![]() |
| Çaça Murat Karabul |
Rifat Özçöllü
![]() |
| Çaça Murat Karabul |
Bir spor dalında uluslararası bir turnuvada son 32’ye 9 oyuncuyla kalınca, ülke olarak bütün dünyaya “Zirveyi bırakmaya niyetli değiliz” mesajını vermiş oluyorsunuz. Hele, Son Dünya Şampiyonu (Bao), Son Milli Takımlar Dünya Şampiyonu (Q. C. Tran-Bao), Son İki Dünya Kupası Sahibi (Q. C. Tran - D. M. Tran) ünvanları Vietnam’a aitken bu daha da anlamlı. Nedense son zamanlarda, yabancı yorumlarda Avrupa, Türkiye, G. Kore ve Vietnam gibi dörtlü bir rekabet modeli öne çıktı. Oysa Avrupa’yı yekpareymiş gibi görmek bir yere kadar doğru. Avrupa ülkelerinin kendi içlerinde nasıl bir rekabet içinde oldukları unutulmuyor mu? Bu rekabetin ne kadar hıncahınç olduğu birazdan başlayacak Avrupa Futbol Şampiyonası’nda görülecek. Öte yandan yabancı yorumlardaki, Türkiye’yi Avrupa’ya ait olmasına rağmen yine de başlı başına bir ekol gibi görme eğilimi çok yanlış olmamakla birlikte tarihî eksikler de barındırıyor: Çünkü Osmanlı’ya gidersek karambolün bu topraklara girişi ve 1980’ler sonlarına gidersek üç bandın ülkeye girişi Avrupa üzerindendir. Bora Karatay, Semih Saygıner, Avni Köksal, Murat Tüzüller kuşağı Avrupa görgülüdür. Acem, dantel gibi bize has terimlerimiz olsa da birçok terimimiz Fransızca kökenlidir. Özellikle eskiden bilardoya karambolle başlanması âdeti, oyun tekniğimiz, fiziksel yapımız, İngilizcenin Asya’ya göre ülkemizde daha çok biliniyor olması, bilardo seyir atmosferimizin Asyalılar kadar ateşli olmaması bizi genel olarak Avrupa’ya daha çok yaklaştırır. Dahası, Ceulemans, Blomdahl, Caudron, Sanchez gibi Avrupalı oyuncular kendilerini bu Güneydoğu-Doğu Avrupa ülkesine ruhen yakın görüp Türkiye’deki kulüplerin oyuncusu oldular, turnuvalara katıldılar. Diğer yandan bizim oyuncularımız Asya’da da seviliyor. Bunda, Kore Savaşı’nda Türkiye’nin NATO üyesi olarak G. Kore cephesinde savaşması arka planı da söz konusu. Mısır’ın en iyi oyuncusunun bizim efsanemizle adaş olması gibi kültürel yakınlıklar da var elbette. Sonuçta bizim “ne Doğulu ne Batılı, her ikisi de” konumumuzu idrak etmiş olmaları gerçeklikten uzak değil elbette.
Öncelikle 9 oyuncumuza da (Tayfun Taşdemir, Tolgahan Kiraz,
Berkay Karakurt, Turgay Orak, Ömer Karakurt, Gökhan Salman, Muammer Rahmet,
Volkan Çimentepe, Denizcan Akkoca) başarılar diliyorum. Ömer’in formda olması
çok sevindirici. Yeni kuşağın önemli beklentilerinden. Yıllardır didinen
Muammer Rahmet’in bu seviyeye gelmesi, ısrarın ne kadar işe yaradığını
gösteriyor. Volkan Çimentepe sürpriz, bilardoyu sevdiği su götürmez, psikolojik
parametreleri de yönetebilirse neden olmasın? Gökhan Salman bilgi ve
tecrübesine yıllardır yatırım yapıyor, karşılığını alması eli kulağında olsa
gerek. Denizcan Akkoca’nın bu kadar çabuk son 32 görmesi yine kayda değer.
Kendisi aynı zamanda müzisyen, iyi müzik insanın modunu her zaman yukarı çeker.
Berkay özellikle maç başı ve sonlarında yüksek atak ritmi yakalayabiliyor. Avrupa
ikinciliği olan, yurt dışında mücadele etmenin dinamiğine dair sezgilerini gün
geçtikçe kuvvetlendiren bir oyuncu; artık dünyanın radarına takılıp yapışmayı bırakın, şampiyonluk
başarısı sürpriz karşılanmayacak bir genç. Vietnam’da 17 yaşında yarı finale
kalan Burak Haşhaş’ın en önemli özellikleri özgüveni, gözü karalığı ve
rahatlığı. Ve bilardo evrenini ve o evrendeki yerini güzel okuyor. Yaşının farkında,
o yüzden örneğin, masada denemeler yapmaktan, risk almaktan çekinmiyor. En
fazla kaybederim, nasılsa kazanacak çok senelerim olacak rahatlığı ona başarı
getiriyor. Unutmadan söyleyeyim, Burak çok maç izliyor, yeterince maç
izlediğinizden emin misiniz yıllardır 1,3 altına demir atmış oyuncularımız? Bence
bilardo tutkusunun alameti sadece oynamak değil bilardo izlemektir. Turgay Orak
içinse tek cümle etmek istiyorum: Ona hayattaki ve bilardodaki azim ve
mücadelesinden dolayı saygı duyuyorum. Taşdemir ve Kiraz’ı sona bıraktım:
Tayfun Taşdemir: Neredeyse
bilardoya başladığından beri alıştığı rekabet paterni bir seneyi aşkındır yok.
