Bilardoda UMB-PBA İkiliği Görsel: saigonbilliards.com |
2023 Dünya Kupası 2. Ayağı Vietnam başladı. 60’lık Blomdahl’ımız 26’sıyla bizi uçurmaktan yine geri durmadı!!! Kral, elini ıstakasından çekmediği müddetçe meydan okuma sürüyor demektir! Tayfun Taşdemir ve Tolgahan Kiraz son 16’da! Tolgahan’ın çıkışını sürdürmesi göğsümüzü kabartıyor! Final 28 Mayıs Pazar günü.
Aslında
klavyenin başına, UMB’deki “artık ve şimdilik tek favorimiz” olan ve 2022’yi
(bilardonun da ötesinde) Türkiye’de sporun zirvesinde tamamlayan Tayfun
Taşdemir hakkında bir yazı yazmak için oturmuştum. “Artık ve şimdilik tek
favorimiz” diyorum çünkü PBA’ya giden Semih Saygıner, Murat Naci Çoklu ve Lütfi
Çenet bilardoda her zaman, herhangi bir kupanın doğal favorileri arasındadır. Umarım,
UMB’de kalan oyuncularımız da yıllar içinde kazandıkları başarılarla “favori” statüsüne
erişecektir. Hatırlayacaksınız Taşdemir’in Dünya Şampiyonluğu’nu burada uzun
bir analizle kutlamıştık. Taşdemir, ardından bununla yetinmeyip Dünya Kupası Las
Vegas Ayağı’nı ve Saygıner’le birlikte Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nu
kazandı. Bu olağanüstü bir spor hadisesi ve ülkede bunun yeterince anlaşılmadığı
ve yankı bulmadığı açık. Ancak bilardo evreninin Asya yakasında birkaç senedir
esen rüzgâr büyük bir hamle yaptı. Ve 3 bant, eski BWA-UMB yarılmasından çok
daha radikal bir değişim kasırgasıyla karşı karşıya. Evet, 120 günde dünya
bilardosunu sallayan “Tayfun” kasırgasını anla(t)madan önce Asya kasırgasına ve
PBA-UMB kutuplaşmasına bakalım:
Dünya
bilardosunun en kıdemli ve faal 7 büyük isminden 3’ü Dünya Bilardo Birliği
UMB’yi bırakıp G. Kore organizasyonu PBA’ya transfer olmuş durumda: Caudron,
Sanchez ve Saygıner.
Adı
ve atmosferiyle bariz bir şekilde NBA’i çağrıştıran PBA, elbette ilk önce
Caudron olmak üzere, Filippos Kasidokostas, Adnan Yüksel, Jae-Ho Cho,
Dong-Koong Kang gibi Dünya Kupası sahibi oyuncuları çoktan bünyesine katmıştı. Ayrıca
Eddy Leppens, David Zapata, David Martinez, Dinh Nai Ngo, Nguyen Quoc Nguyen gibi
değerli oyuncular da bu cazibeye boyun eğmişti. Türkiye’yi temsilen ise
Yüksel’in yanı sıra Birol Uymaz, Savaş Bulut ve Can Çapak da bu şov
atmosferinde boy gösteriyordu. Ancak PBA daha da büyümeye kararlıydı: Ve bu
sezon başında Sanchez ve Saygıner gibi iki efsane ismin yanında, Murat Naci
Çoklu, Sung-Won Choi, Lütfi Çenet, Choong-Bok Lee gibi 3 bant starlarını da
arenaya çekmeyi başardı. Hatırlatayım, bu hafta, Çoklu ve Çenet PBA’dan önceki
son UMB turnuvalarını oynadılar Vietnam’da. Neticede PBA’nın marka değeri
gittikçe büyüyor.
