Sayfalar

caudron etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
caudron etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Eylül 2022 Pazartesi

Türkiye'den ilk PBA Şampiyonu: Birol Uymaz

Frédéric Caudron vs. Birol Uymaz

4-3 biten maçın tamamı izlendiğinde, Birol'un şu birkaç PBA yılında oyununu ve fizik-mental dayanıklılığını bir hayli olgunlaştırdığı çok açık. Klas sayılarla 2-1 öne geçtikten sonra Caudron'dan tumturaklı bir cevap yiyip 3-2 geri düşse de son iki seti alıp galip gelmesini bildi. Total anlamda kendisine yoğun bir emek verdiği resimden okunuyor.

PBA resmi üzerine söylenecek çok şey var. Bir tanesi: 7 set üzerinden yarı final ve final, bir oyuncunun maçta yaklaşık 60-100 sayı çekmesi anlamına geliyor. Sevgili Burak Haşhaşların nesli 🥰hatırlar mı bilmem ama biz her seti 15-14 biten, dolayısıyla 3-2 kazananın 73 çektiği maçları izliyorduk. 50'ye fazla diyenler bir de bu açıdan bakmalı. Önemli olan o saatlerin organizasyon tarafından nasıl doldurulduğuyla da alakalı. PBA, spor ve eğlenceyi hoş bir şekilde birleştirerek izleyiciyi onca süre koltuğunda tutmakta başarılı görünüyor. Bu spor+şovu, maç sayısıyla sonlandıran Birol'un, Caudron Usta'ya yürürken sevinçten içi içini yiyen ama biraz mahcubiyetinden, biraz maçın yorgunluğundan, "e daha bi de bunun finali var" gibilerinden kendisini dizginlemesini izlemek mutluluk vericiydi! 👏👏👏

Birol Uymaz'ın Caudron'u elediği yarı final maçının 7. seti:

https://www.youtube.com/watch?v=1yZCnu_cbwo

3 Şubat 2013 Pazar

Bilardoda Üç Bandın Arasına Kaç Psikolojik Eşik Sığar?