Antrenman partneri de olan Saygıner Usta ve bu rekabet paterninin diğer
direkleri Murat Naci Çoklu, Lütfi Çenet, Adnan Yüksel, Can Çapak gibi oyuncular
PBA’da. İçlerinden sadece Birol Uymaz döndü. (Ayrıca bir tur kazanmış olarak
döndü, özellikle şampiyon olduğu turda artistik atışlarıyla klasik seriler
arasında optimum denge yakalamıştı. Artık bambaşka bilardo atmosferlerinde
oynamanın verdiği bir tecrübeyle UMB’de. O da adaptasyonunu yeniden sağlayıp
kendisini göstermeye devam edecektir...) Taşdemir ve ülkemiz bilardosu
yükselirken yurt dışındaki rekabet ve buradaki çekişmenin karşılıklı olarak birbirini
beslemesi söz konusuydu. Ancak bu rekabet ortamının değişmesinin şöyle başka sonuçları
oldu: Bazıları Avrupa liglerinde de oynayan Berkay Karakurt, Turgay Orak, Ömer
Karakurt, Tolgahan Kiraz, Tarık Yavuz, Furkan Şenel, Burak Haşhaş ve diğer oyuncular
kürsü şansları daha da yükselince motive olup oyunlarını ve kendilerini yukarı
çektiler. Dolayısıyla “evren boşluk kabul etmez” kaidesince Türkiye liginin
kalitesi istatistiksel ve niteliksel olarak düşmemiş oldu. Taşdemir, eski rekabet
paterninde zirveye çıkmak için bilardoya başladığından beri çok çalışmıştı,
2022 sonu ve 2023 başlarında olağanüstü bir ivme yakaladı. Dünya Şampiyonluğu,
Dünya Kupası Etabı ve Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nu üst üste kazandı. Bu
herhangi bir spor dalında her sporcuya nasip olmayacak bir başarıdır. Şahsen bu
tarihî spor hadisesinin ne manaya geldiğinin anlatılabilmesi için mütevazı ellerimden
ne geliyorsa yapmaya çalıştım fakat ülkenin, yöneticilerin, medyanın daha
bilinçli ve gayretli olması gerektiği açık. Öyle olsun ki zirveyi gören
oyuncular zirvede kalabilmek, daha büyük zirveleri kovalayabilmek için yeterli motivasyon
ve desteği hissedebilsin. Nitekim Taşdemir’in bu başarısı önündeki mental engel
sayısını ikiye çıkartmış oldu. Hem zirvesine çıktığı dünya arenasında tepede kalmak
hem de Türkiye’de yalnızlaşmış bir öncü figür olmak. Evet, rahatsızlıklarından
dolayı Yılmaz Özcan Ustamızın da olmadığı bir ortamda bir anda herkesin abisi
konumuna geçti. (Yılmaz Özcan kendisinin çok büyük yetenek ve bilardo bilgesi
olduğunu son turnuvada hatırlattı. Ama ne dönüş! Ama nasıl bir keyiftir onu
seyretmek!) Oysa, Taşdemir’in bünyesi arkalarından geldiği bir kuşakla rekabet
etmeye alışmıştı. Belki Çenet ve Çapak ondan yaşça küçüktü ama uzun yıllardır
Milli Takım’da beraber koşturmaya alıştığı oyunculardı. Taşdemir’in önünde yeni
bir patern var, buna daha da adapte olup arkasından gelen kuşağı bu sene
yaptığı gibi yukarı çekmeye devam edeceğine inanıyorum. O tarihî başarının
ardından ertesi sene Dünya Şampiyonası’nda yine yarı final oynayıp, yine Milli
Takım’a kalma başarısını gösterdiğini unutmayalım. (Ve bugün de Ankara’da sabahtan
beri eli sıcak bir TT izliyoruz.) Önümüzdeki sene Milli Takım’ın bu mental
koşulları idrak ederek yeni bir adaptasyon ve uyumla başarılarına devam
edeceğine inanıyorum. Taşdemir, Türkiye ligi ve dünya bilardosu için çok önemli
bir değer, gençlerin kendisine, yoluna baktığı öncü bir oyuncu olmaya devam
edecek.
Tolgahan Kiraz: Tolgahan
hem kişisel ömrünün hem de şahsi bilardo tarihinin dinamikleri gereği bütün
basamakları adım adım çıkmaya ayarlı bir bünyeye sahip. Nitekim kariyerine en
altlardan, 2009’daki gençler Avrupa üçüncülüğüyle başlamıştı. Kolombiya’da çeyrek
final oynadı. Vietnam’da da yarı finale çıktı. Finale yükselemez miydi? Seyircinin
baskısı yetmezmiş gibi kendi üzerinde baskı kurmuş görünüyordu (henüz yoğunluklardan
turnuva değerlendirmesi yapamadık onunla), nedense kendisini kazanmaya mecbur
hissetti, oysaki değildi, kişisel eşiğini aşmış ve zaten başarılı olmuştu. O
psikolojik yükü omuzlamayıp “kaybedecek bir şeyim yok” tavrını takınabilseydi belki
finali ve fazlasını da görebilirdi. Tabii dile kolay buradan söylemesi ama o Spor
Akademisi mezunu olduğu için spor psikolojisi dinamiklerini teorik olarak en
çok bilen oyunculardan biri. Henüz bu dişli dünya arenasında 30’larının
ortalarında, daha gidecek yolu ve alacağı kupalar var. Elbette kaybettiği
oyuncu ev sahibi olmanın avantajına sahipti, Tolgahan’dan sonra Jun-Tae Kim’i
de yenip şampiyon olan D. M. Tran yetenekli ve akıcı oyuncu, üstelik arkasında
ülkesinin rüzgârı vardı. Sonuç olarak, basamakları üçer beşer atlamak
Tolgahan’ın tabiatına uymuyor, hem öyle bir şey D. M. Tran veya Bao’nun yaptığı
gibi her zaman olmaz. Hatırlayın: hiç Dünya Kupası etabı çeyrek finali bile
görmemiş bir oyuncu olarak Bao, ilk Dünya Şampiyonası çeyrek final, yarı final
ve şampiyonluk başarısını aynı haftada yaşamayı başarmıştı.
Bu turnuvada Ankaralılardan dileğim: Gerçekten ev sahibi
olma avantajımızı kullanalım. Oyuncularımızın yanında olalım. Cumartesi TRT
SPOR YILDIZ canlı yayınında görüşmek dileğiyle.
Not: Bu yazıyı kaleme almadan önce sevgili Taygun Yılmazberk’le
yaptığımız görüş alışverişinin çok faydalı olduğunu belirtmeliyim.
Rifat Özçöllü
![]() |
Yushan Dünya Bilardo Müzesi Açılışı Gösteri Turnuvası'nda dört büyük 3 bant ustasının izleyicisi bir snooker efsanesiydi: Ronnie O'Sullivan |
![]() |
| Ali Rıza Gel, Dünya Bilardo Birliği (UMB) ve Dünya Bilardo Sporları Konfederasyonu (WCBS) Başkanı Farouk Barki'nin elinden plaketini alırken |
![]() |
| Ronnie O'Sullivan ve Ali Rıza Gel |
![]() |
| Ali Rıza Gel, 12 kişilik Dünya Bilardo Şöhretleri Seçim Kurulu'nda yer aldı |
![]() |
| Gel'in Dünya Bilardo Müzesi'ne bağışladığı parçalardan bazıları |
![]() |
| Dünya Bilardo Müzesi |
![]() |
| Dünya Bilardo Müzesi |
![]() |
| Dünya Bilardo Müzesi'nin de içinde olduğu Yushan Bilardo Spor Kompleksi Dünya Bilardo Müzesi |
![]() |
| Dünya Bilardo Müzesi |
![]() |
| Yushan Bilardo Spor Kompleksi |
![]() |
Yushan Bilardo Akademisi |
![]() |
| Yushan Bilardo Spor Kompleksi'nin altın kaplamalı kristal minyatürü, Müze'ye katkılarından dolayı Ali Rıza Gel'e hediye edilmiş |
![]() |
| Belçika'nın iki büyük bilardo efsanesi Ludo Dielis ve Raymond Ceulemans |
Bilardocu tek beden giyer mi?
Birkaç yıl evvel Belçika Ligi’nde ikisi de Freddy adında iki bilardocunun maçını izliyordum. Evet, adları aynıydı ama tıpkı Laurel & Hardy’nin ikizleri gibiydiler. Büyük Freddy 1,93’tü ve hayli kiloluydu: Dağ gibi adam yani. Küçük Freddy ise topuklar dahil 1,60’tı. Yemekle arası nasıl mı? “Az yiyen olur veli” cinsinden bir âdem işte. Her ikisi de iyi, deneyimli oyuncular: 0,750-0,900 arasında bir yerlerdeler. Merak bu ya, maç bitince gidip ikisinin de ıstakasına bir bakayım dedim. Ne desem beğenirsiniz? İkisi de aynı boy, aynı ağırlıkta.