Gelelim
UMB’ye: 7 kıdemli efsaneden 4’ü yani Blomdahl, Jaspers, Zanetti ve Merckx, Dünya
Bilardo Birliği’nin kalan sağları arasında. Ülkemizden, yakın dönem
performansları itibariyle, Berkay ve Ömer Karakurt, Tolgahan Kiraz, Turgay
Orak, Gökhan Salman gibi yetenekler her zaman sürpriz yapmaya aday konumdalar. Ancak
şu an, bırakın Türkiye’nin tek favori temsilcisi olmasını, Dünya Genel
Klasmanı’nda 3. sırada bulunan Tayfun Taşdemir UMB’nin elinde tutabildiği en ağır
toplarından biri konumunda. PBA’ya gidenlerin de UMB’de kalanların da önü açık
olsun!
UMB
de Avrupa Bilardo Birliği CEB de ülkemiz federasyonu da yıllardır bu sporu son
derece düzgün organizasyonlara kavuşturdular. Ancak bir spor dalının global bir
cazibe kazanabilmesi için üç temel direk var: Parlak yıldızlar, seyirci ve
endüstri. 3 bandın parlak yıldızları her zaman oldu. Ancak 3 bant, snookerdan
daha karmaşık bir spor olmasa da hiçbir zaman snooker kadar izleyici çekemedi.
Elbette Kozoom ve Five&Six bu konuda önemli bir fonksiyonu icra ediyorlar
yıllarca. Ve elbette haklı sebepleri vardır ancak Antalya’da düzenlenen
şampiyona öncesinde Kozoom, TL tarifesini kaldırdı. Hatta sitesinin Türkçe kısmını
da kapattı. Şampiyona izleme bedeli 24,99 euro idi, yani o günün kuruyla bile 500
TL civarındaydı. Kozoom’un yıllık tarifesi ise 99,99 euro. Şu an Netflix’in
aylık ücretinin 63,99 TL, Disney Plus’unkinin ise 64,99 olduğunu hatırlatalım.
Örneğin ben, oktan farksız vuruş tekniklerine hayran olduğum Barış Cin ve Hacı
Arap Yaman’ın şampiyonluğunu, Gülşen Degener ve Müjde Karakaşlı’nın heyecan
dolu finalini canlı izleyemedim. Dünyanın en büyük seyirci potansiyeline sahip
ülkelerinden birinde vaziyet bu.
Lakin
belirtmeli ki bu yayın ayağı federasyonları aşan bir olgu. PBA bazı eksikleri
gördü ve G. Kore Federasyonu’yla da işbirliği yaparak ama çok daha fazla ve güçlü
bileşeni yanına alarak bir organizasyon yarattı. En temel farklardan biri şu:
Dünyada bir geleneğin devamı olarak sadece Batı Avrupa’ya özgü olan ve seyirci
potansiyeli çok zayıf olan karambol, 5 pin, kadre, tek bant gibi bazı sair
branşlarla enerjisini dağıtmıyor. Sporun hiçbir branşına karşı değilim ancak
kapitalist ve global mantık, her zaman basit, anlaşılır, odaklı ve seyir
cazibesi yüksek olanı arar. İkincisi yine geleneksel ve tarihî gerçeklere
dayanan “saray oyunu mentalitesi” PBA organizasyonunun ruhunda kat’a yok. İki
yapı ortak bir maç yapmaya kalksa aralarında ihtilaf meselesi olabilecek birkaç
kural (brikol puanı ve aso şekli) hariç, bilardo bildiğimiz bilardo. Fakat
çuhalar feminen. Üstelik ortamın hormonal metabolizması (!) orta yaşlı Batı
Avrupa atmosferinden epey farklı. Fotoğraf çekimleri hariç papyon yok. NBA’i
çağrıştıran “libido”, ponpon kızlar, müzik sporun ritminin bir parçası haline
gelmiş. Oyunculara bakarsanız en kerli ferli Caudron’undan en sempatik
Nguyen’ine kadar herkes bu duruma adapte olmuş durumda, yüksek ortalamalar yine
gırla! Ayrıca oyunun centilmen ruhu korunuyor yani “maçtan sonra rakibine gidip
sarılanların oyunu”J tanımına hiçbir halel
gelmemiş. Ama takımsal ve bireysel rekabet daha canlı. Yani heyecan ve coşkuyla
birlikte bu rekabet, tribünlere de yayılıyor.
