Bu yazı Temmuz 2012’de Tenis Dünyası dergisinin (Genel Koordinatör: Bülent Gürkan, İstihbarat Şefi: Furkan Şevket Erbay) 42. sayısında yayımlanmıştır.
Son zamanlarda tenis çok revaçta. Spor
kanallarının da canlı yayınlarla ilgi gösterdiği bir spor dalı. Maçları anlatan
spikerler, yorumculara göre dil konusunda çok daha hassaslar. Düzgün, coşkulu
bir Türkçe ile maçları aktarıyorlar. Bundan dolayı sporsever olarak hepsine
ayrı ayrı teşekkür etmek lazım.
Bütün iyi niyetli gayretlere rağmen teniste
hayli oturmuş olan İngilizce terimleri karşılamakta zorluk çektikleri fark
ediliyor.
Winner, rakibin hiçbir
karşılık veremediği ve doğrudan sayıya dönüşen vuruş anlamına geliyor. Bu tenis
terimi için ne zamandır önermek istediğim “bitirici vuruş” tabirini Fransa Açık
maçlarını sunarken TRT 3 spikerinin de kullandığını işittim. Veya cümle içinde
“doğrudan sayıya giden”, “haneye-skora-tabelaya yazılan vuruşlar”, “tabela-skor
vuruşları” da olabilir belki.
Hatta ace
için, -pek emin değilim ama- “nokta servis”i bir düşünmek lazım… “Bugün
nokta servislerde Roddick’in ezici üstünlüğü var.” gibi…
Return, servise veya
vuruşa verilen karşılık anlamında. Unreturned
service ise karşılık bulmayan servis anlamına geliyor. Return için “cevap”,
unreturned service için ise “geri dönmeyen servis”, “dönmeyen servis”, “cevapsız
servis” denebilir, hatta “Servis karşı yakadan dönmedi!” gibi daha keyifli
tabirler kullanılabilir. Return winner
içinse “bitirici yanıt/cevap/karşılık” denebilir.
Forehand, tenisçinin topa
raketinin düzüyle, elinin içiyle, bileği rakibe bakacak şekilde vurma
hareketine denir. Bunun yerine “elinin/raketinin içiyle”, “düzüyle” gibi
tabirler kullanılabilir. Forehand yalnız kullanıldığında “düz” yeterli
olabilir. Backhand ise bunun tersi. “Elinin/raketinin
tersiyle”, “dışıyla” gibi tabirler uygun düşebilir. Yine yalnız kullanıldığında
“ters raket vuruş”, hatta bazen sadece “ters” kullanılabilir. Backhand slice, tenisçinin topu
raketinin tersiyle kesmesi, topu döndürmesi, falso vermesi anlamına geliyor.
Bunun için “ters kesme” tercih edilebilir.
Spin için, İtalyanca olsa
da dilimize yerleştiği için “falso” tabiri kullanılabilir. Top spin için “üst falso”, “tepe falso” ya da bilardodaki sırt
tabirinden ilhamla “sırt falso” kullanılabilir.
Baseline, “arka çizgi”, “dip
çizgi” anlamına geliyor. Baseline oyuncusu için “çizgi oyuncusu” denebilir.
Net için Fransızca
olmasına rağmen yine dilimizdeki yeri eski olduğundan “file” tabiri
kullanılabilir. Maç için de “Ağlara takıldı”, “Fileyi geçemiyor”, “Bugün
ağlarla derdi var”, “Fileyle barışık değil” gibi ifadeleri kulak duymak
istiyor.
Tie-break için “Setin
düğümünü kim bozacak?”, “düğüm-bozma oyunu”, “bağ-çözme oyunu” gibi ifadeler önerilebilir.
Ama kulağa en hoş geleni sanki “set düğümü”. Lob için “aşırtma”, drop shot
içinse “kısa top” kullanılabilir.
Puan vermeden alınan oyunları ifade eden love game için “tulum çıkarmak” deyimi
kullanılabilir. Bilardoda sıfıra karşı set kazanan (15-0) oyuncu için “kara
liste yaptı” deniyor mesela. “Bu oyunda söz hakkı tanımadı.” denebilir.
Futbolda iyi kalecileri övgü manasında eskiden
şu deyim kullanılırdı: Volesi sönmek... Bundan hareketle “Volesinin havasını
aldı” gibi tabirler Nadal, Djokovic gibi müthiş savunmacıları övmek için niçin
kullanılmasın?
Örneğin lob vuruş için “muz vuruş” ifadesi de
kullanılabilir. Rıza Çalımbay’ın ortaları için muz orta ifadesi kullanılırdı
hatırlarsınız. Roger Federer de topa bu teknikle vurduğunda bariz olarak afaki
bir muz beliriyor havada.
Kullanılan yabancı terimler, İngilizce dilinin
bütünlüğü içinde müzikaliteden yoksun kelimeler değiller. Fakat Türkçe anlatım
bütünlüğü içinde, hele sadece terim olarak değil bir de Türkçe eklerle, cümle
içinde tamlamalarda birlikte kullanıldığında pek hoş olmuyor gibi geliyor bana…
Tabii ki dilimizin olanakları elverdiğince, sonsuz yaratıcılık fırsatları da
devreye sokularak o güzel maç anlatımları daha çok dil zevkine
büründürülebilir.