Bir bakıma tuhaf bir şey değil mi bu? Yüzden fazla kot bedeni üretilir, fakat ıstakaya gelince “herkese tek beden”! O ıstakaya uyum sağlamak, onunla topları nasıl zaptedeceğini öğrenmek oyuncuların marifetine kalıyor. Şayet ortalama bir boyun cismin varsa ne âlâ. Fakat örneğin, bizim Freddylerden bunu istemek haksızlık. Rahat (ve düzgün) bir vuruş yapıp hassas bir isabet sağlayabilmeleri için ıstaka tutuş ve duruşlarına ince ayar çekmeleri şart. Diz ve dirseklerin bükülme derecesi, sırtın kavisi ve hatta kafanın duruşu. Nitekim iki bilardocu bile aynı atış karşısında aynı pozisyonda durmaz. Ama mesele atışı sayıya çevirmekse çoğu oyuncu bunun üstesinden gelir. Bazıları az yürünse de Roma’ya çıkan yollar çoktur.
Bir bilardo atışının icrasında çok az hatadan ucuza kurtulabilirsiniz. Başınızı oynatıyor, köprü elinizi kaldırıyor, ıstakayı sağa sola sallıyor musunuz? Bunlar oyununuzu berbat eder, ilerlemenize ket vurur. Ya kurallara boyun eğersiniz ya da bedelini ödersiniz! Ancak açıkça söyleyeyim, bir atışa hazırlanırken farklı vücutlar farklı şeyler yapmaya mecburdur. Evet, kurallar var, tamam. Fakat sıklıkla ve itinayla çiğnenirler kendileri.
Bir Belçikalı oyuncu var, duruşu o kadar dik ki atış esnasında kafası, ortalamanın 10-15 santim üzerine çıkar. Garip, yapay ve rahatsız gözükür. Acaba bilardoya başlarken düzgün bir hoca bulma şansına nail olamamış mı dersiniz? Kurt Ceulemans’tan bahsediyorum, kimin oğlu olduğunu elbette biliyorsunuz, Raymond Ceulemans’ın. 1,3 genel ortalamaya sahip korkulu bir rakiptir kendileri. (Efsane’nin oğlu Kurt Ceulemans’ın kendisine özgü duruşu için: https://www.youtube.com/watch?v=OLBHa2czCYI&t=262s)
Bir de göğe merdiven dayamış Hollandalımıza bakalım. (Onun ıstakası da normal ebatlarda bu arada!) Atışlarda yeterince eğilme sorunu var bu adamın. Dizlerini bükmekten hoşlanmadığı aşikâr, bu yüzden bacaklarını açıyor. Öyle böyle değil. Leylek gibi! İnanın bana, biraz daha açılsalar aralarında saat farkı oluşacak! Hadi canım, böyle atış mı yapılır yav, demeyin. Yapıyor, onun adı Dave van Geel, hem de 1,2 genel ortalamasıyla tertemiz bir 3 bantçı. (Daha birkaç gün önce özel bir turnuvada kürsüde gördüğümüz Sevgili Furkan Şenel’in kulakları çınlamış mıdır?—R.Ö)
Bir de Amerikan bir oyuncu var, onun için de şimdiye dek gördüğüm “ıstakayı en tasarruflu kullanan” oyuncu diyebilirim. İster avanta (ticky) atsın ister beş bant, sağ eli ıstaka gövdesinin ortasındadır. “Ziyan bir teknik, bu tutuşla kaliteli vuruşu rüyasında görür!” mü dediniz? Kendisi 2005 ABD Şampiyonu Sonny Cho, 1 ortalamanın epey üstündedir ve oyunu hem kudretli hem de hoştur. (Sonny Cho’nun tutuşuna göz atmak için: https://www.youtube.com/watch?v=C8_wsHUy1Nk)
Temkinli olmak adına şu anekdotu da aktarayım. Yetenekli fakat eksantrik John van der Stappen bir lig maçındaydı, o gün uzatma parçasına başvurmak durumunda kaldı, o parçayla üst üste üç atış sayı yaptı. “Bu iyi geldi,” dedi maçtan sonra. Birkaç hafta sonra kendisine özel, 160 santimlik özel bir ıstakayla çıkageldi. Tüm sezon o özel ıstakayla oynadı. 140 santimlik ıstakasıyla genel ortalaması 1,1’di, 160’lıkla kaç oldu dersiniz? Yine 1,1! Güney Amerika’daki Surinam’ın başkenti Paramaribo’nun en iyi oyuncusu şu an.
Esrarengiz yetenek Filipos “Nefis Titreşimler” Kasidokostas’tan söz etmedim bile. 2009 Dünya ve 2012 Avrupa Şampiyonu. O yaptığı şeyleri nasıl yapıyor, hiçbir zaman almayacak zavallı aklım.
(Kasidokostas’un
başka bir "akıl almazlığı" için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/search?q=kasidokostas)
Yine de şeytan dürtüyor, şu soruyu sor, diyor: “Eyvallah, bu oyuncular kendilerine has stilleriyle oyunlarını olabilecek en iyi yere götürdüler, ancak daha düzgün bir duruş ve daha geleneksel ıstaka tutuşuyla daha da güçlü olabilirler miydi?” Bakın, bu doğru bir önerme midir, emin değilim. Şuna ikna değilim ki kitabi bir duruş olsun, kopyalanıp çoğaltılsın da öğretilsin. Sanırım, duruş ve vuruş tekniği meselesi şahsi bir hadise, nihayetinde literatürün dediği değil vücudun ve beynin dediği oluyor.
Belki Kurt, Dave ve Sonny’den daha az derecededir, fakat çoğu oyuncu bir şekilde normlardan sapar, ya böyle icap etmektedir, bu oyunu bedenlerinin şekil ve işlevlerine uydurmaları lazımdır, ya da bireysel yeteneklerini sonuna kadar kullanmaları gerektiğinden. Hatta güçlerinin bir kısmı bu kural ihlallerine “rağmen” değil, tam da bu sapmaları “sayesindedir.”
Elbette kimseye ıstakasını Sonny Cho gibi tutmasını veya Kurt Ceulemans gibi durmasını tavsiye etmem. Ve, bana sorarlarsa şayet, asla bu iki oyuncuya da “Farklılıklarınızı düzleyin,” demem. Öğrencilerime gelince; onlara iyi gelen duruş neyse onu bulmalarını söylerim, benimkini kopyalamalarını değil. Çocuklara öğretmek… O farklı bir olay: Onlara yerleşik temelleri verirsiniz. Ayaklar buraya, eller şuraya, baş düzgün! Yarın müzik yapmaları için onlara en iyi şansı verecek temel: DO-RE-Mi. Sonra kendi tarzlarını kendileri geliştirirlerse (nitekim çoğu beceriyor) problem yok. Yok, bir yetişkinsiniz ve bu oyunu senelerce oynadınız ve bir sebepten bazı ayarlamalar yapmak zorunda hissediyorsunuz: Bunları ufak ufak ve zamana yayarak yapın. Aman katı olmayın: yoksa içinizdeki (sezgisel) hesap makinesi buna ayak uyduramaz. Aksi takdirde şüphe zehri damarlarınıza ve beyninize yıllarca musallat olur. Ne yazık ki buna şahit oldum, bedbaht bir şeydir bu.