Frederic Caudron (BELÇİKA)-Dick Jaspers (HOLLANDA) maçı, 3-bant bilardo tarihinde psikolojik eşiklerden birinin aşılmasına sahne oldu bugün. (3 Şubat Pazar, Fransa) Çok kritik bir psikolojik eşik aşıldı. 44-7’den dönüp maçı 47-50 kazanmak… Yani 43-3’lük bir ‘gizli skor’. Bırakın kapanmasına böylesine farklara çok az şahit oldum. Geçen sene Blomdahl-Kasidokostas’ı 50-7 mağlup etmişti mesela; o da nadirattan…
Caudron'un kronik geriden gel(eme)me sıkıntısı malum. ‘Sarı top fobisi’ni yendi. Asoyu alamamak yani maça ortalama 6 ila 12 sayı önde başlayamamak onun, oyun kurgusunun en can alıcı enstrümanlarının birinden yoksun kalması demekti. Defalarca gördük ki, maç ortasında yenik duruma düştüğünde eli ayağı dolanıyor ve balçığa saplanır gibi pasifize oluyordu. Sistemlerden çok istifade eden Jaspers’ın aksine, his ve sezgilerine dayalı bir oyun stilinin temsilcilerinden olduğu için duyularıyla beyni arasındaki sinaps bağlantıları kesintiye uğruyordu. Merckx, Choi gibi oyuncular bu zaafı tespit edip defalarca üzerine üzerine çullandılar sayı makinesinin. Bugün hem kendini aştı hem de bütün bilardocular için birçok kapı araladı, açtı.
Psikolojik eşiklerin sporda ne kadar önemli olduğunun bir örneğine daha bu maçta şahit olduk. Bu maç birçok psikolojik motifi ispatlamak için oynandı sanki. Örneğin, Caudron psikolojik eşiklerden biri olan 20'lik seriyi yakaladıktan sonra 21. sayıda motivasyonunu birazcık yitirdi ve yapamadı. 10, 15 ve 20 gibi yuvarlak sayılar genel eşiklerdir. Bu eşikler kişiselleşebilir, kimisi için 7 de eşik olabilir mesela. Zihnin ‘eşik bekçisi’ni nereye oturttuğuna bağlı. Kaldı ki 21. sayı çok zor değildi. Bir başka örneğini geçtiğimiz haftalarda Forthomme'la yaşamıştık. Dünya rekoru, psikolojik eşikti. O eşiği yakalamış ama aşamamıştı. Dolayısıyla rekora ortak olmakla yetinmişti.
Maçın en kritik ânı; Jaspers'ın o dakikaya dek, daha hiç, zaman uzatma kullanmamasına ve farkla önde olmasına rağmen bütün bunları unutacak kadar gergin olduğunu rakibine hissettirmesiydi. Ki normalde zaman uzatma haklarını en yerinde kullanan oyunculardan biridir. Birçok maçı kazanmasında onun orijinal ‘time out stratejileri’nin çok payı olmuştur. Birçok kez uzatma haklarını karot çözerken değil, serisindeki düğümü çözebilmek adına kullanır. Örneğin, serisinin 10. parçasında ama maçtaki psikolojik savaşın en can alıcı yerinde… Çünkü o 10. sayının rakibe yapacağı tesiri birçok şeyden yeğ tutar.
Saatin uyarısı ve hakemin seriyi durdurmasından sonra yerine otururken şaşkındı. Bu, “Ben 40 saniye hududunu ve uzatma hakkını nasıl unuttum?”un şaşkınlığından daha başka bir şeydi. Bilinçaltına itmeye çalıştığı, rakibinin şahsına ve geçmiş rekabetlerine dair olan bütün anılarının nasıl bir anda fışkırdığına ve bir anda bütün bedenini nasıl bu denli hızla kapladığına şaşırıyordu asıl. Ama asıl büyük hatası; kaygılarının, korkularının kaynağına yani rakibine, yüzünün feci şekilde birkaç ton birden atmış rengini sakınmadan bütün çıplaklığıyla göstermesi oldu. Kural gereği, topların silinip Caudron’un açılış sayısı için masaya gelmesi gerekiyordu. O kısacık aralıkta, kader onları yan yana duran iki sandalyede bir araya getirdi. Jaspers daha da beklenmedik şekilde rakibiyle lafladı. Dudaklarını titrete titrete gülüştü onunla. Korku objesi, başka bir deyişle kendisinde ‘yoksun’ olduğunu düşündüğü ‘güc’ün, ‘silah’ın ete kemiğe büründüğü varlık yani adam karşısındaydı. (Kendisinin tam aksine; hızlı, pratik oynama-düşünme tarzı, kısa sürede ve rahatça yüksek serilere ulaşabilme yetisi… Maç öncesinde, “Yarın daha hızlı düşünmem gerekecek.” beyanatını vermiş olması neyin yansıması, açığa çıkması acaba?) O sırada Caudron ise; Hollandalının, güya buz adamın, kızaran şakaklarını, fırlayan alın damarını, sertleşen burun kemiğini bol bol temaşa ediyordu. Dillere destan ve en büyük silahı olan konsantrasyonu o anda çoktan yerle yeksan olmuştu Jaspers’ın…
Hâlbuki, ‘elin füzesi’ne iç geçireceğine kendi ‘ağır silahları’na yoğunlaşması yeterliydi. Derin bir nefes, kısa bir süre gözlerini kapatması ve kesinlikle konuşmadan kendini dinlemesi, iç sesine kulak vermesi, toparlamasına yetebilirdi belki büyük üstadın.
Bir psikolojik etken de şuydu maçta: Frederic Caudron’un yakın arkadaşı ve vatandaşı Leppens yan masada 18’lik bir seri yakaladı. Bu Fred için bir göz kırpma gibi olmuştu. Maçtan önceki gün, Leppens yine geride olmasına rağmen (tabii ki 37 adımlık bir mesafenin takibi değildi) Jaspers’ı yakalamış ve en azından beraberliği kurtarmıştı. Çocukluktan tanışıyorlar mı bilmiyorum ama geçmiş kodların olumlu ya da olumsuz yönde çok kuvvetli olduklarını biliyoruz. Kıvılcımı tutuşturan Lepi’nin bir mimiği miydi? Yoksa tribünde, maçın tüm gidişatını yüzünden okuyabileceğiniz, Fred'in G. Koreli kız arkadaşının desteğini de hesaba katalım mı?
Kozoom ve bu resimleri kolaj haline getiren Tuncay Akay'a teşekkürler...