Muhtemelen,
PBA’nın bizde en çok reyting yaptığı dönem sevgili Birol’un şampiyon olduğu
ayaktır. Yarı finalde Caudron’la kapışması, finaldeki üstün performansı hâlâ
hafızalarda. Hatırlıyor musunuz Birol, o finalin ardından birincilik kürsüsüne “uluslararası
şampiyon” unvanıyla çıktı. Evet, bütün kıtalardan oyunculara sahip bu
organizasyon. Ancak NBA’in izinden giden ve uluslararası olduğunu iddia eden bu
yapının maç yayınlarında İngilizce spikeri bile yok. Arada sırada
hatırlatıyorum, çok temel bir şeyi unutuyoruz: Michael Jordan’ı Murat
Murathanoğlu olmasa Türkiye’de çok az kişi tanıyacaktı. Kaan Kural gibi bilgili
ve coşkulu bir anlatıcı olmasa Kobe’nin Lakers forması o satışlara sittin sene
ulaşamazdı Türkiye pazarında. Ve “Eurosport Türkiye” sayesinde bu ülkede
insanlar, hiçbir şampiyonları olmamasına rağmen 3 banda kıyasla snooker
branşını daha çok tanıyor.
Sevgili
Emel Kökçelik Çoklu’nun çok kıymetli ve düzenli Türkçe haber akışına rağmen Kozoom
canlı maç yayınlarına dil yatırımı yapamadı. Türkçe analiz, yorum veya magazin
içeren sosyal medya videolarına da bütçe ayıramadı. Five&Six’in ise bazen
Korece bazen de İngilizce yayınları var. Bazı maçlarda ise duyabileceğiniz en
fazla top sesi… Oysa bütün popüler spor organizasyonlarının bütün dünyada her
dilde düzenli yayını var. Üzerine basıyorum, Messi ve Ronaldo Türkçe konuşan
spikerler olmasa çok dar bir çevre tarafından bilinirdi Türkiye’de! Ama PBA, bu
sporu G. Kore ölçeğinden dışarı çıkarmaya kararlı görünüyor. Bu konuda da
yatırım yapabilir.
Yani
demek istediğim, bu spor kısa zamanda G. Kore’nin en popüler spor dallarından
biri haline gelebildiyse dünyada da popülerlik kazanabilir pekâlâ. “Futbol
sadece futbol değildir” ya hani. Evet, futbol olmayan kısımlarında kişisel hikâyeler
var, drama var, ton var vurgu var, duygular var, empati, özdeşleşme var, korku,
tutku, taraf olma, grup aidiyeti, siyaset, şarkılar, tezahüratlar, zaferler,
hüsranlar, tribünlerin bir toplumun sosyolojik minyatürü olması gibi pek çok
şey var… Ama Türkçe anlatılmazsa bunların hiçbiri yok, olsa bile çok güdük. PBA
bir şeyin daha farkında, o da magazin. Evet, seviyeli magazin, sporu ilave
duygularla tamamlayıp, hayatın içine sokuyor ve kitleselleştiriyor. Sporun
içinde zaten var olan ve gerekli de olan eğlence fonksiyonunu öne çıkarıyor.
Bu
zeminleri sağlayıp gitgide genişleten G. Kore’de bilardo; parlak yıldızları, seyircileri
ve endüstrisiyle bir “ülke içinde ülke”. Görünen o ki bu ülkede oyuncular, hakemler,
ponpon kızlar, antrenörler, yayıncılar, tribünler ve malzeme fabrikatörleri
beraberce ekmek yiyerek spor yapıyor ve “çok eğleniyor”! Bu sporun beşiği
Avrupa, yeni projeler ve yapılar geliştirmezse Asya kasırgasınca yutulmayı göze
almak zorunda. Biz yine de şimdilik bir yana bırakalım bu Asya kasırgasını da
dünya bilardosunu 120 gün boyunca sallayan “Tayfun” kasırgasının müziğinde
kaybolalım.
Rifat Özçöllü
Not: “120 GÜNDE DÜNYA BİLARDOSUNU SALLAYAN ‘TAYFUN’ KASIRGASI” başlıklı
yazım için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/2023/05/120-gunde-dunya-bilardosunu-sallayan.html