Teknik noksanlar ne kadar zararlıdır? Veya şöyle soralım: Kusursuzdan aşağı bir teknikle oyununuzu ne kadar yukarı çekebilirsiniz? Belli mi olur, belki Semih Saygıner olursunuz (ki ıstaka tutuşu bariz bir şekilde “çarpık”tı) yahut da Marco Zanetti (onun da sağ eli hiçbir antrenörün zinhar önermeyeceği biçimde yatıktır). Bu oyunun en efsanevi vuruşu Saygıner de, bilardoya damgasını vurmuş Zanetti de bireyci, türünün tek örneği ve normlardan sapan sporculardır. İşin gerçeği, tıpkı bizim gibi. Aslında bunun bize söylediği şey şu: Oyununuzda bir kusur olsa bile sınırınız ancak gök kubbedir. Steffi Graf hayat kurtaracak bir teknikten yoksundu: raketinin tersiyle üst falso veremezdi, ama ne gam, parlak bir kariyeri oldu Alman tenisçinin. Büyük İspanyol golfçü Seve Ballesteros bütün başlangıç atışlarında rakiplerine yaklaşık 30 metre verirdi fakat neticede hepsini sollayan o olurdu.
Hâlâ bir oyuncuya öykünmekte ısrar ediyorsunuz, ve Semih veya Marco bile dört dörtlük, kitabi bir örnek teşkil etmiyorlar, e ne olacak, rol model kim alınacak? Benim önerim (şimdilerde PBA’ya transfer olan) Sung Won Choi olur. Zanetti bu sporun bütün departmanlarında onun önünde ve Choi, hiçbir zaman Saygıner gibi ağızları bir karış açıkta bırakacak atışlar yapmayacak. Tamam, ama duruş, tutuş, vuruş diyorsanız mükemmelliğe bela şekilde yakın olan o.
![]() |
| Güney Koreli Usta Sung Won Choi |
Yazının İngilizce orijinali için: https://www.carom.gr/reblog/one-size-fits-all/
![]() |
| Tayfun Taşdemir |
Meşhur bilimkurgucu Jules Verne’e, roman karakterine dünyayı dolaştırmak için 80 gün yetmişti. Ve “80 Günde Devriâlem”i yazdı. Türkiye kaynaklı bir “Tayfun” kasırgası ise bilardo evrenini baştan sona kasıp kavurabilmek için fazladan sadece 40 gün istedi. Evet, 120 günde 3 bant bilardo evrenini sallayan Tayfun Taşdemir’den bahsediyorum. Kasım 2022’de Dünya Şampiyonu oldu. Mart 2023’te Dünya Kupası’nın Las Vegas Ayağı’nda şampiyon oldu. Yetmedi, sadece bir hafta sonra Semih Saygıner’le birlikte Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nu da kazandı!
Bazı
sporlar bazı ülkelerle özdeşleşmiştir:
ABD’nin
serbest, kelebek, kurbağalama stil fark etmez Michael Phelps’i ve yüzücüleri
vardır.
Çin’in
Kung Fu Panda’sının uçan tekmelerine ilaveten pingpong toplarına havada sersem
taklalar attıran masa tenisçileri vardır.
Genetik
mi, doğal beslenme mi, azimli çalışma mı, yoksa egzotik doğalarındaki diğer
canlılara kafa tutma dürtülerinden mi bilinmez Kenya’nın hep maratoncuları
vardır.
Belki
şaşıracaksınız, Almanya’nın üstünlüğünün tartışılmadığı spor biniciliktir. Diğer
ekonomik dev Japonya’nınki ise judodur.
Sovyet
döneminden beri güreşteki iddiasından hiç vazgeçmeyen Rusya satranç dâhilerinin
de anayurdudur.
Bilardo
da satranç gibi “fotoğraf ve bellek oyunu”. Bu çok sevdiğim tanım Türkiye’nin
dünyadaki birçok bilardo markasından biri olan Lütfi Çenet’e ait. Avrupa’da ya
da dünyada şampiyonluğa veya madalyaya sahip diğer markalar kimler mi? Yılmaz
Özcan, Murat Naci Çoklu, Adnan Yüksel, Can Çapak, Birol Uymaz, Hacı Arap Yaman,
Serdar Gümüş, Barış Cin, Tolgahan Kiraz, Ömer ve Berkay Karakurt, Burak Haşhaş,
Denizcan Akkoca, Seymen Özbaş. Gelelim kadın sporculara: Eylül Kibaroğlu,
Gülşen Degener, Burcu Kantar, Gülhan Günal, Güzin Müjde Karakaşlı…
Ve elbette hem Türkiye’de hem dünyada bir bilardo misyoneri Semih Saygıner!
Bir
çırpıda bu kadar şampiyon sayabilme hakikati dururken yukarıda andığım
ülke-spor ikililerine “Türkiye-bilardo”yu da eklemek Allah’ın emri olsa gerek.
Her biri farklı tarz sahibi olan bu isimlere tek tek sayfa açmak lazım. Ancak burada
sadece Tayfun Taşdemir’den ve onun bilardo evreninde Kasım 2022’den Mart 2023’e
kadar estirdiği 120 günlük “Tayfun” kasırgasından bahsetmek istiyorum.
Varan 1: Bilardonun Yükselen Yeni
Coğrafyası G. Kore’de Dünya Şampiyonluğu
İlk
önce bilardoda herhangi bir kupada şampiyon olmanın ne anlama geldiğini
soralım. Şu an dünya sıralamasındaki ilk 30 oyuncunun 20’den fazlasının ya
Dünya Kupası Ayak Şampiyonluğu ya da Kıta veya Dünya Şampiyonluğu bulunuyor.
Bazıları tek ıstakada 28 çekmek gibi kırılması zor rekorların sahibi. Bazıları
hâlâ yaşayan efsane statüsünde, hem de hâlâ kupa kazanan cinsinden: Blomdahl,
Jaspers, Caudron, Zanetti, Saygıner, Sanchez, Merckx. Oyun, Batı Avrupa
menşeli. Ancak son yıllarda bilardo endüstrisinde de nüfuz sahibi Asya’nın salvoları
var. Öyle ki büyük çoğunluğu son 15 senede olmak üzere G. Kore’nin Dünya Kupası
Ayağı kazanmış 8 şampiyonu var! 1 şampiyon da Vietnam’dan. Örneğin, 1930’dan beri
düzenlenen FIFA Dünya Kupası’nı tarih boyunca kazanan ülke sayısı yalnızca 8.
Basketbolda ise bu sayı sadece 6… Yani uluslararası bilardo turnuvaları daha
‘son 32 turu’ndan itibaren yangın yeri! Yani yine futboldan gidersek, sadece
İtalya, Brezilya, Arjantin, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin klonlarından
oluşan 32 rakibin kapıştığı bir turnuva hayal edin… İşte öyle bir ortam!
