşelere yakın
tutmaya çalışıldığı daha yavaş tempolu bir oyundu. Caudron da karambol
temelliydi fakat daha çok eğilip oyunu köşe ve kenarlardan ortaya doğru kaydırıyordu.
Murat Tüzül gibilerden gelen yeni sistem önerileri Avrupa’da hesaba katılıyordu.
Semih Saygıner artistik branşından üç banda figür devşirip duruyordu. Ama bunu
maçın en belalı anında yapabiliyordu. Beş bantların hem çift turnike hem düz
hem de kesmeli varyasyonlarında 7-8 bantlık rotalara çıkıyor, çok farklı açılar
armağan ediyordu bize. Ayrıca Saygıner bu oyundan para kazanılabildiğini de
göstererek sporun profesyonelleşmesinde de rol oynamıştı. Yeri gelmişken, o
yıllarda 3 banttaki yeniliklerin Türkiye’de anlaşılmasında, İstanbul’daki dünya
kupası organizasyonlarıyla rahmetli Bora Karatay’ın, yayınları ve çevirileriyle
rahmetli Avni Köksal ve sevgili Suat Boztepe’nin, bu kitaplara aynı zamanda
teknik ressam olarak çizim katkıları veren Yılmaz Özcan’ın ve Bilardo Magazin
dergisiyle merhum Ali Yılmaz’ın önemli payı olduğunu analım. Velhasıl, karottan,
savunmadan hiçbir zaman vazgeçilmedi, vazgeçilmeyecek ancak bu icat-çözümler
süreci öylesine dizginlenemiyordu ki bilardo değişti, oyunun hücum karakteri ve
seri oyunu (position play) kavramı iyice ciddiye bindi. Ceulemans, Dielis, Bitalis,
Kobayashi, Komori Ustalar bayrağı yeni kuşağa devrediyordu…
Genç Blomdahl
PBA'dan yeni dönen Caudron Porto'yu 3'üncülükle tamamladı
Tayfun Taşdemir yine en iyiler arasında
Evet, belki de, bilardonun modern karakterinin en olgun
görünümü istikrarlı yüksek serilerde vücut bulmuştur. Ve o yıllarda daha İktisat
öğrencisi olan ve bayram harçlığıyla bilardoya başlamış bir genç vardı: Tayfun
Taşdemir. Oyuna “geç” girmişti, ancak hem okulunu bitirdi hem de Türkiye ve
dünyada bu yenilikleri ve seri oyunu mantığını en iyi ve en hızlı kavrayıp özümseyerek
hayata geçiren oyunculardan biri oldu. Dünyada son yıllarda istikrarla “yıllık
genel ortalamasını” 1,900’ün üzerinde tutan birkaç oyuncudan biri olan Taşdemir,
Porto’yu da 2,000 genel turnuva ortalamasıyla 3. tamamladı. Taşdemir Porto’da yarı
finalde Cho karşısında araya önde çıktı, bir iki hata ve kıl payı kaçan sayı
gelince, turnuvanın başından beri eli sıcak olan Cho fırsatı kaçırmadı. Evet,
Cho’nun maçta şansı da yaver gitti fakat pozitif mizaçlar bazen rüzgârı kendilerine
döndürebiliyor. Öyle sempatik ki bir ara Taşdemir’le beraber gülüyorlardı tuttuğu
balıklara. 😊 Öte
yandan turnuvayı ikinci bitiren Cho’nun 2,048’le en yüksek genel ortalamaya
sahip olduğunu belirtelim. Ayrıca Taşdemir’in şu an bilardo evreninde en çok
motive olunan, bilenilen oyuncular arasında olduğunu da ekleyelim, zaten finalde
Cho’nun sabahki Taşdemir maçından psikolojik olarak yorgun çıktığı fark
ediliyordu.
Porto'da ilk 4 bir arada. Finalde kaybeden Cho'yu abileri teselli ediyor.
Viva Bilardo!
Ya Porto’nun şampiyonuna ve bilardonun ana sütunlarından
Jaspers’a gelirsek: Yıllardır, ancak teoride mümkün dediğimiz, kimsenin atmayı akıl
kârı bulmadığı, kılı kırk yaran düz veya kesme tek bantlarda inanılmaz yüzdeler
yakaladı. Maçlarında ek süre haklarını yerinde ve stratejik kullanarak çok
“tuhaf ve gıcık” pozisyonlardan çok leziz ekmekler çıkarıp fark yaratmayı bildi.
Antrenman günlükleri tuttu, profesyonel tavır, disiplin ve istikrarın sembolü
oldu. Bilardoda “normal” insanlar gibi “zoru zor göstermenin”, masa başında taş
işçisi gibi çalışmanın işe yaradığını bize yaklaşık 30 yılda 30 Dünya Kupası kazanıp bir spora damga
vurarak, modern bilardonun en dişli oyuncusu olarak kanıtladı.
Ben toplarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan Caudron
ve Cho’dan da, avını yakalayabilmek için bütün ormanı katetmekten erinmeyen
Jaspers ve Çenet gibi “yırtıcılardan” de zevk alıyorum. Podyuma tırmanma
serüvenlerini hayat yolculuğu haline getirmiş Yılmaz Özcan, Turgay Orak,
Tolgahan Kiraz, Gülşen Degener, Müjde Karakaşlı gibi hikâyelerden de etkileniyorum.
(Bu liste uzar gider.) Bilardo izlerken tüylerinizin diken diken olması için sadece
Caudron ve Cho’nun “zoru kolay gösteren” karambolvari yüksek serilerini
bekliyorsanız çok şey kaçırıyorsunuz. Veya hazzınızı Taşdemir, Sanchez veya
Tran’ın ultra-teknik yüksek serilerine endekslediyseniz yine kendinize
haksızlık ediyorsunuz. Size Blomdahl’ın maç içerisindeki “o” ritmini ve
Saygıner’in “o” sayısını veya Merckx’in istatistikleri altüst edeceği günleri beklemeyin
demiyorum elbette. Ama o tek bantları, ağızları açık bırakan brikolleri atarken
Jaspers’ın gözünde, sokakta bilye oynarken kuma ip gibi hatlar çizen çocuğun
aşkını görün ve hedefi vurduğunda siz de çığlık atmaktan utanıp sakınmayın.
Tebrikler Tayfun, Tebrikler Caudron, Tebrikler Cho ve Tebrikler bilardonun gizli
romantiği ve yırtıcı aslanı Jaspers!
Cho'yu mağlup edip 30. şampiyonluğuna ulaşan Jaspers'ın sevinci
Bu yazı sevgili Levent Özçöllü’yle yaptığımız sohbetlere çok
borçlu. Yılmaz Özcan taslağı okuyup kıymetli katkılar yaptı: Ordinaryusumuzu seviyoruz.
Mehmet Varlık bu yazıya bilimsel bir dokunuş yapmakla kalmadı, bu yazıdan başka
bir yazı doğurdu, sürprizimiz olacak, sabredin. Son olarak Ersan Ercan’ın
motivasyonlarının da değerli olduğunu eklemeliyim.