 |
Kyung-Roul Kim
|
Güney Kore’de 2012 3-Bant Bilardo Dünya Kupası’nın ikinci
ayağı oynandı bu hafta. Bugün (Pazar) yarı final ve final müsabakalarıyla
turnuva sona erdi. Blomdahl, Caudron’a ait genel turnuva ortalamasını (2,42) rekorunu
neredeyse egale edecekti. Final maçında Zanetti’ye karşı yüksek seriler
üretirken bir yandan seyirciye espriler yapmayı da ihmal etmedi. Zanetti’nin maç
sonundaki tebriki ise eski arkadaşını 30 saniyeyi aşkın bir kucaklamaya
gelecekti.
Turnuva, İstanbul’da yapılan son Avrupa ve Porto’da
düzenlenen son Dünya Şampiyonalarının aksine 50 saniye sınırlamasıyla (aman ne tahdit!)
ve set usulüyle gerçekleşti. Spor, sadece oyuncuların rol aldığı bir olgu
değil, seyircilerle tamamlanan bir süreç. Üzerine çuha gerili
ahşap-mermer-metal konstrüksiyon yani masa etrafında 50 saniye boyunca geniş ve
konformistçe dolanan bedenlerin hareketleri izleyici için çok sıkıcı ve tahammülfersa…
Öyle ki, topların da hareketsizce kendilerine dokunulmasını beklediğini
düşünün, o görüntü 50 saniyeye ayarlanmış konferans slaytlarını andırıyor bazı
maçlarda. Malum 2 sette bir, beşer dakikalık mola kullanılıyor ve bazı
karşılaşmalar 5 set sürebiliyor. Yani tabelada 3-2 yazacak eninde sonunda ama 3
saat kadar sabredilebilirse. 3 saati aşabilen müsabakalar için internet
televizyonlarında, kaşına sulana bitap düşen gözlere 3 tane topu takip
ettirmeye bilardo birliklerinin hakkı olmalı mı, tartışılır. Set uygulaması,
birbirinden kopuk, parçalı bulutlu 5 ayrı maç izliyormuşuz zehabına sürüklüyor bizi
bazen.
AGIPI turnuvalarında senelerdir, 40 saniye kuralıyla 50
hedefine ıstaka sallamakta oyuncular ve çok keyifli, çekişmeli, kıran kırana
mücadeleler gerçekleşmekte. Ayrıca bir öyle bir böyle düzen sürdükçe oyuncuların
kendilerini adapte etmekte zorlandıkları görülmekte. Haklılar, işin doğasına
tamamen aykırı bir şeydir bu; öylesine temel bir ayrım çizgisi ki maraton-set farkı iki ayrı spor disiplini
gibi.
Maraton sistem en sağlıklısıdır. Bir mola verilmektedir. Bir
bir buçuk, bilemediniz iki saatte 40 veya 50 sayılık hedeflere
varılabilmektedir. Ayrıca yeni başlayan izleyiciler için bu çift başlı düzen
kafa karışıklığı yaratmakta ve oyunun, karmaşık ve daha kötüsü, kuralları
oturmamış olarak algılanmasına da sebep olmakta. Bununla birlikte, televizyon
kanalları yayınlarını en fazla 15 dakikalık esnemelerle planlayabildikleri için
maraton sistemden yana görüş belirtmekte. Tez zamanda maraton sisteme ve 40
saniye kuralına dönmemecesine geçile!J
Avrupa: 8 - Asya: 0
Gelelim son 16 maçlarına; 8 maç oynandı ve Asya bilardosunun
kalbi Suwon’da bir Asyalı dahi maç kazanamadı. Bu turnuvanın en enteresan
hadisesidir. Vietnam, Güney Kore ve Japonya’da büyük yetenekler var ama buradan
anlaşılan şu ki Avrupalılar büyük turnuva tecrübesine daha çok sahipler.
Bir oyuncu tipi: Öndeyken
tutması imkânsız ama gerideyken şaha kalkanını görene aşk olsun!