Tayfun
Taşdemir’in yıllar geçtikçe oyununda güncellemelere ve revizyonlara gittiğini
gördük. Kendisi dünyada ‘seri oyun’un büyük kompetanlarından biri olarak kabul
ediliyor. Seri oyun, tek elde üst üste 8, 10, 15 ve üzeri sayı çekebilmek için
birbirine ahenkle bağlanan doğurgan pozisyonlarla bir kompozisyon bütünü yaratmak
demek. Kendisinin bu kompozisyonda oynayarak gayriresmî maçlarda 30’un üzerinde
sayı çektiği de vaki. Ancak 30 senedir kırılmayı bekleyen resmî dünya seri
rekoru 28! Ve Taşdemir bu oyun yordamıyla rekoru kırmaya aday gösterilen birkaç
oyuncudan biri. Bununla birlikte, Taşdemir’in Dünya Şampiyonası’nda bu oyun
tarzını esnettiğini gördük. Bu zorlu arenadan muzaffer çıkabilmek uğruna sıkıştığı
anlarda çok kez artistik nitelikte sayı çözümlerine yöneldiğini gördük. İkinci
göze çarpan nokta ise son viraj sendromuna hiç yakalanmamasıydı. Önceki
yıllarda pek çok kez, 50 sayıda bitmesi gereken maçı 40’lara getirip
sündürdüğünü hatta bu yüzden maç kaybettiğine de şahit oluyorduk. Ancak örneğin,
son yılların alt edilmesi en zor oyuncusu Jaspers karşısında 50-47 biten yarı
finalde kesinlikle tutukluk yapmadı. Finalde de öylesine odaklıydı ki İspanyalı
rakibi Legazpi daha 15. sayıya varamamışken 15 ıstakada 50 sayıyı buldu. Turnuva
sonunda Hollandalı bilardo tarihçisi Bert van Manen’le sohbetimizde o da benzer
bir yorum yaptı: “Üst seviye bilardocunun hiç rijit olmaması, esnek ve
adaptasyonunun kuvvetli olması, masada doğaçlama yapabilmesi gerekiyor. Hafta
sonu bu silahların hepsi Tayfun’un belindeydi.” Nihayetinde, Türkiye’ye Semih
Saygıner’in 2003’teki şampiyonluğunun ardından ikinci kez Dünya Şampiyonluğu’nu
getirmiş oldu.
Varan 2: Kapitalizmin Bağrında,
Las Vegas’ta Buruk Bir Star
Taşdemir
daha Dünya Şampiyonluğu sevincine doyamamışken Türkiye 6 Şubat’ta kıyametvari
bir deprem felakatiyle karşılaştı. Aslen Muşlu olan Taşdemir’in ise daha
depremin üstünden bir ay bile geçmemişken 2 Mart’ta ABD’de bilardo masasının
başında olması gerekiyordu. Sonuçta Las Vegas’taki Dünya Kupası’na “kazanacağım
bir başarıyla en azından ufak bir teselli olabilir miyim ümidiyle” de gittiğini
ifade etti. 1975 doğumlu Taşdemir bilardoya 18 yaşında Marmara Üniversitesi’nde
İktisat öğrencisiyken başlamış. İlk defa bir bayram günü bayram harçlıklarıyla
gittiği salonda almış ıstakayı eline. İktisat’tan mezun olmuş ama o günden beri
bilardodan başka hiçbir iş yapmamış. Eşi her sabah arabasıyla bebeklerini kreşe,
kocasını da tam 9’da salona teslim ediyor. Sonuçta ‘Hassasiyet Oyunları’
kategorisinde yer alıyor bilardo. Elinin soğumaması elzem. Ancak 5 Kasım
doğumlu oyuncu akrep burcu ve duygusal anlamda da hassas bir mizaç taşıyor. Bilardoda
başarıyı taşıyan en kritik kolonlar ise teknik bilgi, fotoğrafik hatta
sinematik bir bellek, antrenman, odaklanma ve severek, keyif alarak oynama. Las
Vegas’ta da bu kolonların hepsini sağlam tutan Taşdemir yarı finalde İtalyan
dev Zanetti’yi, finalde de G. Koreli Haeng-Jik Kim’i mağlup ederek üçüncü Dünya
Kupası Ayak Şampiyonluğu’nu elde etti. Kişi başı gayrisafi yurtiçi hasılası
yaklaşık 80.000 dolarlık dünyanın en büyük ekonomisinde, kişi başı gayrisafi
yurtiçi hasılası aşağı yukarı 10.000 dolarlık bir ülkenin “küresel bilardo
starı” olarak herkese bilardo ziyafeti sundu. Maç sonunda bırakın ıstakasını,
yumruğunu havalara kaldırmayı ülkesindeki trajedinin ağırlığıyla bir tebessüm dahi
beliremedi yüzünde. Ama İstiklal Marşı’nı dinlerkenki burukluğuna en azından “ufak
bir teselli olabildim” ferahlığı eşlik edebilmiş oldu. Hayat böyle işte, dünyada
yüzlerce sporcunun hayalini süsleyip uğruna on yıllarca çalışılan kürsünün
zirvesinde sızım sızım bir mahcubiyet hâli…
Varan 3: Ve Milli Takımlarda Türkiye’nin
7. Dünya Şampiyonluğu
Las
Vegas’tan sadece bir hafta sonra Semih Saygıner ve Tayfun Taşdemir’den oluşan
Türkiye 3 Bant Milli Takımı Almanya’ya üst üste üçüncü Dünya Şampiyonluğu’nu
kazanmak için uçacaktı. Hedef ‘hat trick’ yapmaktı. Aslında hat trick deyimi, sihirbazların
el çabukluğuyla 3 aşamada şapkadan tavşan çıkarma numaralarından doğmuş. Gerçi Saygıner’in
‘Mr. Magic’ diye bir lakabı da var ve izleyene bazı sayılar sihir gibi geliyor da
olabilir. Ancak bilardodaki mevzunun büyüyle, efsunla, üfürükçülükle hiç alakası
yok. Nihayetinde oyuncular küresel cisimler olan toplarla yani fizikle ve de birbirine
eşit iki kareden oluşan bir dikdörtgen masayla yani geometriyle meşguller.
Türkiye’ye
bilardoda Milli Takım şampiyonluklarının ilk ikisi 2003 ve 2004’te Semih
Saygıner & Tayfun Taşdemir takımıyla geliyor. 3. şampiyonluk 2010’da Murat
Naci Çoklu & Adnan Yüksel takımından. 4’üncüsü 2011’de Tayfun Taşdemir
& Lütfi Çenet takımıyla. 5’incisi 2019’da Lütfi Çenet ve Murat Naci Çoklu
ustalarla. 6’ıncı gurur ise 2022’de Tayfun Taşdemir ve Can Çapak’a aitti. Yani,
2020 ve 2021’de Pandemi yüzünden bu şampiyona oynanmadığından son iki
şampiyonluk Türkiye’nin elindeydi. Yani üçüncü defa iki sene üst üste
şampiyonluk kazanılmıştı. Bu sefer şeytanın bacağı kırılıp hat trick yapılır
mıydı?
Gerçekten
de Milli Takım çeyrek finalde Nikos Polychronopoulos’lu Yunanistan’ı, yarı
finalde Dick Jaspers’lı Hollanda’yı, finalde de Torbjörn Blomdahl’lı İsveç’i
devirdi. Ve üst üste 3. kez toplamda da 7. Kez Dünya Şampiyonluğu’nu Türkiye
Bilardo Federasyonu’nun müzesine götürmüş oldu. Bu şu demek oluyor ki Tayfun
Taşdemir bu 7 şampiyonluğun 5’inde ter dökme gururunu yaşadı. Buna en çok
sevinmeyi hak edenlerden biri Bilardo Federasyonu Başkanı Ersan Ercan’dır kuşkusuz.