Not: AGIPI turnuvasında ‘ölüm grupları’ndan sağ çıkıp çeyrek finale yükselen Tayfun Taşdemir ve Lütfi Çenet’i canıgönülden tebrik ederim. Dünyadaki az sayıda ‘total oyuncu’dan ikisinin yanı başımızda olması bizim için büyük şans olsa gerek. Tabii ki onların da yanı başında duran (bir zamanlar, diyelim) Prens’in ‘gen aktarımı’nı unutmamak kaydıyla…  

23 Eylül 2012 Pazar

İki Ayrı Spor Dalı: 3-Bant Maraton Bilardo – 3-Bant Set Bilardo


Kyung-Roul Kim

Güney Kore’de 2012 3-Bant Bilardo Dünya Kupası’nın ikinci ayağı oynandı bu hafta. Bugün (Pazar) yarı final ve final müsabakalarıyla turnuva sona erdi. Blomdahl, Caudron’a ait genel turnuva ortalamasını (2,42) rekorunu neredeyse egale edecekti. Final maçında Zanetti’ye karşı yüksek seriler üretirken bir yandan seyirciye espriler yapmayı da ihmal etmedi. Zanetti’nin maç sonundaki tebriki ise eski arkadaşını 30 saniyeyi aşkın bir kucaklamaya gelecekti.

Turnuva, İstanbul’da yapılan son Avrupa ve Porto’da düzenlenen son Dünya Şampiyonalarının aksine 50 saniye sınırlamasıyla (aman ne tahdit!) ve set usulüyle gerçekleşti. Spor, sadece oyuncuların rol aldığı bir olgu değil, seyircilerle tamamlanan bir süreç. Üzerine çuha gerili ahşap-mermer-metal konstrüksiyon yani masa etrafında 50 saniye boyunca geniş ve konformistçe dolanan bedenlerin hareketleri izleyici için çok sıkıcı ve tahammülfersa… Öyle ki, topların da hareketsizce kendilerine dokunulmasını beklediğini düşünün, o görüntü 50 saniyeye ayarlanmış konferans slaytlarını andırıyor bazı maçlarda. Malum 2 sette bir, beşer dakikalık mola kullanılıyor ve bazı karşılaşmalar 5 set sürebiliyor. Yani tabelada 3-2 yazacak eninde sonunda ama 3 saat kadar sabredilebilirse. 3 saati aşabilen müsabakalar için internet televizyonlarında, kaşına sulana bitap düşen gözlere 3 tane topu takip ettirmeye bilardo birliklerinin hakkı olmalı mı, tartışılır. Set uygulaması, birbirinden kopuk, parçalı bulutlu 5 ayrı maç izliyormuşuz zehabına sürüklüyor bizi bazen.

AGIPI turnuvalarında senelerdir, 40 saniye kuralıyla 50 hedefine ıstaka sallamakta oyuncular ve çok keyifli, çekişmeli, kıran kırana mücadeleler gerçekleşmekte. Ayrıca bir öyle bir böyle düzen sürdükçe oyuncuların kendilerini adapte etmekte zorlandıkları görülmekte. Haklılar, işin doğasına tamamen aykırı bir şeydir bu; öylesine temel bir ayrım çizgisi ki maraton-set farkı iki ayrı spor disiplini gibi.

Maraton sistem en sağlıklısıdır. Bir mola verilmektedir. Bir bir buçuk, bilemediniz iki saatte 40 veya 50 sayılık hedeflere varılabilmektedir. Ayrıca yeni başlayan izleyiciler için bu çift başlı düzen kafa karışıklığı yaratmakta ve oyunun, karmaşık ve daha kötüsü, kuralları oturmamış olarak algılanmasına da sebep olmakta. Bununla birlikte, televizyon kanalları yayınlarını en fazla 15 dakikalık esnemelerle planlayabildikleri için maraton sistemden yana görüş belirtmekte. Tez zamanda maraton sisteme ve 40 saniye kuralına dönmemecesine geçile!J    

Avrupa: 8 - Asya: 0
Gelelim son 16 maçlarına; 8 maç oynandı ve Asya bilardosunun kalbi Suwon’da bir Asyalı dahi maç kazanamadı. Bu turnuvanın en enteresan hadisesidir. Vietnam, Güney Kore ve Japonya’da büyük yetenekler var ama buradan anlaşılan şu ki Avrupalılar büyük turnuva tecrübesine daha çok sahipler. 