Frederic Caudron, Murat Naci Çoklu ve Ahmet Alp benzer tarza
sahip oyuncular. Bu tarzdaki oyuncu örneklerini çoğaltabilirsiniz. Bu tarz
ustaların sayı kabiliyetleri engin derya. Orijinal, spektaküler çözümlere
sahipler, yüksek serilere hem de göz açıp kapayıncaya ulaşabiliyorlar,
kazandıkları turnuvalarda genel ortalama rekorları kırabiliyorlar. Ki o
turnuvalarda hemen hemen hiç geri düşmemiş oluyorlar. Bazı maçlarını
izlediğinizde onları kimsenin yenemeyeceği zannına kapılıp ‘rekabetin sonu’
diye ümitsizliğe bile düşebilirsiniz bir an. Gelgelelim, geriye düştüklerinde,
hele biraz fark açıldığında tanınmaz hale gelebiliyorlar. ‘Havuz’larda dahi boğulabiliyorlar.
Mental anlamda çok zayıf bir profil çiziyorlar zaman zaman. Gardları çabuk
düşüyor.
Merckx gibi gözünü daldan budaktan sakınmayan savaşçı tipi
bir 3-bantçı, Caudron’un nasıl yenileceğini adeta ders verir gibi hem de iki
kere üst üste bize gösterdi. (Bizde bu türe en uygun isim Taşdemir; rakibinin
13-14 olması onun için hiç fark etmiyor, o sırada ne kadar geride olursa olsun
15’e ulaşabileceğine olan inancını hiç yitirmiyor; hiç şüphesiz bu türe uygun
en önemli diğer isimler Choi, Horn, Zanetti, Jaspers) Belçika’da Super Prestige
Turnuvası’nda finalde 40’ta biten maçta 30’a kadar beraber geldiler. O
yapılması gereken en önemli şeyi yaptı ve Caudron’a hiç teslim olmadı, onu hep
rahatsız etti, dişini hiç gizlemedi, soluğunu hep ensesinde hissettirdi. İşte
tam bu anlarda kırılganlık ve duygusallık bu oyuncu karakterinin tamamlayıcı
özellikleri olarak devreye giriyor ve basit hatalarla birlikte, “yeniliyoruz
galiba,” “baksana, alkışların da çoğunu götürmeye başladı, buradan maçı
çevirmem pek müşkül,” vesveseleri içten dışa
oyuncuyu kemirmeye başlıyor. Choi ve Merckx’in bir artı özelliği duygularını
hiç belli etmemeleri; rakip nazarında bu, daha sağlam gözükmelerine yaradığı
gibi kendi dikkatlerinin yıpranmasına da mâni oluyor. Ayrıca ne zaman
kırmızıdan ne zaman sarıdan hangi tempoyla oynayacaklarına dair çok hassas
stratejik sezgilere sahipler. Böylelikle savunma-hücum dengesini itinayla
yürütüyorlar. Ve sürprizlere açık maçların başaktörleri oluyorlar… (Kang’ı da
tebrik etmek lazım Caudron karşısında üst düzey konsantrasyonla, baskısını hiç
düşürmeden oynadı; Merckx karşısında son sette 14-4’e kadar getirdi maçı ama
yukarıda anlattım, Merckx iştahı ve yetenekleriyle sanki asoyla maça taze
başlangıç yapıyormuşçasına iki ıstakada 11 sayı üretmeyi bildi ve mükellef bir
oyuncu olduğunun nasıl olacağını bir kez daha gösterdi…)
Not: Yarı finalde
dört “yaşlı” oyuncu vardı. Blomdahl, Jaspers, Merckx ve Zanetti… Gerçi onlara
yaşlı demek pek ayıp kaçacak, o kadar enerjikler ki… Bu, o kadar başarı, zafer
tatmış olmalarına rağmen bilardo sevgilerinin hâlâ tükenmediğine delalet…