Bilardo, madalya koleksiyonunu her geçen yıl genişleterek hem ülkeyi yurtdışında
temsil ediyor hem de Türkiye’deki popüler branşlardan biri olmaya doğru gidiyor.
Ülkelerin
refah düzeyleri ve sportif başarılarıyla ilgili karşılaştırmalar, analizler yapar
dururuz. Gayrisafi yurtiçi hasılası ilk 100’de bile olmayan Jamaika’nın Usain
Bolt’unun 3 olimpiyat üst üste rekorlara ambargo koyması yıllarca gündemden
düşmedi mesela. Aslında bu ülke-spor denklemlerini genel teorilerle açıklamak
zor, her branşın kendine özgü koşulları var. Belki de ülkenin ‘diğer’
alanlardaki başarı açlığını bu sporlara yüklenerek telafi etme arzusu da rol
oynuyordur. Sonuçta ülkenin uluslararası prestijini yükselten hadiseler bunlar.
E demiştik bu işin sihirle, büyüyle alakası yok diye. Bu da herhalde sporun
psikolojik yanlarından biri. Tamam, fizik, geometri, fotoğraf, bellek, psikoloji
dedik. Peki, Tayfun Taşdemir ne diyor? Son sözleri işin ustasına bırakalım:
“Teknoloji,
bilgi ve bilim dönemindeyiz. Bilardonun duayeni olan Raymond Ceulemans’ın şöyle
bir sözü var: ‘Bilardo ilk önce bir kültürdür sonra spordur.’ Bilardoda
matematiksel diyagramlar var. Bizzat bilimin kendisi bu spor. Hem sanatsal hem
de bilimsel tarafları var. Gelişim anlamında bütün ailelere tavsiye ediyorum.
Sporda herhangi bir yenilgide mazeret üretme vardır. Bizde öyle bir durum yok.
Vurup sayı yapamadıysanız eğer yüzde 99,9 sizin hatanızdan dolayıdır. Bu oyunda
maçtan sonra istisnasız her bilardocu gidip rakibinin elini sıkar. Eleştiriyi
önce kendiniz yapıyorsunuz. Bu da sizin gelişmenizi sağlıyor. İşin psikolojik
tarafını söylemek gerekirse; korku, heyecan ve egonuzla masada tek başınasınız.
Topluluk önünde korku, heyecan ve stres yönetimi var. Sizin kendinizi
anlattığınız ve karakterinizi yansıttığınız bir spor dalı. Kişisel gelişim
olarak inanılmaz faydalı. Şiddetin hiç olmadığı sosyal bir ortam sağlıyor.
Saygı, birliktelik ve paylaşım var.”
“Yetenekli
ve zeki olmak bahşedilmiş bir şey. Asıl alkışlanması gereken çalışmak. Çünkü
orada irade var, fedakârlık var. Biz çalışmayı alkışlamalıyız. Disiplini
alkışlamalıyız.”
“Rakibin
kötü oynaması veya zayıflığındansa iyi oynarken dahi ondan daha iyi olmak daha önemlidir.”
Not: "BİLARDO EVRENİ ARTIK İKİ KUTUPLU: UMB-PBA ÇAĞI" adlı yazım için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/2023/05/bilardo-evreni-artik-iki-kutuplu-umb.html
Rifat Özçöllü
![]() |
| Bilardoda UMB-PBA İkiliği Görsel: saigonbilliards.com |
Aslında
klavyenin başına, UMB’deki “artık ve şimdilik tek favorimiz” olan ve 2022’yi
(bilardonun da ötesinde) Türkiye’de sporun zirvesinde tamamlayan Tayfun
Taşdemir hakkında bir yazı yazmak için oturmuştum. “Artık ve şimdilik tek
favorimiz” diyorum çünkü PBA’ya giden Semih Saygıner, Murat Naci Çoklu ve Lütfi
Çenet bilardoda her zaman, herhangi bir kupanın doğal favorileri arasındadır. Umarım,
UMB’de kalan oyuncularımız da yıllar içinde kazandıkları başarılarla “favori” statüsüne
erişecektir. Hatırlayacaksınız Taşdemir’in Dünya Şampiyonluğu’nu burada uzun
bir analizle kutlamıştık. Taşdemir, ardından bununla yetinmeyip Dünya Kupası Las
Vegas Ayağı’nı ve Saygıner’le birlikte Milli Takımlar Dünya Şampiyonluğu’nu
kazandı. Bu olağanüstü bir spor hadisesi ve ülkede bunun yeterince anlaşılmadığı
ve yankı bulmadığı açık. Ancak bilardo evreninin Asya yakasında birkaç senedir
esen rüzgâr büyük bir hamle yaptı. Ve 3 bant, eski BWA-UMB yarılmasından çok
daha radikal bir değişim kasırgasıyla karşı karşıya. Evet, 120 günde dünya
bilardosunu sallayan “Tayfun” kasırgasını anla(t)madan önce Asya kasırgasına ve
PBA-UMB kutuplaşmasına bakalım:
Dünya
bilardosunun en kıdemli ve faal 7 büyük isminden 3’ü Dünya Bilardo Birliği
UMB’yi bırakıp G. Kore organizasyonu PBA’ya transfer olmuş durumda: Caudron,
Sanchez ve Saygıner.
Adı
ve atmosferiyle bariz bir şekilde NBA’i çağrıştıran PBA, elbette ilk önce
Caudron olmak üzere, Filippos Kasidokostas, Adnan Yüksel, Jae-Ho Cho,
Dong-Koong Kang gibi Dünya Kupası sahibi oyuncuları çoktan bünyesine katmıştı. Ayrıca
Eddy Leppens, David Zapata, David Martinez, Dinh Nai Ngo, Nguyen Quoc Nguyen gibi
değerli oyuncular da bu cazibeye boyun eğmişti. Türkiye’yi temsilen ise
Yüksel’in yanı sıra Birol Uymaz, Savaş Bulut ve Can Çapak da bu şov
atmosferinde boy gösteriyordu. Ancak PBA daha da büyümeye kararlıydı: Ve bu
sezon başında Sanchez ve Saygıner gibi iki efsane ismin yanında, Murat Naci
Çoklu, Sung-Won Choi, Lütfi Çenet, Choong-Bok Lee gibi 3 bant starlarını da
arenaya çekmeyi başardı. Hatırlatayım, bu hafta, Çoklu ve Çenet PBA’dan önceki
son UMB turnuvalarını oynadılar Vietnam’da. Neticede PBA’nın marka değeri
gittikçe büyüyor.
Gelelim
UMB’ye: 7 kıdemli efsaneden 4’ü yani Blomdahl, Jaspers, Zanetti ve Merckx, Dünya
Bilardo Birliği’nin kalan sağları arasında. Ülkemizden, yakın dönem
performansları itibariyle, Berkay ve Ömer Karakurt, Tolgahan Kiraz, Turgay
Orak, Gökhan Salman gibi yetenekler her zaman sürpriz yapmaya aday konumdalar. Ancak
şu an, bırakın Türkiye’nin tek favori temsilcisi olmasını, Dünya Genel
Klasmanı’nda 3. sırada bulunan Tayfun Taşdemir UMB’nin elinde tutabildiği en ağır
toplarından biri konumunda. PBA’ya gidenlerin de UMB’de kalanların da önü açık
olsun!