Bir oyuncu tipi: Öndeyken tutması imkânsız ama gerideyken şaha kalkanını görene aşk olsun!
Frederic Caudron, Murat Naci Çoklu ve Ahmet Alp benzer tarza sahip oyuncular. Bu tarzdaki oyuncu örneklerini çoğaltabilirsiniz. Bu tarz ustaların sayı kabiliyetleri engin derya. Orijinal, spektaküler çözümlere sahipler, yüksek serilere hem de göz açıp kapayıncaya ulaşabiliyorlar, kazandıkları turnuvalarda genel ortalama rekorları kırabiliyorlar. Ki o turnuvalarda hemen hemen hiç geri düşmemiş oluyorlar. Bazı maçlarını izlediğinizde onları kimsenin yenemeyeceği zannına kapılıp ‘rekabetin sonu’ diye ümitsizliğe bile düşebilirsiniz bir an. Gelgelelim, geriye düştüklerinde, hele biraz fark açıldığında tanınmaz hale gelebiliyorlar. ‘Havuz’larda dahi boğulabiliyorlar. Mental anlamda çok zayıf bir profil çiziyorlar zaman zaman. Gardları çabuk düşüyor.
Merckx gibi gözünü daldan budaktan sakınmayan savaşçı tipi bir 3-bantçı, Caudron’un nasıl yenileceğini adeta ders verir gibi hem de iki kere üst üste bize gösterdi. (Bizde bu türe en uygun isim Taşdemir; rakibinin 13-14 olması onun için hiç fark etmiyor, o sırada ne kadar geride olursa olsun 15’e ulaşabileceğine olan inancını hiç yitirmiyor; hiç şüphesiz bu türe uygun en önemli diğer isimler Choi, Horn, Zanetti, Jaspers) Belçika’da Super Prestige Turnuvası’nda finalde 40’ta biten maçta 30’a kadar beraber geldiler. O yapılması gereken en önemli şeyi yaptı ve Caudron’a hiç teslim olmadı, onu hep rahatsız etti, dişini hiç gizlemedi, soluğunu hep ensesinde hissettirdi. İşte tam bu anlarda kırılganlık ve duygusallık bu oyuncu karakterinin tamamlayıcı özellikleri olarak devreye giriyor ve basit hatalarla birlikte, “yeniliyoruz galiba,” “baksana, alkışların da çoğunu götürmeye başladı, buradan maçı çevirmem pek müşkül,”  vesveseleri içten dışa oyuncuyu kemirmeye başlıyor. Choi ve Merckx’in bir artı özelliği duygularını hiç belli etmemeleri; rakip nazarında bu, daha sağlam gözükmelerine yaradığı gibi kendi dikkatlerinin yıpranmasına da mâni oluyor. Ayrıca ne zaman kırmızıdan ne zaman sarıdan hangi tempoyla oynayacaklarına dair çok hassas stratejik sezgilere sahipler. Böylelikle savunma-hücum dengesini itinayla yürütüyorlar. Ve sürprizlere açık maçların başaktörleri oluyorlar… (Kang’ı da tebrik etmek lazım Caudron karşısında üst düzey konsantrasyonla, baskısını hiç düşürmeden oynadı; Merckx karşısında son sette 14-4’e kadar getirdi maçı ama yukarıda anlattım, Merckx iştahı ve yetenekleriyle sanki asoyla maça taze başlangıç yapıyormuşçasına iki ıstakada 11 sayı üretmeyi bildi ve mükellef bir oyuncu olduğunun nasıl olacağını bir kez daha gösterdi…)
Not: Yarı finalde dört “yaşlı” oyuncu vardı. Blomdahl, Jaspers, Merckx ve Zanetti… Gerçi onlara yaşlı demek pek ayıp kaçacak, o kadar enerjikler ki… Bu, o kadar başarı, zafer tatmış olmalarına rağmen bilardo sevgilerinin hâlâ tükenmediğine delalet…