UMB
de Avrupa Bilardo Birliği CEB de ülkemiz federasyonu da yıllardır bu sporu son
derece düzgün organizasyonlara kavuşturdular. Ancak bir spor dalının global bir
cazibe kazanabilmesi için üç temel direk var: Parlak yıldızlar, seyirci ve
endüstri. 3 bandın parlak yıldızları her zaman oldu. Ancak 3 bant, snookerdan
daha karmaşık bir spor olmasa da hiçbir zaman snooker kadar izleyici çekemedi.
Elbette Kozoom ve Five&Six bu konuda önemli bir fonksiyonu icra ediyorlar
yıllarca. Ve elbette haklı sebepleri vardır ancak Antalya’da düzenlenen
şampiyona öncesinde Kozoom, TL tarifesini kaldırdı. Hatta sitesinin Türkçe kısmını
da kapattı. Şampiyona izleme bedeli 24,99 euro idi, yani o günün kuruyla bile 500
TL civarındaydı. Kozoom’un yıllık tarifesi ise 99,99 euro. Şu an Netflix’in
aylık ücretinin 63,99 TL, Disney Plus’unkinin ise 64,99 olduğunu hatırlatalım.
Örneğin ben, oktan farksız vuruş tekniklerine hayran olduğum Barış Cin ve Hacı
Arap Yaman’ın şampiyonluğunu, Gülşen Degener ve Müjde Karakaşlı’nın heyecan
dolu finalini canlı izleyemedim. Dünyanın en büyük seyirci potansiyeline sahip
ülkelerinden birinde vaziyet bu.
Lakin
belirtmeli ki bu yayın ayağı federasyonları aşan bir olgu. PBA bazı eksikleri
gördü ve G. Kore Federasyonu’yla da işbirliği yaparak ama çok daha fazla ve güçlü
bileşeni yanına alarak bir organizasyon yarattı. En temel farklardan biri şu:
Dünyada bir geleneğin devamı olarak sadece Batı Avrupa’ya özgü olan ve seyirci
potansiyeli çok zayıf olan karambol, 5 pin, kadre, tek bant gibi bazı sair
branşlarla enerjisini dağıtmıyor. Sporun hiçbir branşına karşı değilim ancak
kapitalist ve global mantık, her zaman basit, anlaşılır, odaklı ve seyir
cazibesi yüksek olanı arar. İkincisi yine geleneksel ve tarihî gerçeklere
dayanan “saray oyunu mentalitesi” PBA organizasyonunun ruhunda kat’a yok. İki
yapı ortak bir maç yapmaya kalksa aralarında ihtilaf meselesi olabilecek birkaç
kural (brikol puanı ve aso şekli) hariç, bilardo bildiğimiz bilardo. Fakat
çuhalar feminen. Üstelik ortamın hormonal metabolizması (!) orta yaşlı Batı
Avrupa atmosferinden epey farklı. Fotoğraf çekimleri hariç papyon yok. NBA’i
çağrıştıran “libido”, ponpon kızlar, müzik sporun ritminin bir parçası haline
gelmiş. Oyunculara bakarsanız en kerli ferli Caudron’undan en sempatik
Nguyen’ine kadar herkes bu duruma adapte olmuş durumda, yüksek ortalamalar yine
gırla! Ayrıca oyunun centilmen ruhu korunuyor yani “maçtan sonra rakibine gidip
sarılanların oyunu”J tanımına hiçbir halel
gelmemiş. Ama takımsal ve bireysel rekabet daha canlı. Yani heyecan ve coşkuyla
birlikte bu rekabet, tribünlere de yayılıyor.
Muhtemelen,
PBA’nın bizde en çok reyting yaptığı dönem sevgili Birol’un şampiyon olduğu
ayaktır. Yarı finalde Caudron’la kapışması, finaldeki üstün performansı hâlâ
hafızalarda. Hatırlıyor musunuz Birol, o finalin ardından birincilik kürsüsüne “uluslararası
şampiyon” unvanıyla çıktı. Evet, bütün kıtalardan oyunculara sahip bu
organizasyon. Ancak NBA’in izinden giden ve uluslararası olduğunu iddia eden bu
yapının maç yayınlarında İngilizce spikeri bile yok. Arada sırada
hatırlatıyorum, çok temel bir şeyi unutuyoruz: Michael Jordan’ı Murat
Murathanoğlu olmasa Türkiye’de çok az kişi tanıyacaktı. Kaan Kural gibi bilgili
ve coşkulu bir anlatıcı olmasa Kobe’nin Lakers forması o satışlara sittin sene
ulaşamazdı Türkiye pazarında. Ve “Eurosport Türkiye” sayesinde bu ülkede
insanlar, hiçbir şampiyonları olmamasına rağmen 3 banda kıyasla snooker
branşını daha çok tanıyor.
Sevgili
Emel Kökçelik Çoklu’nun çok kıymetli ve düzenli Türkçe haber akışına rağmen Kozoom
canlı maç yayınlarına dil yatırımı yapamadı. Türkçe analiz, yorum veya magazin
içeren sosyal medya videolarına da bütçe ayıramadı. Five&Six’in ise bazen
Korece bazen de İngilizce yayınları var. Bazı maçlarda ise duyabileceğiniz en
fazla top sesi… Oysa bütün popüler spor organizasyonlarının bütün dünyada her
dilde düzenli yayını var. Üzerine basıyorum, Messi ve Ronaldo Türkçe konuşan
spikerler olmasa çok dar bir çevre tarafından bilinirdi Türkiye’de! Ama PBA, bu
sporu G. Kore ölçeğinden dışarı çıkarmaya kararlı görünüyor. Bu konuda da
yatırım yapabilir.
Yani
demek istediğim, bu spor kısa zamanda G. Kore’nin en popüler spor dallarından
biri haline gelebildiyse dünyada da popülerlik kazanabilir pekâlâ. “Futbol
sadece futbol değildir” ya hani. Evet, futbol olmayan kısımlarında kişisel hikâyeler
var, drama var, ton var vurgu var, duygular var, empati, özdeşleşme var, korku,
tutku, taraf olma, grup aidiyeti, siyaset, şarkılar, tezahüratlar, zaferler,
hüsranlar, tribünlerin bir toplumun sosyolojik minyatürü olması gibi pek çok
şey var… Ama Türkçe anlatılmazsa bunların hiçbiri yok, olsa bile çok güdük. PBA
bir şeyin daha farkında, o da magazin. Evet, seviyeli magazin, sporu ilave
duygularla tamamlayıp, hayatın içine sokuyor ve kitleselleştiriyor. Sporun
içinde zaten var olan ve gerekli de olan eğlence fonksiyonunu öne çıkarıyor.
Bu
zeminleri sağlayıp gitgide genişleten G. Kore’de bilardo; parlak yıldızları, seyircileri
ve endüstrisiyle bir “ülke içinde ülke”. Görünen o ki bu ülkede oyuncular, hakemler,
ponpon kızlar, antrenörler, yayıncılar, tribünler ve malzeme fabrikatörleri
beraberce ekmek yiyerek spor yapıyor ve “çok eğleniyor”! Bu sporun beşiği
Avrupa, yeni projeler ve yapılar geliştirmezse Asya kasırgasınca yutulmayı göze
almak zorunda. Biz yine de şimdilik bir yana bırakalım bu Asya kasırgasını da
dünya bilardosunu 120 gün boyunca sallayan “Tayfun” kasırgasının müziğinde
kaybolalım.
Rifat Özçöllü
Not: “120 GÜNDE DÜNYA BİLARDOSUNU SALLAYAN ‘TAYFUN’ KASIRGASI” başlıklı
yazım için: https://hunkarbegenmedi.blogspot.com/2023/05/120-gunde-dunya-bilardosunu-sallayan.html
![]() |
| 2023 Avrupa Şampiyonası: 1. Marco Zanetti 2. Berkay Karakurt 3. Torbjörn Blomdahl-Daniel Sánchez |
Berkay Karakurt sadece Avrupa kürsüsüne çıkmadı, Türkiye’deki ve dünyadaki bütün bilardoculara bir mesaj gönderdi. Hayırdır, ne mesajı? Hadi, “her şey toz ve gaz bulutuydu” evresine gidelim. Evet, bilardoya başlarsın, duruş, tutuş, vuruşlar belli bir kıvama gelir. Amerikanda topları deliklere bir bir yuvarlıyorsundur. Karambolde 20-25’lik seriler mi? Ne olacak canım, hepsi çorap söküğü gibidir. E sonra üç bant… Oooo, salonun müdavim amcalarına, ablalarına kafa tutmaya başladın. Sana bilardoyu öğreten abinle, babanla çekişiyorsun. Bir bakmışsın 0,600’lerdesin. Haydi, turnuvalarda deneyeyim şansımı dedin. Öyle böyle derken, geçti mi birkaç sene? Peki, “Abi şu ortalama muhabbeti nedir be, bi anlatsana ya” dediğin anı hatırladın mı? Ne diyordu söylemesi kolay ama becermesi zor formül? “İşte, her elde 1 sayı çekebiliyorsan 1 ortalamayla oynuyorsun demektir.” İçinden o naifçe bilenip hırslanarak mırıldanışın kulağına geldi mi? “Yapılır bu ya! Yaparım ben bunu ya! Niçin olmasın? Tabelada virgülün soluna 1’i yazdıracağım bir gün, herkes görecek?”
Sonra usta
olduğun günler erişir. Mahallende, şehrinde, bölgende sayılı oyunculardansındır.
Bırak bir maçta 1,000 üzeri oynamayı, yıllık genel ortalaman 1,200’lere
varmıştır. Ancak bu başarı günbegün dirençli bir eşiğe dönüşmeye başlar. Yıllar
geçer, o eşik engebeli patika, hendek, duvar olur. Uğruna verdiğin onca yıl bu 1,200
(haydi biraz daha zorladın 1,300, belki 1,400) dağına takılmak için miydi? Hoop!
Küçümsemeyin bu eşiği! Bu genel ortalama eşiğinden nice kürsülere zıplanmıştır.
Hatta Türkiye Şampiyonası’nda yürüdüğün dal kıyaktır, çeyreği, yarıyı bile
görürsün. Ama final, şampiyonluk, Milli Takım, Avrupa, Dünya kürsüleri? İşte
oraya sıçramaya yetişmez o eşik. Bu oyunun 2000’ler sonrası çağındasın çünkü.
Dikkat, bir
oyuncunun bütün sene boyunca katıldığı turnuvaların genel ortalamasından
bahsediyorum. Dünyada bu istatistik kaleminde 1,500’ün üzerinde kaç kişi var?
Siz bakmayın canlı yayındaki yorumcu hocamızın, biraz bol keseden, “bu
oyuncuların genel ortalamaları 2,000’in üzerinde” dediğine. Bütün evrende yıllık
ortalaması 2,000 üzeri ya 1 ya da 3 oyuncu ya var ya yok. Hatta aşağı yukarı aynı
cümleyi “1,900 üzeri” için de kurabiliriz. Bert van Manen bu istatistikleri
sürekli paylaşıyor, bakabilirsiniz. Ya, söz konusu ettiğim 1,200 eşiğinin üstü?
Orası güçlü bir arzu, kararlılık, odaklanma ve gayret ister. Daha derin bilgi, sürekli
revizyon, istikrar, disiplin, bolca seyahat, tutku, ego terbiyesi, bilgelik...
Hayatını, eşinle, çoluğunla, çocuğunla ilişkini o uğurda dizayn etmeni ister.
Sponsorların gözüne çarpıp profesyonelce diyaloglar kurmanı ister. Aman
efendim, bilardo demişler ona, kıskançtır kendileri, çokça sevilmek ister…
Sevgili Berkay
son birkaç senede arzuyla çabalayarak, bu oyuna sevgi vererek bu eşiği kırdı. Avrupa
Şampiyonası’nda 1,605 turnuva genel ortalamasıyla 2. oldu. Peki, “Bilardo Âlicenapları”
altta kalır mı, kalmaz elbet. Âşığına ikramlar sunacak mutlak. Öyle ya, bu
eşiği geçenin ikramı ne ola ki? Onu aşana sormak lazım ama… İşte bu saydığım
zor ama tatlı engellerin=lezzetlerin hepsinden bir miktar keyfetmek var. Evet,
o “ister de ister” dediklerimi vermenin kendisi de bir keyiftir zaten. Yani
yolun kendisi ödüldür. “Kısmet oldu,” demek yetmez. Berkay kısmeti için çalışıp
hem yolu gördü hem de yolun sonundaki meyveyi. Bu lezzetleri on yıllardır
duyumsayanların yanında yamacında kürsüye çıktı. Dilerim bu lezzetlerden daha
çok tadar. Daha çok yol aşar. Ve eşiği atlamak için gayret edenlere daha çok
ilham olur. Tebrikler.
Not: Hem sonuçlar hem de organizasyon anlamında başarıyla tamamlanan Avrupa
Şampiyonası’yla ilgili bu üçüncü yazım oldu. Devamı gelecek. UMB-PBA ikiliği ve
bilardonun geleceğiyle ilgili kafamı kurcalayan konular var. Bugüne kadar
yazdığım veya çevirisini yaptığım bütün yazılar hunkarbegenmedi.blogspot.com
sitesinde.
Bir rica: Yazılarım için, sözlü
olarak dile getirdiğim her yorum için ciddi EMEK sarf ediyorum. Kaynak
gösterilmeden kullanıldıklarına şahit oluyorum, lütfen telif hakları konusunda
hassas davranalım.
![]() |
| Burak Haşhaş - 2023 Avrupa 25 Yaş Altı Gençler Şampiyonu |
* Antalya, 8-16 Nisan tarihleri arasında bilardoda bütün disiplinlerde (all-in-one) Avrupa Şampiyonası'na ev sahipliği yapıyor. Bir nevi "Avrupa Bilardo Olimpiyatları" YANİ!😎
* 8 Nisan 2006 doğumlu Burak Haşhaş, yaş gününden 2 gün sonra Avrupa 25 Yaş Altı Gençler Şampiyonluğu'nu kazandı! Henüz 17 YANİ!😎
* Eylül'de de 22 Yaş Altı Dünya Gençler Şampiyonluğu'nu kazandığını hatırlatalım. Eylül'de 16'ydı YANİ!😎
* Tebrikler Sevgili Burak! 👏👏👏 MASALAR YANIYOR YANİ!😎
* Yarı finalde Avusturyalı Nikolaus Kogelbauer'e kaybedip bronz madalya kazanan sevgili Seymen Özbaş'a da canıgönülden bir tebrik!👏